I. ÜNİTE
SANAT METİNLERİNİN AYIRICI ÖZELLİKLERİ
HAZIRLIK
1) Toplumdaki olayların etkisiyle sanatçının iç dünyasını yansıtma isteği.
2) Yazarlar yaşadıkları dönemden etkilenirler.
3) Sanat eselerinin ilerlemede ne kadar önemli olduğunu söylüyor.
İNCELEME
1) Kişi, yer, zaman, olay
2) Cumhuriyet dönemi yıllarında yazılmıştır.(2. Dünya Savaşı olabilir.)Gerçekçiliği yansıtıyor.
3) Kişi kendisini olayın içinde hisseder ama tiyatroda farklı hem görsel hem de işitsel.
4) Dil ötesi işlevinde. Çünkü bu bir sanat metnidir.
3. ETKİNLİK
Ø Birinci metin savaş sonrası halkın çektiği yokluğu anlatmıştır. İkinci metinde zamanın içinde akıp gittiğini, üçüncü metinde realizm hakkın da bilgi vermiştir.
Ø Realizm metninde ileti doğrudan verilmiştir.
Ø İletisi doğrudan olan metinler sanatsal değillerdir. İletisi dolaylı yoldan olan metinler ise sanatsal metinlerdir.
4.ETKİNLİK
Ø ‘’Kaymaklı Tavukgöğsü’’ metni dil ötesi(sanatsal) işlevindedir. ‘’Realizm’’ metni göndergesel işlevdedir.
Ø Yazılış amaçları farklı olduğundan işlevleri farklıdır.
Ø Şiirsel işlev sadece şiirlerde kullanılır. Ama göndergesel işlevde amaç bilgi vermek olduğu için hem şiirde hem de düz yazıda kullanılır.
5. ETKİNLİK
Şiir 1926 yılında yanı cumhuriyetin ilanından sonra yazılmıştır. Cumhuriyet döneminde sairler Anadolu’ya yönelişe geçiş yapmışlar ve Anadolu’ya yönelerek halkın yaşayışlarını dile getirmişlerdir bu bakımdan şair bulunduğu dönemden etkilenmiş ve Anadolu’yu konu etmiştir. Her eser bulunduğu dönemin izlerini taşır.
5) Kaymaklı Tavuk Göğsü adlı metin hikâye geleneği, Ne içindeyim zamanın adlı metin ise şiir geleneği etrafında yazılmıştır. Sanat metinleri bağlı oldukları gelenek etrafında, onun ortaya koyduğu ve zamanla tam biçimini alan teknik kurallar çerçevesinde kaleme alınır. (Sorudaki “geleneksel unsurlar” ifadesi edebiyat geleneği yerine toplumsal adet ve gelenekler gibi hatalı bir anlamın doğmasına sebep olmaktadır.)
6) Dille gerçekleştirilen sanatlar ile ses, renk, çizgi, hareketler ve taşla gerçekleştirilen sanatlar arasında iyi, güzel ve faydalı olanın farklı araçlarla anlatılması söz konusudur.
Sanat metinleri yan anlam bakımından zengin, çağrışım gücü yüksek metinlerdir. Sanat metinlerinin okuyucu üzerindeki etkisi, okuyucunun bilgi, kültür, zevk, anlayış ve ruhi durumlarına göre değişir.
Sanat metinleri, sanatçı ile okuyucu arasındaki iletişim aracıdır.
Bilimsel, düşünsel ve dinsel metinler kurallaştırılmış bir yargı, bir gerçek ve öğretici bir içerikte iken sanat metinlerinin iletisi estetik bir duyuşun yansıtılmasıdır. Bu da insanoğlunun duyuş, algılayış ve hayal gücünün insanlığa yapacağı katkının ne kadar fazla olduğunun göstergesidir.
Dille gerçekleştirilen sanat etkinlikleri
a) Anlatmaya bağlı Türler: Masal, fıkra, deneme, hikâye, fabl, eleştiri, biyografi, roman
b) Göstermeye bağlı türler: Tiyatro
c) Kendini coşkuyla ifade etmeye bağlı türler: Şiir
6.ETKİNLİK
Sanat metinleri yan anlam bakımından zengin, çağrışım gücü yüksek metinlerdir. Sanat metinlerinin okuyucu üzerindeki etkisi; okuyucunun bilgi, kültür, zevk, anlayış, beklenti ve ruhi durumlara göre değişir.
7.ETKİNLİK
Bilimsel, düşünsel ve dinsel metinler kurallaştırılmış bir yargı, bir gerçek ve öğretici bir içerikte iken sanat metinlerinin iletisi estetik bir duyuşun yansıtılmasıdır. Bu da insanoğlunun duyuş, algılayış ve hayal gücünün insanlığa yapacağı katkının ne kadar fazla olduğunun göstergesidir.
Bilimsel Metin Örneği
Bilim Dergilerinin Önemi
Bilim dergileri, bilimsel çalışmanın ve gelişimin vazgeçilmez araçlarıdır. Hatta bilim dergilerini olmadığı yerde, önemli bir bilim ortamından söz etmenin mümkün olmayacağı bile ileri sürülebilir. Çünkü ancak onlar aracılığıyla bilimciler arasında iletişim kurulabilir, araştırma sonuçları en kısa zamanda hem bilim kamuoyuna, hem de halka duyurulabilir ve yine onların yardımıyla eleştiri ve tartışma ortamı yaratılabilir. Öte yandan farklı nitelikteki bilim dergilerinin değişik etkilerinden söz edebiliriz. Örneğin akademik bilim dergileri doğrudan bilim ortamına yönelik bir işleve sahiptir, popüler bilim dergileri ise, halkın bilimi tanımasında, kavramasında ve sevmesinde çok önemli roller yüklenir. Farklı işlevleri ve özellikleriyle akademik ve popüler bilim dergileri birbirlerinin eksikliklerini tamamlarlar.
Bilim dergileri hakkında söylenebilecek bir başka şey de şudur; onlar bilimin en önemli taşıyıcı ve etkileyici hatlarından biri olmalarının yanı sıra bilimin iyi bir yansıtmışıdırlar. Belirli bir yerde ve zamandaki bilimin gelişme süreçlerini ve düzeylerini en iyi biçimde bu dergilerde izleyebilir ve saptayabiliriz. Bu nedenle bu dergilerin tarih çalışmaları için çok büyük bir önemi ve değeri vardır.
Son olarak, bu dergilerin incelenmesiyle sadece belirli bir dönemdeki teorik ve popüler bilimin düzeyi hakkında bilgi sahibi olunmakla kalınmayacak, aynı zamanda o günkü bilim ile toplumun genel sorunları arasındaki bağlar ve geçiş yolları da ortaya çıkarılabilecektir. Bu bakımdan bilim dergileri, şimdiye kadar üzerinde durulmamış kaynaklar olarak, genel tarih bilgi düzeyine yeni veriler ya da bakış açıları getirebilecektir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında yayınlanan bilim dergilerinin incelenmesi, bütün bu nedenlerle gerek bilim tarihimiz, gerekse genel tarihimiz açısından önem taşımaktadır. Erken Cumhuriyetin bilim ve teknoloji tarihi yeterince araştırılmamıştır. Modernleşmenin temel parametrelerinden biri olan bilimin Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki rolü tartışmasızdır. Ancak bilimin bu dönemdeki etki biçimleri, düzeyleri ve süreçleri henüz aydınlığa kavuşturulmamıştır. 1923-1928 yıllarında yayımlanmış bilim dergilerinin incelenmesi, bu hedefin bir bölümünü oluşturacaktır.
Bu çalışmada altı dergi ele alınmaktadır. Yeni Cumhuriyet'in en eski bilimsel dergisi, Mütareke döneminde, 1922'de yayın hayatına başlayan ve mesleki bir dergi olan Muallimler Mecmuası, Akademik bir bilim dergisi olan Darülfünun Fen Fakültesi Mecmuası, Eylül 1924'te yayımlanmaya başlamıştır. Daha sonra, 1925-1927 yıllarında, Türkiye'nin ilk popüler bilim dergileri olan Fen Âlemi (1925-1926) ile Tabiat Âlemi'ni (1925-1927) görüyoruz. 1927 ve 1928 yıllarında da, yine akademik bir bilim dergisi olan Mühendis Mektebi Mecmuası ve mesleki bir bilim dergisi olan Kimya ve Sanayi dergileri yayımlanıyor. Bu altı dergi, Yeni Cumhuriyet'in henüz Arap harflerini kullandığı dönemdeki bilim dergilerinin tamamıdır.
OSMAN BAHADIR, CUMHURİYETİN İLK BİLİM DERGİLERİ VE MODERNLEŞME, İZDÜŞÜM YAYINLARI, İSTANBUL 2001, s.9-10.
HEİDEGGER'İN 'DÜŞÜNME'Sİ ÜZERİNE
Yeni veya en azından farklı bir düşünce İklimi içerisinden konuşan filozoflar, yeni veya farklı olanı ifade etmek üzere alışılmadık sözcükler kullanma gereksinimi duyarlar. Ve bu husus onların yanlış anlaşılmalarını da beraberinde getirir. Geçmişte örneğin bir Kant felsefesinin veya bir Hegel felsefesinin başına gelen bu hal, yüzyılımızda Heidegger felsefesinin de başına gelmiştir. Heidegger uzun süre Fransız varoluşçuluğunun moda. Etkisi altında bir 'varoluşçu' ve hatta 20. yüzyıl varoluşçuluğunun babası olarak görülmüştür. Onun teolojik terimlerle konuşmayan bir 'teolog', hatta bir 'mistik' olduğu söylenmiştir. Ona 'anti-hüma-nlst bir gerici' olarak bakanlar olmuş, onun köktenci bir 'Irrasyonalist' olduğu belirtilmiş ve hatta onun bu irrasyonalizmini bir dönem belli bir ideolojinin, nazizmin hizmetine sunmuş olduğu iddia edilmiştir.
Bu niteleme ve iddiaların önemli bir kısmı, Heidegger felsefesine alışıldık düşünme şablonları içerisinden ve çoğu kez yüzeysel olarak bakmanın ve bazen de bu felsefeye Heidegger'ln söylediklerinin ardında başka şeyler arayıp bulmak üzere detektifçe bir tutumla yaklaşmanın birer sonucu olarak ortaya atılmışlar ve bir süre hararetle kabul görmüşlerdir. Fakat bu niteleme ve iddiaların bazılarını ciddiye almak da gerekir. Çünkü Heldegger felsefesinin özgün terimleri çokanlamlı terimlerdir. Her ne kadar Heidegger'ln kendisi bu terimlerin tam da bu çokanlamlılıkları içerisinde anlaşılmasını isterse de, bu anlamlar çokluğu İçerisinde hangi bağlamda hangi anlama özellikle vurgu yapıldığı hiç de belli olmaz. Heidegger, vurgulu anlamı sanki okuyucunun bulup ortaya çıkarmasını İster gibidir. Fakat tam da bu, Heldegger felsefesiyle İyi niyetle meşgul olanlar için bile, bu felsefenin değişik biçimlerde anlaşılmasına yol açar. Hele Heidegger üstelik çokanlamlılığın "hakikatin özü'ne ait olduğunu da söylemişse. Bu nedenle Heidegger felsefesine, o sanki tekanlamlı bir veya bir kaç temel öncülden hareketle geliştirilmiş bir felsefe sistemiymiş veya bir felsefi öğretiymiş gibi yaklaşmak, ona mantıksal/gidimli bir düşünce yapısıymış gibi yönelmek uygun olmaz. Heidegger felsefesine ilişkin yanlış anlamaların bir önemli kaynağı, iyi niyetle de olsa, ona böyle yaklaşma ve yönelmeden gelir. Heidegger açıklamaz, yalnızca betimler ve anlatır. Onun söylemi, özellikle geç döneminde, anlatıcı (narratlv) bir söylemdir. Bu husus, Heidegger felsefesini yorumlamaya girişen kişi için uyarıcıdır. Bu demektir ki, Heidegger felsefesi ancak betimlenebilir ve anlatılabilir; fakat mantıksal/gidimli bir düşünme çabasının gerçekleştirebileceği bir şey olarak a-çıklanamaz. Üstelik bu betimleme ve anlatma çabası da, bu felsefenin özgün terimlerinin çokanlamlılıgı gözetilerek ve bu anlamlardan bazılarını öne çıkararak sürdürülebilir. Ve tabii bu durumda bazı anlamlar arka planda kalabilirler veya hiç gözükmeyebilirler. Bu nedenle Heidegger felsefesini betimleme ve anlatma ve buna bağlı olarak yorumlama çabası da, bir yanlış veya hiç olmazsa eksik anlamadan tamamen annmış olamaz. Bu hususlar, aşağıdaki yorumlama çabası İçin de geçerlidirler.
Ben kendi payıma, Heidegger felsefesine en uygun yaklaşımın, Heidegger'ln 'düşünme'den ne anladığını kavramaktan geçtiği kanısındayım. Ve aşağıda Heidegger felsefesi üzerine belirlemeler yapmaya çalışırken, bunu esasında Heidegger'ln 'düşünme'den ne anladığını göstermek amacıyla yapmaya gayret edeceğim.
Heidegger felsefesinin merkezdeki kavramı varlıktır. Fakat Heidegger felsefesi klasik anlamda bir ontoloji, bir varlık felsefesi de değildir. Çünkü Heidegger için Varlık'ın ne olduğuna, Aristoteles'ten beri yapılageldiği üzere, mantıksal düzlemde kalınarak ve kavramlara başvurularak yanıt verilemez. Varlık, kendisi için ve kendisinde ola-geldigi şekilde açığa çıkar, gizini-açar. O, olagelme ve sürekli olarak kendisini yeniden açmadır. Ve tam da bu yüzden o, sabit ve zamanüstü, ezelî ve ebedî değildir ve yine tam da bu yüzden sabitlik, zamanüstülük, ezelîlik ve ebedîlik belirten kavramlarla ifade edilemez. Bu husus, Varlık'ın olagelmesi ve açığa çıkması içindeki yeri bakımından insan için de geçerlidir, insan, olagelme ve açığa çıkma anlamında Varlık'ın kaderine bağlıdır. Yani insan için de sabit, zamanüstü, ezelî ve ebedî nitelikler belirtmek mümkün değildir. Dolayısıyla insanla ilgilenmek, insanın Varlıkla olan ilişkisiyle ilgilenmektir. Fakat insanın Varlık'ın kaderine bağlı olması, onun tamamen belirlenmiş olduğu ve dolayısıyla özgür olmadığı anlamına da gelmez. Heidegger bu anlamda bir 'kaderci', bir 'determinist' değildir. Oerçi insan Varlıktan kopup gelen bir kader altında bulunur; fakat bu kader, eğer özgürlüğü insanın kendi kendisini yönlendirmesi olarak tanımlıyorsak, tam da insanı bunu gerçekleştirmeye 'çağıran' bir kaderdir. Varlık, 'mutlak' ve 'sonsuz' bir şey değildir; tam tersine sonludur, tıpkı İnsan gibi. Heldegger için 'mutlak', 'sonsuz', 'Bir' (Plotinos) kavramları, tözsel ve aşkın olanı ifade etsinler diye geleneksel Batı metafiziğinin uydurmuş olduğu kavramlardır ve bunların hiçbir gerçek karşılıkları yoktur. Bunlar yalnızca mantıksal, çıkarıma ve nedenselci düşünmenin soyutlamalarıdır.
DOĞAN ÖZLEM, TEKNİĞE İLİŞKİN SORUŞTURMA, PARADİGMA YAYINLARI, İSTANBUL, 1998, s.9-11.
Dinsel Metin Örneği
NAMAZIN HİKMETLERİ
İbadetler, belli biçim ve şekil şartlarına sahiptir. İbadetlerin kabul edilmeleri için bu şekil şartlarına uymak gerekir. Fakat şekil ve dış yapı tek başına ibadetleri oluşturan belli söz, fiil ve davranışlara ibadet değeri kazandırmaz. Bu sebeple şekil kadar, hatta ondan daha da önemli olan, ibadetlerde niyet, içtenlik ve kulluk bilincidir. Kulluk bilinci, her ibadet gibi namazın da, hiçbir çıkar gözetmeksizin sırf Allah'ın emri olduğu için kılınmasını gerektirir. Bununla birlikte namazın birtakım amaç ve hikmetlere yönelik olduğunda da şüphe yoktur.
Toplumlar, bireylerin ruhî yapılarını en üst dereceye yükseltip daima orada tutacak bir manevî güce muhtaçtır. Aksi hâlde bireyler arası ilişkiler maddî ihtiyaçlara ve kişisel menfaatlere indirgenir; bu da hayatın çekilmez hâle gelmesi ile sonuçlanır. İşte toplumun iyileştirilmesi için kaçınılmaz olan manevî gücü topluma sağlayacak temel kaynaklardan biri de namazdır.
Namazın insana pek çok yararı vardır. Namaz, duygu dünyasını zenginleştirir, davranışlarında bilinçli olmasını sağlar, birlikte yaşama ve dayanışma bilincini geliştirir.
Namaz, Allah'ı Hatırlatır
Namaz, Allah'a kulluğun ikrarı, diğer bütün ibadetlerin bir sentezidir. Namaz, tüm yaratıkların ibadet biçimlerini kendisinde toplayan bir hülasadır. Kıyam eden, rükû ve secde eden meleklerin ibadetleri, canlı cansız tüm varlıkların ibadetleri, zikir ve teşbihleri namazda toplanmıştır.
Namaz, sadece şekilsel hareketler değil; bedenin, aklın ve kalbin katılımıyla gerçekleşen bir ibadettir. Namaz, beden için kıyam, rükû ve secde; dil için kıraat, teşbih, zikir ve dua; akıl/kalp için ise düşünüp anlama, huşu ve manevî lezzettir.
Namaz, Allah'a sığınmanın ve O'ndan yardım dilemenin bir vasıtasıdır.
"Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah 'tan yardım dileyin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir. "(Bakara, 2/153) anlamındaki ayet bu gerçeğin ifadesidir.
İbadet, kulun iman etmek sureti ile Allah ile kendi arasında kurduğu bağın, davranışlar şeklinde ifade edilmesi esasına dayanır. Kişi yaratıcısı ile bağlantı kurmadığı zaman yalnızlık, huzursuzluk ve duyumsuzluk eğilimleri baş gösterir. İnsan bu durumu, maddî hazlardan yeterince pay alamamış olduğu şeklinde yorumlar ve kendini sefahatin kollarına bırakır. Dünyaya aşırı şekilde bağlanır, bocalama ve kararsızlık içinde kalır. İşte namaz, insana isteklerini Yaratıcısına sunma ve böylece ferahlama, rahatlama fırsatını verir. İnsanı, nefsinin arzuları pahasına bile olsa, Allah'ın emirlerine itaat etmenin gerekliliğine inandırır. Ümitsizlik hâlini yok eder ve yardımı Allah'tan isteme, en büyük zorluklar karşısında bile çözüm arayıp bulma yönelişini geliştirir. Namazın bu niteliği sebebi ile Peygamber Efendimiz (s.a.s); "Gözümün aydınlığı namazdadır1 buyurmuştur.
Namaz da Allah'ı anmanın, O'nu hatırlamanın, O'na lliat ve bağlılığın bütün şekillerini gerçek ya da temsilî olarak içermektedir.
Ayette, "Beni anmak için namaz kıl" (Tâhâ, 20/H) buyurulmuştur. Daha namaza başlanırken ve namaz sırasında getirilen tekbirler, rükû ve secdelerde okunan yüceltme ifadeleri, okunan Tahiyyât duaları hep birer zikir niteliğindedir. Özellikle namazın temel unsurlarından biri olan kıraat, Allah'ı anmanın en makbul örneğidir. Kur'ân'ın kendine verdiği isimlerden birinin "zikir" (Mâide, 5/15) oluşu bu açıdan anlamlıdır.
DOÇ.DR. İSMAİL KARAGÖZ- DOÇ.DR. HALİL ALTUNTAŞ, NAMAZ İLMİHALİ, DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI YAYINLARI, ANKARA, 2008, s.29-31.
8.ETKİNLİK
DİLLE GERÇEKLEŞTİRİLEN SANAT ETKİNLİKLERİ
Anlatmaya Bağlı Türler: Masal, fıkra, deneme, hikâye, fabl, eleştiri, biyografi, roman
Göstermeye Bağlı Türler: Tiyatro
Kendini Coşkuyla İfade Etmeye Bağlı Türler: Şiir
9. ETKİNLİK
Anlatmaya bağlı edebi türler:
-Hikaye
-Roman
-Destan
-Masal
-Fabl
Masal Örneği
Tembel Kız
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; pireler berber, develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir karı koca varmış. Bu karı kocanın bir kızı olmuş. Kız, el bebek gül bebek büyütülmüş, ama hiç iş öğrenememiş. Bunun için adına Tembel Kız denilmiş. Bu kız o kadar tembelmiş ki yerinden kalkmaya üşeniyormuş. Anası babası ona bir gelberi yaptırmış. Kız da oturduğu yerden işini gelberiyle yapıyormuş.
Kızının evlilik çağı gelmiş. Anası babası kızı bir avcıyla evlendirmiş. Avcı ava gitmiş, bir ördek vurmuş. Eve gelmiş, ördeği temizlemiş, ateşe koymuş. Tekrar ava gitmek üzere hazırlanmış, karısına ateşe ördeği koydum, yanmasın bak demiş. Tembel Kız, olur demiş, demiş ama yerinden bile kalkmamış.
Aradan uzunca bir zaman geçmiş. Dilenci eve gelmiş. Tembel Kıza, hanımcığım Allah rızası için bir dilim ekmek demiş. Tembel Kız da yan tarafta mutfak, geç al cevabını vermiş.
Dilenci mutfağa girmiş. Bakmış ocakta ördek kaynıyor, almış ördeği, torbasına koymuş, tencerenin içine de ayaklarındaki pis çarıkları... Gelmiş, Tembel Kız'ın yanına. Bak hanımcığım demiş, ekmeği aldım Allah razı olsun.
Şimdi sana bir türkü söyleyeyim de ben gideyim. Türküyü şöyle söylemiş; Senin gaga benim torba içinde, Benim çarık senin çorba içinde, Sen yat kaba yatak yorgan içinde, Ben yiyecem gagayı orman içinde.
Dilenci türküyü böyle söylemiş, çekip gitmiş. Aradan bir zaman geçmiş, kızın avcı kocası gelmiş. Karısına ördek pişti mi? Demiş. Karısı olan biteni anlatmış, bak bana bir de türkü söyledi, sana deyiverem demiş, türküyü söylemiş.
O zaman avcı kocası durumu anlamış, karısına kızıp azarlamış. Ondan sonra Tembel Kız, tembelliği bırakmış. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
Anı(hatıra) örneği:
BEN ATATÜRK’ÜN ARKADAŞIYIM
“Ben 1920 yılında Ankara’da doğdum bütün çocukluğumda bu kentte geçti. Atatürk’te benim doğduğum yıllarda Ankara’ya gelmişti. Biz çocukluktan çıkmaya çabalar, büyürken, Atatürk’te büyüyordu. Atatürk’ü tanıdığımda sanıyorum ki 7-8 yaşlarındaydım. İstasyondan Samanpazarı’na çıkan yokuşun ortalarında, o zamanlar, Türk Ocağı denilen mermer, görkemli bir yapı yükseliyordu.
O günlerin Ankara’sında Atatürk hemen, hemen haftanın birkaç gününde gelir, bu yapının yükselişi ile ilgilenirdi. Evimiz denizciler caddesinde olduğundan, benim yaşımdaki çocuklarda gider, bu yapının kırık mermerlerinden birer parça alır, gazoz kapağı oynardık. Bu oyun gazoz kapaklarını bir çemberin içine dizmek ve oradan bir mermerle dışarı çıkarmak biçiminde oynanırdı.
Mermer kırıklarını almaya gittiğimizde çoğu zaman Atatürk’ü görürdük. Otomobilin çevresinde motosikletli polisleri, arabalara binmiş yakınları ile Atatürk’ün gelişi her zaman belli olurdu. Benim yaşımdaki, mermer almaya gelmiş çocuklarda yani bizlerde tek sıra dizilir, Atatürk’ün önümüzden geçmesini beklerdik. Bizi böyle askermişçesine tek sıralı dizilmiş gören Atatürk’te önümüzden geçerdi.
Artık öyle olmuştu ki biz de Atatürk de birbirimizin tanışı olmuştuk. Bazen önümüzden geçerken kimimizin yanağından sıkar, saçını okşar, kimimizin adını sorardı. Bu tanışıklık,Türk Ocağı’nın yapımına kadar aylarca yıllarca sürdü.Öyle olmuştu ki, Atatürk çoğumuzun adını unutmayacak kadar bizleri tanımıştı.Tek sıra olduğumuzda, ” Nasılsın Mehmet? Nasılsın Ahmet? Sınıfını geçtin mi? Kuş palazı olduğunu duymuştum iyileştin mi? ” gibi sorular soracak kadar bizleri tanır olmuştu.
İlkokulu bitirdik, ortaya başladık. O zaman Ankara’da bir ortaokulla bir lise vardı, ikisi de bir arada öğrenim yapardı.Atatürk Çankaya’da sıkıldığı zamanlar okulumuza gelir, bazı sınavlara girerdi. Sınavlarda sorular sorardı. Lisede, sorulan sorulara iyi yanıt verenleri Avrupa’ya okumaya yolladığını duyardık. Bunları duydukça da, “Ah, Atatürk bizim sınavımıza da girse bizde sorulara yanıt versek bizi de Avrupa’ya gönderse…..” diye özenirdik.
Benim sınavlarıma girmedi. Başka arkadaşlarımın sınavlarına girdiğini biliyorum. İçlerinde Avrupa’ya gidenler de oldu.
Biraz daha büyüdük, izci olarak Atatürk’ün önünden Cumhuriyet bayramlarında geçtik. 19 Mayıs törenlerinde önünde jimnastik gösterileri yaptık. Adı sonradan Türk Ocağı’ndan Halk Evi’ne çevrilen yapıda verilen öğrenci temsillerinde oyunlar oynadık. Bizleri de hep gördü lisenin son sınıfında idim. Bir öğleye doğru idi. Dersten çıkıp bahçede oynarken Halk Evi’nin tepesindeki bayrağın yarıya indirilmiş olduğunu gördük. Okulu, öğretmenleri, yöneticileri bir hüzün kaplamıştı. “Ne oluyor?” dememize kalmadı. Atatürk’ün öldüğü, bayrağın onun için yarıya çekildiği kara haberi kulaktan kulağa dolaştı. Öğretmenlerimiz ne yapacaklarını, bize ne diyeceklerini şaşırmışlardı.
“Hadi, bu gün okul kapalı…” dediler. Evlerimize gittik.
Atatürk’ün İstanbul’da öldüğü haberi bütün kente yayılmıştı. O zamanlar Ankara Atatürk demekti. Ankara başımıza çöker gibi oldu.
” O benim arkadaşımdı….” diye hıçkıra, hıçkıra ağlamıştım. Büyükler, ” Nereden arkadaşın oluyor? ” diye sorduklarında:
” Mermer alırken, hep bizi sever okşardı. ” diyordum. Bundan olacak, Atatürk’e hep çocukluk arkadaşım gözüyle bakmışımdır.
Onun yüceliğini aradan çok yıllar geçtikten sonra daha iyi anlıyorum. Ama anlatabiliyor muyum?….”
10. ETKİNLİK
Ø ‘’Kaymaklı Tavukgöğsü’’ adlı metinde her şeyi bilen ve her şeye hâkim “ilahi bakış açısına sahip anlatıcı”; ‘’Ne İçindeyim Zamanın’’ adlı metinde “kahraman anlatıcı”; ‘’Realizm’’(Gerçeklik) adlı metinde tarafsız bir anlatımla “müşahit anlatıcı” yer almaktadır.
Ø Bu durum metinlerin türlerinin birbirinden farklı olmasından kaynaklanmaktadır.
11. ETKİNLİK
Anlatmaya Bağlı Türler
|
Öğretici Metin
|
Sanatsal Metin
|
Masal
|
|
x
|
Fıkra
|
x
|
|
Deneme
|
x
|
|
Hikaye
|
|
x
|
Fabl
|
|
x
|
Eleştiri
|
x
|
|
Biyografi
|
x
|
|
Roman
|
|
x
|
Şiir
|
|
x
|
Tiyatro
|
|
x
|
ANLAMA VE YORUMLAMA
12. ETKİNLİK
İnci Aral’dan alınan paragrafta yazar, estetik bir kaygı ile sözcükleri bir araya getiren, bunu yaparken de teknik kurallara uyan, duyuş ve zevkini sözcüklerle ifade ederek okuyucuya ulaştıran bir kişi olarak anlatılmaktadır.
13. ETKİNLİK
Verilen şekle göre sanat eseri, yazıldığı dönemin zihniyetini, sanatçısının algılayışını ve gerçekliğin kurmaca gerçekliğe dönüştürülmesini barındıran ve buların toplamı olarak ortaya çıkan bir yapıttır.
Toplum bu yönüyle sanatçı ile (o da toplumun bir ferdidir.) sanat eserinden etkilenen bir yapıya sahiptir.
ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME
1. ….. sanat …..
. …… zihniyet …….
2. D - D
3. Doğru cevap C Seçeneğidir. Çünkü Sanat metinleri, çok anlamlı olmasından dolayı okurun düş gücüne hitap eder.
4. Doğru cevap E seçeneğidir.
5. Doğru cevap C seçeneğidir. Öğretici metinlerin dilinde kesinlik aranırken sanat metinlerinin dilinde kesinlik aranmaz.
ÜNİTE SONU ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME SORULARI
1. …. göndergesel …..
2. D
3. D
4. A
5. D
6. E
7. D
8. B
9. C
10. A
Kaynak: edebiyatbilgi.blogcu.com/sayfa-10-14-dil-ve-anlatim-12-sinif-etkinlikleri_28983741.html |