ÜÇLEME
ÜÇLEME

ZAMAN          Her üç oyun da 90'lı yıllarda bir bahar günü 21.00 - 22.00 sularında başlar ve ertesi sabah sona erer.
 
DEKOR           Ufak tefek ama belirgin değişiklikler yapılarak üç oyun da aynı dekorda oynanabilir.
 
KİŞİLER          Oyunlar farklı oyuncular tarafından oynanabileceği gibi makyaj yardımıyla iki oyunda da aynı oyuncular oynayabilir.
 
DİKKAT KAN ARANIYOR
SERAP            25 Yaşında. Bir şirkette sekreter olarak çalışıyor ve tek odalı bir evde tek başına yaşıyor.
KEMAL           30 yaşında, başarılı, yakışıklı oldukça iyi para kazanan genç bir yönetici.
 
NASREDDİN HOCA'NIN KARISI
ARZU              23 yaşında. Ünlü bir gazetecinin kızı. Üniversite öğrencisi. Tek başına yaşıyor.
EMİN               24 yaşında. Arzu ile aynı okulda okuyan, sıradan bir genç.
 
HESAPLAŞMA
MELTEM         28 yaşında. Reklamcı. Yalnız yaşıyor.
 
ARİF                30 yaşında. Piyasa senaristi ve yönetmeni.
 
 
 
 
 
 
 
nasreddin hoca'nın karısı
           Olay 90'lı yıllarda bir bahar günü 21.00 sularında başlar ve ertesi sabah sona erer.
 
EFEKT            (Televizyonda oynayan bir pembe dizinin diyalogları…)
 
EFEKT            (Telefon çalar.)
 
ARZU               Tam da sırasıydı yani.. Filmin en heyecanlı yerinde… (Telefonu açar.)      Alo.. Merhaba Emin... Hıı? Yoo, televizyon seyrediyordum... Aman ne bileyim, o Brezilya dizilerinden biri işte, kaptırıp gitmişim... Nasıl? Yarın okulda konuşsak olmaz mı?... Çok mu önemli? Bak çok yorgunum... Peki, n'apalım, bir uğra da konuşalım... Levent, Tarım sokak 61 / 4. Zilin üstünde adım yazılı. Tamam, bekliyorum... (Telefonu kapatır.) Kumanda nerede yahu… Hah, şuradaymış. Biraz sesi açalım..
 
EFEKT            (Televizyonun sesi açılır ve Pembe dizinin tanıdık müziği yükselir, zaman aşımı.. Işıklar eski hale döndükten az sonra zil çalar. Arzu da kalkıp kapıyı açar.)
 
ARZU               (Dışarıdan) Hoşgeldin Emin..
 
EMİN                Kusura bakma Arzu, akşam akşam seni rahatsız ettim.
 
ARZU               Umarım bunun için iyi bir sebebin vardır. Ayakkabılarını çıkar. Evi daha yeni temizlettim.
 
EMİN                Tabii, tabii.
 
ARZU               Şurada bir terlik olacaktı, inşallah ayağına uyar.
 
EMİN                Hiç önemli değil..
 
ARZU               Peki o zaman, hadi gir. (Girerler.)
 
ARZU               Geç şöyle otur.
 
EMİN                Sağol.. Evin pek hoşmuş..
 
ARZU               İdare ediyor işte... Evet, hayırdır?
 
EMİN                Şey.. Ben aslında..
 
ARZU               Allahaşkına sakın lafı uzatma da hemen ne diyeceksen de. Bütün gün haldır haldır koşturdum canım çıktı. Hemen yatıp uyumak istiyorum..
 
EMİN                Şey, ben aslında babanla ilgili bir şey için gelmiştim..
 
ARZU               Babamla ilgili mi?
 
EMİN                Evet. Onunla hemen görüşmem lazım.
 
ARZU               Babamı ne yapacaksın ki?
 
EMİN                Onunla konuşmam gereken önemli bir konu var..
 
ARZU               Neymiş o önemli konu..
 
EMİN                Dedim ya onunla konuşmam gerekiyor. Telefon numarasını verebilir misin?
 
ARZU               Babamın telefon numarasını almak için mi buraya kadar geldin yani..
 
EMİN                Evet.
 
ARZU               Bana bak Emin, ne dolap çeviriyorsun bilmiyorum ama hikayen hiç de inandırıcı değil.. Babamın telefonu çalıştığı gazetenin her tarafında yazılı..
 
EMİN                O numaraların hepsini aradım ama ona ulaşamadım. Bugün gazeteye gelmemiş. Ev adresini, telefon numarasını da söylemiyorlar.
 
ARZU               Özür dilerim ama ben de söyleyemem.
 
EMİN                Neden?
 
ARZU               Güvenlik gerekçesiyle bu yasak.
 
EMİN                Ama mutlaka öğrenmem lazım. İnan bana bu gerçekten çok önemli.. Aklının alamayacağı kadar önemli..
 
ARZU               Peki. Yalnız sana numarayı veremem. Ben arayayım sen konuş. Olur mu..
 
EMİN                Olmaz...
 
ARZU               Tadını kaçırdın ama.. Derdin ne senin..
 
EMİN                Onunla ben konuşmayacağım. Arkadaşlarım konuşacak.
 
ARZU               Arkadaşların mı? Emin, derdin ne Allah aşkına?
 
EMİN                (Çok tedirgin.) Canım, bir kaç arkadaşım.. bir konser organize etmek edecekler de, sponsor bulmak konusunda babanla konuşmak istiyorlar.
 
ARZU               Sen konuş, randevu verirse arkadaşların gidip görüşürler..
 
EMİN                Benim olayın içinde olduğumu bilmesini istemiyorum.
 
ARZU               Neden? Bunda ne var ki?
 
EMİN                Bunu biraz da senin yüzünden istemiyorum..
 
ARZU               Benin yüzümden mi..
 
EMİN                Evet.. Şimdi adama, ben kızınınzın fakülteden arkadaşıyım, bir sporsorluk meselesi vardı, bize para verecek birilerini bulabilir misiniz demek istemiyorum..
 
ARZU               Niye ki? Ne var bunda?
 
EMİN                Canım, böyle bir şey olmasını istemiyorum işte..
 
ARZU               Emin?
 
EMİN                Efendim?
 
ARZU               Bu hikaye de inandırıcı değil.. Derdin arkadaşlarına sponsor bulmak olsa bu işi pekala yarın da yapabilirsin..
 
EMİN                Yarın çok geç olabilir. Bu işin bu gece bitmesi lazım..
 
ARZU               Kusura bakma, yardımcı olamam. Neyse bu bahaneyle evimi öğrenmiş oldun..
 
EMİN                Ne yani. Bütün bunları senin evini öğrenmek için mi yaptığımı sanıyorsun..
 
ARZU               Olamaz mı? Öylesi en azından daha romantik olurdu..
 
EMİN                Ne yani derdim zorla evine gelip sana tecavüz etmek mi?
 
ARZU               Bu söylediğin çok iğrenç olur ama deminki hikayelerinden daha inandırıcı olduğunu da itiraf etmeliyim.
 
EMİN                Anlamadım.
 
ARZU               Anlaşılmayacak bir şey yok bunda.. Gece yarısı babamın telefonunu ne yapacaksın. Hadi, gerçek mesele neyse onu söyle..
 
EMİN                İnan bana babanın şu anda bulunduğu yerin telefonundan başka hiç bir şey istemiyorum. Hem de hemen şimdi. Telefon numarasını ver hemen gideyim..
 
ARZU               Bu konuda bir şey yapamam..
 
EMİN                Başka bir yol deneyelim o zaman.
 
ARZU               Neymiş o?
 
EMİN                Babanı ara ve "biri beni aradı, çok önemliymiş, telefon numaranı istiyor." de. Ama sakın tanıdığını belli etme..
 
ARZU               Ay baydın ha..
 
EMİN                Lütfen. İnan bana bu konu çok önemli..
 
ARZU               Peki, peki.. Defterimi nereye koydum acaba..
 
EMİN                Babanın telefonunu ezbere bilmiyor musun?
 
ARZU               Numarası her ay değişiyor. Ben de ezberlemekten vazgeçtim. Zaten ayda yılda bir arıyorum. Hah, işte buradaymış.. Bak, rontgencilik falan yok.. Güvenimi suistimal etme..
 
EMİN                Tamam..
 
EFEKT            (Telefen ahizesi kalkıyor ve ardından tuşların sesi.)
 
ARZU               Alo.. Merhaba anne. İyiyim, iyiyim.. Bir şey yok.. Babama bir şey soracaktım da.. Bunu daha sonra konuşamaz mıyız.. Anne! Babamı verir misin lütfen.. Tamam. Ben de öptüm.. Alo.. Merhaba baba.. İyiyim.. Okul, bilgisayar kursu koşuşturup duruyorum.. Hayır baba, param bitmedi.. Sırf o yüzden mi arıyorum.. Teessüf ederim baba.. Evet.. Tabii.. Bir hafta sonu uğrayacağım... Tabii.. Baba.. Dinle beni.. Az önce biri aradı.. Ben de tanımıyorum.. Dinler misin lütfen.. Adam senin numaranı istedi. Çok önemliymiş.. Tabii vermedim.. Benim numaramı mı nereden bulmuş? Ne bileyim, rehberden bulmuştur her halde.. Bilmiyorum dedim ya baba.. Birazdan yine arayacak, numaranı vereyim mi... Gazeteden aramış zaten, bugün gazeteye gitmemişsin... Efendim? Peki baba. Dediğin gibi yaparım. Tamam. Görüşürüz. Tamam. Tabii. Görüşürüz.. (Telefonu kapatır.)
 
EMİN                Ne dedi..
 
ARZU               Cevabını gerçekten öğrenmek istiyor musun?
 
EMİN                Elbette..
 
ARZU               Siktirsin oradan dedi..
 
EMİN                (alçak sesle.) Allah kahretsin..
 
ARZU               Hikayene inanmadım ama eğer doğruysa ben de çok üzüldüm..
 
EMİN                Gideyim o zaman. Başka yerlerde şansımı deneyeyim..
 
ARZU               Başka kızların babalarının telefonunu öğrenmeyi mi deneyeceksin..
 
EMİN                Beni kırıyorsun ama..
 
ARZU               Hiç de değil. Ayrıca bir kız telefon rehberi muammelesi görmektense tecavüz edilecek kadar çekici olmayı tercih edebilir.
 
EMİN                Ama benim hiç öyle bir niyetim yok.
 
ARZU               Olsa da şansın yok zaten..   
 
EMİN                Bunu ilerde bir panel yapıp tartışabiliriz. Ama şimdi sırası değil.
 
ARZU               Panel ha.. Fanzatilerin ne kadar zengin.
 
EMİN                "Buraya aslında sana asılmak için geldim, babanın telefen numarası falan da bahaneydi." böyle dememi mi isterdin?
 
ARZU               Dedim ya, böylesi en azından daha romantik olurdu..
 
EMİN                Şu anda romantik olmayı becerebileceğimi sanmıyorum.
 
ARZU               Bundan eminim.
 
EMİN                Babamın telefon numarasını ister miydin?
 
ARZU               Emin. Defol.
 
EMİN                Gidiyorum zaten..
 
ARZU               Şu konser, kimin konseriydi?
 
EMİN                Ne önemi var? Yapılmayacak bir konser işte. Yapılamayan bir sürü konserden biri..
 
ARZU               Kimin konseriydi dedim..
 
EMİN                (gizemli bir tonla) Kimin konseri olduğu da en az babanın evindeki telefonun numarası kadar gizli..
 
ARZU               (güler.) Yahu, manyaksın falan amaderden neyse gerçekten çok önemli galiba.. Otursana, sana soğuk bir şeyler ikram edeyim.
 
EMİN                (tedirgin güler.) Vakit kaybetmekten korkuyorum ama yine de soğuk bir şeye hayır diyemem..
 
ARZU               Ne içersin?
 
EMİN                Kola falan, ne varsa işte..
 
ARZU               Votka kola mı, viski kola mı..
 
EMİN                Sek kola..
 
ARZU               Saçmalama Allahaşkına. Bildiğim kadarıyla onsekizini geçeli çok oldu.
 
EMİN                Peki. Viski o zaman.
 
ARZU               Viski kola..
 
EMİN                Viski.. Kolasız..
 
ARZU               Bol buzlu?
 
EMİN                Bol buzlu.. Lütfen.. (Arzu çıkar. Emin kütüphaneyi inceler.) Hep bunları mı okuyorsun?
 
ARZU               (dışarıdan.) Neleri?
 
EMİN                Bu pembe dizileri falan..
 
ARZU               (dışarıdan) Çok rahatlatıcı sen de dene..
 
EMİN                İnsanın beynini yıkamaktan başka bir halt ettikleri yok..
 
ARZU               (dışarıdan) Sana öyle geliyor. (Arzu elinde tepsiyle döner, Tepsiyi masaya koyup içkileri hazırlar.) Hem insanların beyninin yıkanmasına ne gerek var ki. İnsanları beyni zaten tertemiz.
 
EMİN                Haklısın. Bu salak şeyleri okuya okuya millette beyin meyin kalmadı zaten..
 
ARZU               Orada dur bakalım. Çünkü ben de o kitapları okuyorum.
 
EMİN                Canım, senin durumun diğerleriyle aynı mı..
 
ARZU               Aynı.. Hem de tıpı tıpına.. Hem ne varmış bu kitaplarda.. Senin okuduğun kitaplardan ne farkı var ki..
 
EMİN                Saçmalama Allah aşkına..
 
ARZU               Niye saçma olsun? Okuduğun kitapları çok iyi biliyorum. Zaman zaman gözüme çarpıyor. Belki inanmayacaksın ama senin o ‘şahane’ kitaplarının çoğunu ben daha ortaokuldayken okumuştum.
 
EMİN                Ortaokuldayken mi? Atıyorsun..
 
ARZU               Atmıyorum. İnsanın ülke çapında şöhret olmuş gazeteci bir babası varsa yazık ki başka seçeneği olmuyor. Düşünsene büyüdüğün evin her tarafı o koca koca, kalın kalın kitaplarla dolu. Baban ve herkesin gıpta ettiği şöhretli dostları insanlığın topyekün mutlu bir hayat sürmesinin formülünün o kitapların içinde olduğunu konuşup duruyorlar... Söyler misin bana, o senin okuduğun kitaplarla bu aşağıladığın kitapların arasında ne fark var?
 
EMİN                Ne alakası var, elmayla armut toplanır mı?
 
ARZU               Ne elması! Ne armudu! Bu kitapların hepsinde insanoğlunun mutlu yaşamasının formülleri var.. Aralarındaki tek fark kalın ve siyah kaplı olanları kimsenin anlamaması, ince ve pembe olanları benim gibi eblehlerin bile anlaması..
 
EMİN                Estafurullah..
 
ARZU               Estafurullahmış. Söylesene bana insanların hayattan ne beklediğini sanıyorsun? Mutlu, sağlıklı ve zengin olmak. Pırıl pırıl elbiseler giymek. Çocuğunun okul taksidini düşünmeden kendine istediğini alabilmek. Yani kısaca para pul derdine düşmeden, birilerinin kapısına dayanıp canını almayacağından emin, uçakların tepelerine bombalar yağdırmayacağına inanarak uyumak. Dolu dolu yaşamak... Sevmek, sevilmek ve elbette ki sevişmek... İşte hepsi bu. İnsanlar başka ne ister ki... (sessizlik) Cevap versene.. Senin kitapların vaadettiği de böyle bir hayat değil mi... Eğer değilse o kitapların hepsini yak...
 
EMİN                Beni çok şaşırtıyorsun...
 
ARZU               Şaşıracak bir şey yok... Benim o minicik pembe kitaplarım senin kara ve kalın kitaplarının vaadettiği hayat gerçekleşince olacakları, olması umulanları anlatıyor.. Yani pembe kitaplar siyah kitaplardan bir adım daha önde.. Hayatın daha yaşanılabilir olduğunu anlamak için kalın kalın ciltler okumaya, sakal bırakmaya, fular takmaya, ortalıkta pislikten kokarak dolaşmaya, boktan tütünlerle pipo içmeye de hiç gerek yok...
 
EMİN                Haksızlık ediyorsun ama..
 
ARZU               Kime? O kitapları yazanlara mı, okuyanlara mı..
 
EMİN                En azından yazanlara..
 
ARZU               Hayır.. Tam tersine, ben onları yüceltiyorum.. Kendine karşı bile dürüst olamayan, kendi kendiyle kavgalı bir sürü geri zekalının ciltler dolusu laf kalabalığı okumadan bir halt anlayamacağını farkedince, çaresiz cilt cilt yazmışlar.. Ne acıdır ki bu bile bir boka yaramıyor. Halbuki sıradan insan, kendiyle barışık, insan gibi yaşamaktan başka bir şey düşünmeyen insan, bir kaç satırda yaşanılır bir dünyanın nasıl olacağını çakıveriyor.
 
EMİN                Bir dakika. Bir dakika. Kafamı karmakarışık ettin. (Bundan sonraki diyalog müthiş bir hızla söylenir.)
 
ARZU               Niye ki..
 
EMİN                Ben olayı bu açıdan hıç düşünmemiştim..
 
ARZU               Senin düşünmene ne gerek var ki.. Başkaları nasılsa senin yerine düşünüyor..
 
EMİN                O kadar da değil..
 
ARZU               Babamın telefonunu ne yapacaksın?
 
EMİN                Ona şey demek istiyorum... (Hız kesilir.)
 
ARZU               Ne!
 
EMİN                Dedim ya.. Sponsorluk meselesi..
 
ARZU               Senden bir şey söylemeni istiyorum.. Bu sponsorluk hikayesi gerçek mi, yoksa başka bir şeyin bahanesi mi?
 
EMİN                Sponsorluk hikayesi bahane. Ama gerçekten babanın numarasına ihtiyacım var..
 
ARZU               Neden diye sormayacağım... Doğrusunu istersen umrumda da değil..
 
EMİN                Bazan rastlantıyla bir şey öğrenirsin ve bunu mutlaka bilmesi gereken başka biri vardır. Bunu açık açık söylememen için gerekli her türlü tedbir alınmıştır sanki. Korkular....
 
ARZU               Evet?
 
EMİN                Korkular. Korkular. Korkular. Bir şeyi yapmamak için sadece korkmak yeterli değil mi..
 
ARZU               Bilmem.. Her halde yeterlidir.
 
EMİN                Çok hoşuna giden sınıf arkadaşlarından biri sınavda kopya çekerken hoca o tarafa doğru gittiğinde için pır pır eder. Kalbinin atışı hızlanır.. Hoşuna giden arkadaşın hocanın geldiğini çakamamıştır. Onu kurtarmanın bir yolu olmalıdır. Ama yine de için korku doludur. Yanlış yapıp işi iyice berbat etmekten korkarsın. Üstelik o yanlış durup dururken seni de yakabilir.. O anda öyle bir şey yapman gerekir ki, hem o çok hoşlandığın arkadaşın kurtulsun hem de sen ateşe atlama.. Böyle bir durumda ne yaparsın... Ciyak ciyak bağırıp hocanın dikkatini dağıtırsın. Öğrencilerin sınavda bağırması adetten olmadığı için de bu bağırışa bir sebep bulman gerekir.. Birden kafanda bir şimşek çakar.. "Sırtım! Sırtım!" diye inlemek en iyisidir.. Hoca böbreklerinden birinin ağrımaya başladığını düşünür, seni hastaneye kaldırırlar. Böylece hem hoşlandığın arkadaşın kurtulur, hem de doktor sana bir - iki günlük rapor vereceği için sen sınav hakkını yitirmezsin... İşte korku insanı bazan böyle yaratıcı yapıyor...
 
ARZU               Baksana, geçen gün sınavda numaradan mı bağırıp çağırdın?
 
EMİN                Yoo, ben öyle bir şey mi ima ettim..
 
ARZU               O hoşuna giden arkadaşın kimdi?
 
EMİN                Bir viski daha alabilir miyim?
 
ARZU               Tabii... (Arzu bardakları doldurur.)
 
EMİN                Viski böbreklerime iyi geliyor da..
 
ARZU               Sana borçlandım..
 
EMİN                O niye o?
 
ARZU               Yakalansaydım en az bir yıl kaybederdim...
 
EMİN                Hoşlandığım arkadaşımın sen olduğunu mu düşünüyorsun?
 
ARZU               Yoo, ben öyle bir şey mi ima ettim? Viskiniz...
 
EMİN                Teşekkür ederim. (içer.) Bak Arzu, evine böyle bir sebeple geldiğim için çok üzgünüm. Halbuki aklımdan kimbilir kaç kere telefon açıp, "Arzu, bana gelsene." Ya da "Duvar kağıtlarını çok merak ettim, gelip görebilir miyim?" demek geçmişti..
 
ARZU               Niye yapmadın öyleyse?
 
EMİN                Cesaret edemedim..
 
ARZU               Cesaret mi edemedin?
 
EMİN                Edemedim tabii. Ben, işte öyle hasbelkader yaşayıp giden biriyim. Oysa sen kopya mopya işi götüren iyi bir öğrencisin,ülkemizin en saygın gazetecilerinden birinin kızısın... Üstelik de çok güzelsin..
 
ARZU               Güzel mi dedin?
 
EMİN                Öyle mi dedim?
 
ARZU               Demedin mi?
 
EMİN                Dedim mi?
 
ARZU               Demedin mi?
 
EMİN                Dedim mi?
 
ARZU               Demedin.
 
EMİN                Dedim.
 
ARZU               Bunu söylemek için biraz geç kalmadın mı?
 
EMİN                Durup dururken güzelsin denmez ki.. Hem sen güzel olduğunun farkında değil misin?
 
ARZU               I-ıh...
 
EMİN                Babanın telefonununu verecek misin..
 
ARZU               Bana "Çok güzelsin." dersen bunu düşünürüm.
 
EMİN                Çok güzelsin...
 
ARZU               Ben çok güzel olduğumun farkında değil miyim sanıyorsun..
 
EMİN                Çok alçağım değil mi..
 
ARZU               Hem de çok... (gülerler.)
 
EMİN                Sen de...
 
ARZU               Ben de...Bana bak, birazdan buraya gerçekten babamın telefon numarasını almaya geldiğini düşünmeye başlayacağım ha..
 
EMİN                Pek romantik olmayacak ama (kelimeleri tek tek söyler.) Buraya babanın telefon numarasını almaya geldim..
 
ARZU               Ne yapacağına dair inandırıcı bir tek cümle söyle telefon numarasını vereceğim..
 
EMİN                Allahın emri peygamberin kavliyle seni isteyeceğim..
 
ARZU               Aferin sana! Bu cevapla telefon numarasını kaçırdın ama bir kadeh daha viski içmeye hak kazandın..
 
EMİN                Buz bitmiş..
 
ARZU               Gidip getireyim. (Arzu çıkar.)
 
EMİN                Bana yapacak hiç bir şey bırakmıyorsun..
 
ARZU               (dışarıdan) İstersen gel buzları dolaptan sen çıkar..
 
EMİN                Onu demek istememiştim...
 
ARZU               (Girer.) Hayatında bir kere olsun ne demek istediysen onu söyledin mi ki?
 
EMİN                Evet..
 
ARZU               Ne zaman?
 
EMİN                Zaman zaman... Muntazaman...
 
ARZU               Kafiye bulmaktan on puan, zamana ve zemine göre konuşmaktan sıfır puan...
 
EMİN                Zamana ve zemine göre mi?
 
ARZU               (İçkileri doldurur.) Öyle ya, üç yıldır babasının toplum içindeki ağırlığından, babasıyla aynı soyadını taşıdığı için olur olmaz yerde saygı görmekten ve sorguya çekilmekten bunalmış, babasının yazdığı her yazıya sanki kendi imza atmış gibi hesap vermek zorunda kalmaktan yılmış, bu yüzden de 21 yaşında, babasının parasıyla kendine ayrı ev açıp, iki yıldır yalnız yaşayan, üstelik de 'çok güzel' bir kızın evine geliyorsun ve iki lafından biri telefon numarası...
 
EMİN                Ne diyeyim?
 
ARZU               Dedim ya tecavüz etmeye kalkışsaydın bile bu çok daha romantik olurdu..
 
EMİN                Sana bir şey sormak istiyorum..
 
ARZU               Sor bakalım..
 
EMİN                Bugün buraya gelinceye kadar hiç dikkatini çekmiş miydim..
 
ARZU               Elbette.. Ama dikkatimi çeken tek kişi sen değilsin.. Ortalık dikkat çekici insanlarla dolu.. Ama yazık ki ben onların dikkatini çekemiyorum.
 
EMİN                Saçmalıyorsun ama..
 
ARZU               Saçmalıyorum demek.. Sen saçmalamanın ne demek olduğunu biliyor musun? Saçmalamak bir insanı, sanki kendi kişiliği hiç yokmuş gibi bilmem kimin kızı diye nitelemektir... Saçmalamak, sıradan, 23 yaşında genç bir kıza 60 yaşındaki babası gibi anlamsız bir saygı duyup ona dokunmaktan bile korkmaktır... Saçmalamak, bir insana ismiyle hitap etmek yerine bilmem kimin kızı diye hitap etmektir... Hem biliyor musun, o gün sınavda boşu boşuna bağırıp çağırmışsın. Okulda hiç bir hoca beni kopya çekerken yakalayamaz. Babamın gazetesindeki köşesinden korkarlar. Babamın kızını kopya çekerken yakalamak işlerine gelmez. Çünkü eğer ben inkar edersem babam beni mutlaka kurtarır sanırlar. Babamın kızına iftira etmek, babama iftira etmek demektir! Babam da onların çanına ot tıkar sanırlar... (ağladı ağlayacak.) Soyadımdan nefret ediyorum. Çünkü insanlar soyadımı duyar duymaz en yapmacık şirin hallerini takınıp "Sen o gazetecinin kızısın, değil mi?" derler... Babanıza hürmetlerimi iletin küçük hanımefendi.." Yanında bir arkadaşınla bir yere de gidemezsin. Paparaziler peşindedir. "Beyefendinin kızı yanındaki yakışıklıyla a ga ni gi durumlardalar... Beyefendi kızının başını çok boş bıraktı... Bu gidişle kızınız ya davulcuya ya zurnacıya varacak beyefendi, bizden söylemesi!" (sessizlik.) Ve durup dururken günün birinde evime bir delikanlı geliyor, neredeyse bir şişe viskiyi hakladıktan sonra bana hala babamın telefonunu soruyor... Başlayacağım babamın telefonuna da gazetesine de dostlarına da... (ağlamaklı) Emin, ben Nasreddin Hoca'ın Karısı olmak istemiyorum.
 
EMİN                Nasreddin Hoca'nın karısı mı?
 
ARZU               Nasreddin Hoca'nın karısını bilirsin değil mi?
 
EMİN                Elbette..
 
ARZU               Adı ne peki?
 
EMİN                Adı mı? Bilmem...
 
ARZU               Çok ünlüdür ama adı falan yoktur, Herkes ona Nasreddin Hoca'nın karısı der...
 
EMİN                Zaman ve zemin... İşte bütün mes'ele bu... Zaman mükemmel.. Ama zemin değil... Okulda seni ilk gördüğüm andan beri gözümü senden pek ayırmadım... Ama galiba haklısın...
 
ARZU               Nasreddin Hoca'nın karısına herkes güler ama onun adını bilmez... Hoca tutmayacağını bile bile göle maya çalar, bunu yapması da gölü kirletmekten başka bir şeye yapramaz üstelik.. Hoca her sabah bir fıkraya konu olmak için uyanır. Karısı uyansa da olur uyanmasa da.. Halbuki karısının da duyguları vardır, o da yer içer... Hıh, Allah bilir karısı olmasa hocanın fıkralarının yarısı olmazdı..
 
EMİN                Bunu hiç düşünmedim... Bunu hakikaten hiç düşünmemiştim. Ama şimdi düşünüyorum da, iki yıldır ben de seni sen diye görmeyi becerebildim mi acaba.. Yoksa sen benim için de babanın kızı mıydın acaba... Öyle olmalı.. Öyle olmasaydı şu anda belki her şey farklı olurdu.. Amma matrak ha.. İki yıldır baban yüzünden sana ulaşamıyordum, şimdi de senin yüzünden babana ulaşamıyorum... (hüzünle güler) İnanır mısın babanın telefon numarasını bulmam, ona ulaşmam gerçekten hayati bir mes'ele... Belki o kadar da önemli değil...
 
ARZU               Evime gelen genç delikanlı ve babamın telefon numarasını isteyen geri zekalı.. Bunların ikisi de sensin.. Arzu! Herkes gibi 46 kromozomu olan, herkes gibi sıcakta terleyen, soğukta üşüyen, herkes gibi sevmeyi, sevilmeyi becerebilecek, herkes gibi sevmeyi ve sevilmeyi isteyen, herkes gibi, bir insan.. Ünlü gazetecinin kızıysa bir hayal kahramanı! Ulaşılmaz, dokunulmaz, saygı duyulan, çekinilen bir hayal kahramanı! Bunların ikisi de be miyim...
 
EFEKT            Küçük bir defterin yere düşmesi.
 
ARZU               Al İşte babamın telefon numarası bu defterin içinde yazılı.. Hadisene… Adını biliyorsun nasılsa. (Üzerindeki gömleği çıkarır.) Bu gömleğin içindeyse sadece ben varım.. Babamın o hanım hanımcık kızı değil. Dokunulmaya korkulan hayal kahramanı değil.. Dokunulmak isteyen sıradan bir insan.. Sıradan bir insan.. Bir insan.. Gazetecinin kızı değil.. (tamamen nötr.) Hadi, gel yanıma, dokun bana… Bu benim işte.. Arzu... Arzu..
 
MÜZİK              (Zaman aşımı-Sabah.)
 
ARZU               (Uyanırken mırıldanır) Saat dokuz olmuş.. Emin de gitmiş.. Aptal çocuk.. Şu televizyonun kumandası nerede acaba? Hah, şurada… (televizyon açılır.)
 
SPİKER           (Filtre) ...Olayla ilgili açıklama yapan Emniyet Müdürü arabaya konan ve kontağın çalışmasıyla patlayacak olan bombanın parça tesirli olduğunu ve ünlü gazetecinin suikastten kurtulmasının bir mucize olduğunu söyledi..
 
ARZU               Baba!
 
SPİKER           ...Emniyet Müdürü sabaha karşı ünlü gazetecinin özel telefonunu arayan ve düzgün bir türkçeyle suikasti ihbar eden genç adamın büyük bir faciayı önlediğini, sözü edilen genç adamın suikasti düzenleyen örgüte mensup olup son anda pişmanlık duyduğunun sanıldığını belirtilirken gazetecinin gizli tutulan ve sadece bir kaç kişinin bildiği telefon numarasını nereden bulduğunun araştırıldığını ve soruşturmanın çok yönlü olarak sürdürüldüğünü bildirdi....
 
ARZU               Emin...                                      Toplam 17.752 vuruş (Characters)
 
 
dikkat kan aranıyor
 
                        Olay 90'lı yıllarda bir bahar akşamı 22.00 sularında başlar ve ertesi sabah sona erer.
 
EFEKT             (Telefon ahizesinin kaldırılması ve ardından dijital hatlı bir telefonun çevrilmesi.. Karşı tarafın telefonu çalar ve açılır.)
 
SERAP            Alo..
 
KEMAL           (Filtre) Buyrun...
 
SERAP            İyi akşamlar Kemal Bey. Ben Serap... Şirketten.
 
KEMAL           (Filtre) Ha, evet, buyrun Serap Hanım.
 
SERAP            Kusura bakmayın, sizi rahatsız ettim ama, çok önemli bir mesele var...
 
KEMAL           Buyrun, buyrun rica ederim.
 
SERAP            Şey, sizin kan grubunuz neydi acaba?
 
KEMAL           Kan grubum mu?
 
SERAP            Şey, bir arkadaşım kaza geçirdi de acele kana ihtiyaç var... Doktorlar kan bulunursa yaşayabileceğini söylediler..
 
KEMAL           Benim kan grubum sıfır negatif. 
 
SERAP            Sıfır negatif mi? Allaha şükür.. Şey, gerekirse kan verirsiniz, değil mi?
 
KEMAL           Elbette. Bir insanın hayatı söz konusu..
 
SERAP            Çok teşekkür ederim...
 
KEMAL           Hangi hastanedesiniz, hemen atlayıp geleyim.
 
SERAP            Şu hastanede değilim, evdeyim, sağa sola telefon edip kan arıyorum...
 
KEMAL           Hemen gelip sizi alayım. Hastaneye birlikte gidelim.
 
SERAP            Harika.. Evi tarif edeyim o zaman..
 
KEMAL           Gerek yok. Evinizi biliyorum.
 
SERAP            A, Evet.. Beni bir kere bırakmıştınız..
 
KEMAL           Kaç numaraydı?
 
SERAP            42 numara.. Daire 8.
 
KEMAL           Hemen geliyorum.
 
SERAP            Çok teşekkür ederim. Bu iyiliğinizi nasıl ödeyeceğimi bilemiyorum.
 
KEMAL           Canım ne önemi var. Bugün size, yarın bana..
 
MÜZİK            (Geçiş müziği.)
 
EFEKT             (Kapının zili)
 
SERAP            Geliyorum...
 
EFEKT             (Kapının açılması)
 
SERAP            Hoşgeldin Kemal.
 
KEMAL           Hoşbulduk, hadi, hemen gidelim..
 
SERAP            İçeri buyrun.
 
KEMAL           Durum acil demiştiniz..
 
SERAP            Acil olmasına acil de sizinle konuştuktan sonra gelişmeler oldu..
 
KEMAL           Öldü mü yoksa?
 
SERAP            Aman Allah korusun. Şimdilik bir şeyi yok.
 
KEMAL           Bir an geç kaldım diye korktum...
 
SERAP            Yok canım, içeri gelin de anlatayım... Yoo, çıkarmayın, zaten ortalık darmadağın.
 
EFEKT             (Kapının kapanması)
 
SERAP            Sizinle konuştuktan sonra hastaneyi aradım. Bir miktar taze kan bulmuşlar. Bir süre problem yokmuş. Sizi bulduğumu söyledim, kan gerekirse telefon edecekler.
 
KEMAL           Neyse, buna sevindim. Siz telefon edince ne yapacağımı bilemedim. İki ayağım bir papuca girdi..
 
SERAP            Teşekkür ederim..
 
KEMAL           Arkadaşınız kim? Ben tanır mıyım?
 
SERAP            Pek sanmam, liseden bir arkadaşım..
 
KEMAL           Allah yardımcısı olsun. Kaza nasıl olmuş..
 
SERAP            Kaza sırasında ben de yanındaydım.
 
KEMAL           Sahi mi?
 
SERAP            Evet. (ağlamaklı.) Allah kahretsin.. İş çıkışı yağmur yağıyordu, ben de taksi bekliyordum. Birden önümde bir araba durdu. Bir de baktım liseden bir arkadaşım. Hadi seni eve bırakayım dedi. Yola çıktık, trafik çok tıkalıydı, yol ayrımında "Hadi Kavaklara gidip iki kadeh parlatalım, geçmiş günleri yadederiz." dedi. Sonra Kavaklar'a gittik, iki kadeh bir şey içip geri dönüyorduk, Zincirlikuyu'nun oralarda birden önümüze bir araba çıktı, ondan sıyıralım derken direğe bindirdik. Ben emniyet kemerini taktığım için sarsılıp durdum. Arkadaşım kafasını cama çarptı. (iyice gergindir, handiyse ağlayacak.) Ortalık kan gölüne döndü.. Arabadan indim, bağırdım, çağırdım, inanır mısınız, kimse bakmadı bile.. Sonunda biri durdu, arkadaşımı ite kaka arabaya yerleştirdik. Doğru Etfal hastanesine.. İki saat, yok kayıt makbuzu, yok bilmem ne uğraştırıp durdular.. Niyayet doktorun yanına ulaşabildik.. Sonra da.. (ağlamaya başlar.)
 
KEMAL           Tamam, tamam, gerisi malum...
 
SERAP            (ağlamaya devam ederek.)  Anlayamadığım, insanlar gözlerini önünde birinin ölmesine bile aldırmıyorlar. Millet arabasına kan bulaşacak diye durmuyor.
 
KEMAL           Durumu iyiymiş ya siz ona bakın.
 
SERAP            Kafası gözü dağıldı. Ama doktorlar kan takviyesi yapılırsa bir kaç gün sonra iyileşir dediler, gerisi de estetik cerrahların işiymiş..
 
KEMAL           Kim bilir, belki de daha güzel bir kız yaparlar...
 
SERAP            Daha güzel yaparlar mı bilmiyorum ama arkadaşım kız olmak istemeyebilir..
 
KEMAL           (şaşkın) Arkadaşınız erkek miydi yani..
 
SERAP            (güler) Ne var bunda şaşacak?
 
KEMAL           (Gülmekle gülmemek arasında bir ton.) Hiiç, lise dedin de. Ben erkek lisesi mezunu olduğum için lise deyince aklıma hep erkekler geliyor. Sizin lise arkadaşının da kız olması gerekirmiş gibime geldi...
 
SERAP            Bizim okul karmaydı..  
 
KEMAL           Anlıyorum...
 
SERAP            (sessizlik) Evet.. (sessizlik)
 
KEMAL           Şey, isterseniz ben şimdi gideyim, lazım olursam arayın, hemen gelirim.. Ne zaman istersen, zaten bu gece gözüme uyku girmez..
 
SERAP            Siz bilirsiniz... Özür dilerim, boşu boşuna buraya kadar yordum..
 
KEMAL           Hiç önemli değil.. (Sessizlik.) Siz iyisiniz, değil mi.. (Sessizlik) Serap Hanım, iyi misiniz?
 
SERAP            (Neredeyse kekeleyerek.) Ben.. Ben.. Çok iyiyim.. Geldiğiniz için sağolun.
 
KEMAL           İsterseniz biraz daha kalabilirim..
 
SERAP            (dümdüz) Yo, yo, buna hiç gerek yok, teşekkür ederim..
 
KEMAL           Emin misiniz...
 
SERAP            (sessizlik.) Yalnız kalmak istemiyorum...
 
KEMAL           Tamam, ben buradayım..
 
SERAP            (öper.) Sağol Kemal.. Kemal diyebilirim, değil mi..
 
KEMAL           Tabii...
 
SERAP            İyi ki geldin. Delirmek üzereydim..
 
KEMAL           Saçmalama Allah aşkına, böyle bir durumda yanında olmayacağım da ne zaman olacağım. Zaten gitmeye kalkışmam eşekeşeklikti..
 
SERAP            Estafurullah..
 
KEMAL           Biliyor musun, böyle şeyler beni çok etkiler.
 
SERAP            Otursana. Sana bir viski vereyim, iyi gelir..
 
KEMAL           Galiba haklısın...
 
SERAP            Ben gidip hazırlayayım..
 
EFEKT             (Ayak sesleri, uzaktan bardakların ve buzun sesini duyulur.)
 
KEMAL           Evin çok hoşmuş..
 
SERAP            (uzaktan.) Biraz küçük ama şimdilik idare ediyor işte..
 
KEMAL           Küçük ama hiç bir eksiği yok.
 
SERAP            (uzaktan) Sana öyle geliyor.
 
KEMAL           Canım, her evin bir odası eksiktir.
 
SERAP            (uzaktan.) İyi bir zam alırsam hemen buradan taşınacağım..
 
EFEKT             (Ayak sesleri)
 
SERAP            Eveeet, viskiler geldi..
 
EFEKT             (Bardağa konan buzlar, doldurulan kadeh sesleri)
 
SERAP            Buyrun...
 
KEMAL           Çok teşekkür ederim... Evet, arkadaşının sağlığına içelim.
 
SERAP            Sağlığına.. (Bir yudum alır.)
 
KEMAL           (Tam içecektir ki durur.) Bir dakika ya, acaba içki içersem kan verebilir miyim..
 
SERAP            (Ne diyeceğini bilemez..) Şey, bu hiç aklıma gelmemişti..
 
KEMAL           Ne olacak şimdi?
 
SERAP            Telefon edip soralım...
 
KEMAL           Hemen sor...
 
EFEKT             (Telefon ahizesinin kaldırılışı ve numara tuşlarının sesi.)
 
SERAP            Alo, Kan merkezini bağlar mısınız?.. Tamam, bekliyorum.. Alo, kan merkezi mi?.. Bir şey soracaktım, bir arkadaşıma kan lazımdı, ben de aynı gruptan birini buldum ama adam üç kadeh viski içmiş, bir sakıncası var mı acaba?.. Evet, anlıyorum... Teşekkür ederim.. İyi geceler..
 
EFEKT             (telefon ahizesinin kapanışı.)
 
KEMAL           Ne dediler?
 
SERAP            Hiç bir sakıncası yokmuş..
 
KEMAL           Arkadaşının sağlığına o zaman
 
SERAP            Arkadaşımın sağlığına.
 
EFEKT             (Kadehlerin tokuşturulması)
 
KEMAL           Demin sen anlatırken sanki ben de arabadaymışım, ya da sizi görüp de durmayan orospu çocuklarından biriymişim gibi geldi..
 
SERAP            Sen olsaydın durmaz mıydın?
 
KEMAL           Bilmem..
 
SERAP            Anlamadım..
 
KEMAL           Böyle şeyler yaşanmadan bilinmez..
 
SERAP            Yani durmayabilirdin,öyle mi?
 
KEMAL           Dedim ya, bilmiyorum..
 
SERAP            Böyle bir şey söylediğine inanamıyorum..
 
KEMAL           Böyle bir şey söylediğime ben de inanamıyorum ama, durur muydum, basıp gider miydim bilemiyorum..
 
SERAP            Tuhaf..
 
KEMAL           Peki, sen durur muydun..
 
SERAP            Ben mi?
 
KEMAL           Evet, sen..
 
SERAP            Tabii, elbette dururdum..
 
KEMAL           Emin misin?
 
SERAP            Tabii eminim..
 
KEMAL           Konuşmak kolay tabii.. Bir de şöyle düşün. Yoldan geçen araba adama çarpıp kaçmış, sen de tesadüfen arabanla oradan geçiyorsun, yaralı adamı arabana alıp son sürat yola çıkıyorsun, adam hastaneye varamadan ölüyor.. Hastanede polisler yanına geliyor.. "Ölüyü tanır mıydınız?" "Hayır, yolda kaza yapmıştı, ben de tesadüfen oradan geçiyordum, arabaya alıp hastaneye getirdim." "Bizimle merkeze kadar geleceksiniz." "Niye?" "Orada öğrenirsiniz." "Kardeşim, işim gücüm var, ben sadece insanlık görevimi yaptım." "Biz de başka bir şey söylemedik ki, bunları bir de karakolda anlat olsun bitsin." "Size anlattım ya, bu yetmez mi?" "Uzattın ama birader, hadi gidelim, bizim de işimiz gücümüz var." Sonra karakollarda tanıklık macerası.. Neden, niçin, nasıl, kim, nerede, ne zaman, alkol muayenesi, zabıtlar, kağıtlar, imzalar... Aaa, bir de bakmışsın tanık olarak girdiğin karakoldan sanık olarak çıkmışsın. Ellerin kelepçeli, peşinde bir alay reality şov kameramanı. Gazetede başlıklar: “Trafik canavarı bu kez yakayı ele verdi! Katil kanlı ellerindeki kelepçelerle görünüyor!..” Ve saire... Şimdi sen olsan o yaralı adamı arabana alır mıydın?
 
SERAP            (Sessizlik) Sağol, çok moral verdin..
 
KEMAL           Kusura bakma, her zamanki gibi patavatsızlık ediyorum işte..
 
SERAP            Boşver, içelim.
 
EFEKT             (Kadeh tokuşturması)
 
SERAP            Evime böyle kötü bir sebeple gelmene çok üzüldüm, halbuki kim bilir kaç kere davet etmek istedim ama bir türlü cesaret edemedim.
 
KEMAL           Cesaret mi edemedin?
 
SERAP            Edemedim tabii, ne de olsa iş yerinde amirimsin. Yanlış anlamandan korktum..
 
KEMAL           Canım ne amiri memuru, ben senden üç yıl daha kıdemliyim hepsi bu..
 
SERAP            Peki, öyle durup dururken davet etseydim gelir miydin?
 
KEMAL           Bilmem, her halde gelirdim.. Hem niye gelmeyeyim ki?
 
SERAP            Bilmem. Genç, başarılı, yakışıklı bir müdür sıradan bir sekreter kızın evine gidecek, pek inandırıcı gelmiyor..
 
KEMAL           Yakışıklı mı dedin?
 
SERAP            Öyle mi dedim?
 
KEMAL           Demedin mi?
 
SERAP            Dedim mi?
 
KEMAL           Demedin mi?
 
SERAP            Dedim mi?
 
KEMAL           Demedin.
 
SERAP            Dedim.. (gülerler.)
 
KEMAL           Demek beni yakışıklı buluyorsun...
 
SERAP            Evet, peki, sen beni nasıl buluyorsun? Sence güzel miyim?
 
KEMAL           Bilmem. Hiç alıcı gözüyle incelemedim..
 
SERAP            Ne yani, bu durumda ben seni alıcı gözüyle mi incelemiş oluyorum?
 
KEMAL           Ben öyle bir şey demedim.
 
SERAP            En azından ima ettin..
 
KEMAL           Peki, sen öyle diyorsan öyle olsun. Seni üzdüysem özür dilerim..
 
SERAP            Üzülmek mi. Bunu da nereden çıkardın. Seni alıcı gözüyle incelediğimi farketmen bile benim için bulunmaz bir bahtiyarlık.
 
KEMAL           Teşekkür ederim.
 
SERAP            Teşekkür mü? Neden? Bunu sana söyleyen ilk kişi ben değilim her halde.
 
KEMAL           Serap, bir şey soracağım ama kızmak yok, anlaştık mı..
 
SERAP            Sor bakalım..
 
KEMAL           Bugün Kavaklar'da çok mu içtiniz..
 
SERAP            İki yıldır düşündüklerimi söyleyecek kadar çok, ama senin bana sarhoş demeni gerektirmeyecek kadar az.
 
KEMAL           Ben sarhoş falan demedim..
 
SERAP            Çok mu içtiniz ne demek peki?
 
KEMAL           Şey, özür dilerim. (Sessizlik)
 
SERAP            Asıl ben özür dilerim. Galiba saçmalıyorum..
 
KEMAL           Rica ederim. Galiba saçmalayan benim.
 
SERAP            Bir Viski daha alır mısın?
 
KEMAL           Lütfen.
 
EFEKT             (Bardaklara buz konması ve viski doldurulması.)
 
SERAP            Soruma cevap vermedin..
 
KEMAL           Hangi soruna?
 
SERAP            Beni güzel buluyor musun?
 
KEMAL           Elbette.. Bir kere çok güzel gözlerin var..
 
SERAP            (Öfkelenir.) Hah! Bir kadına çirkin demenin en güzel yolu saçın güzel, gözün güzel demektir.
 
KEMAL           Hiç de değil... Ayrıca alıcı gözüyle bakınca hiç de fena değilsin.
 
SERAP            Fena değilim demek. Teşekkür ederim. Kazanın şokunu atlatmama yardımcı oldun.
 
KEMAL           Laf aramızda kaza meselesini tamamen unutmuştum.. Arkadaşının durumu nasıl acaba?
 
SERAP            Numaramı bıraktım, iyi ya da kötü bir gelişme olursa telefon edecekler.
 
KEMAL           İyi..
 
SERAP            Kemal.
 
KEMAL           Efendim?
 
SERAP            Sana bir şey sormak istiyorum..
 
KEMAL           Tabii..
 
SERAP            Şey, benim bir arkadaşım var. Birinden hoşlanıyor, ama öbürü hiç oralı değil.. Acaba açılsa nasıl olur?
 
KEMAL           Ne bileyim, usulünce yapılırsa neden olmasın. Belki kız da ona karşı ilgisiz değildir.
 
SERAP            Kız olan benim arkadaşım.
 
KEMAL           (melodik) Inınının... Durum biraz daha zor gibi ama erkekler bu konuda daha açıktır. Üstelik birinin kendilerini sevmesi gururlarını okşar.
 
SERAP            Kadınların erkeklere böyle şeyler söylemesi adetten değildir biliyorum ama, yine de söyleyeceğim.. Mesela o erkek sen olsan. Kız da ben. Ben de gelsem sana desem ki.. Sen ve ben. İkimiz.. Yani ikimiz, ne bileyim, çıksak falan. Ne dersin?
 
KEMAL           (Şaka yollu) Bu bir teklif mi?
 
SERAP            Canım, sadece misal..
 
KEMAL           Zor bir soru, öyle pattadanak, değil mi..
 
SERAP            Sadece merak ettim.. Hadi, cevap ver..
 
 KEMAL          Yani, şimdi böyle damdan düşer gibi konuşulacak şey değil ki bu...
 
SERAP            Peki, şöyle sorayım...
 
KEMAL           Bir dakika, bir dakika, bir şey sorma..
 
SERAP            Neden.. İnsanın birine onu beğendiğini söylemesi için illa erkek mi olması lazım..
 
KEMAL           Canım elbette değil..
 
SERAP            Diyelim ki benim yerimde sen varsın, yani benimle ilgileniyorsun.. Böyle bir durumda ne yapardın..
 
KEMAL           Bilmem..
 
SERAP            Hayatında hiç böyle bir şey olmadı mı yani?
 
KEMAL           Galiba oldu..
 
SERAP            Galiba da ne demek.. Ya olmuştur, ya da olmamıştır.
 
KEMAL           Evet. Böyle bir durumda kaldığımı hatırlıyorum.
 
SERAP            Ne yaptın peki?
 
KEMAL           Canım, böyle şeyler öyle pat diye söylenmez ki.. Ne bileyim, önce göz göze gelinir, bakışılır, gelen sinyaller olumlu gibiyse de ne olacaksa olur...
 
SERAP            Ya o ilgi duyduğun kişi hiç gözlerine bakmıyorsa, baksa da görmüyorsa.. O zaman ne yaparsın? Başka bir şeyler yapmak gerekir, değil mi..
 
KEMAL           Evet..
 
SERAP            Ne yaparsın, söylesene..
 
KEMAL           Ne bileyim. Bunun bir sürü yolu vardır.
 
SERAP            Kızı bir bahane bulup bir yere davet edersin, ne bileyim iki kadeh bir şey içilir, belki dans falan edilir sonra ortam yumuşayınca da ne diyeceksen dersin.
 
KEMAL           Evet..
 
SERAP            Benim yaptığım da bundan başka bir şey değil..
 
KEMAL           Yani şimdi sen...
 
SERAP            Bu kaseti yeni aldım. Pek hoş bir kaset.. (Romantik bir müzik...) Dansedelim mi?
 
KEMAL           Serap Bu durumda dans etmeyi nasıl düşünebilirsin ki..
 
SERAP            Ne varmış durumda?
 
KEMAL           Yani arkadaşın hastanede yatıyor.
 
SERAP            Boşver şimdi arkadaşımı, doktorlar onun için gerekeni yapıyorlar.. Dans etmeyecek miyiz?
 
KEMAL           Bir dakika, bir dakika.. Beni çok şaşırtıyorsun.. Bu kaza, yaralı arkadaş meselesi doğru mu yalan mı?
 
SERAP            Lütfen lafı değiştirme.. Bir haftadır bu söyleyeceklerimi sıraya koymaya çalışıyorum. Ta o şeyden beri...
 
EFEKT             Teybin stop düğmesine basar müzik durur.
 
KEMAL           Neyden beri...
 
SERAP            (tekdüze konuşmaya başlar.) On-onbeş gün önce bir arkadaşım böbrek ameliyatı oldu. Kan grubu benimkiyle aynı olduğu için ona kan verdim. Düşündüm, ben olmasam belki başkası kan verecekti ama, ben vardım işte. Ameliyat sırasında benim kanım hortumdan akıp arkadaşıma hayat veriyordu. Kız iyileşti ve taburcu oldu.. Bir kaç gün sonra iğnenin batırıldığı yerde allerjik bir şeyler oldu. Kabarmalar falan. Hastaneye gittim. Bazı tahliller yapmak istediklerini söylediler. Yine kan verdim. Sonuçları almak için yarın gel dediler. O gece uyuyamadım. Basit bir allerjiydi, biliyordum. Ama yine de uyuyamadım... Hani filmlerde olur ya.. Esas kıza ya da esas oğlana "En çok üç ay ömrünüz kaldı." derler. Sanki ertesi sabah hastaneye gidince doktor bana "Serap hanım, çok üzgünüm ama, yazık ki sadece üç aylık ömrünüz kaldı." diyecekmiş gibi geliyordu. İşte o gece karar verdim. Öyle ya yaşamak ve ölmek bazan iki ucu delikli incecik bir hortumun içine bile hapsolabiliyordu madem, hayattan alabileceğim her şeyi almam gerek diye düşündüm. En azından bunu denemem gerekiyordu. Böylece hiç değilse gözüm arkada kalmazdı.. (Sessizlik.) Dün şirketin bilgisayarından tesadüfen senin kan grubunun sıfır negatif olduğunu öğrenince bir hikaye uydurdum.. Bugün kaza falan olmadı, arkadaşıma rastlamam, Kavaklar falan hepsi palavraydı. Bütün yapmak istediğim....
 
KEMAL           Serap...
 
SERAP            Bana çok kızdın, değil mi...
 
KEMAL           Boş ver şimdi bunu..
 
SERAP            Kızacağını ta başından beri biliyorum. Bütün istediğim beni anlaman..
 
KEMAL           Seni anlıyorum..
 
SERAP            Peki ne diyorsun?
 
KEMAL           Ne dememi bekliyorsun?
 
SERAP            Bilmem... (ağlamaya başlar.) Saçmaladığımı söyle, ya da ne bileyim, "Kızım senin başına vurmuş." de. Bağır, çağır, küfret, ama n'olur bir şeyler söyle.
 
KEMAL           O kan alıp vermeler, tahliller falan seni çok etkilemiş anlaşılan..
 
SERAP            Evet, ama bu hissettiklerimi etkilemedi ki. Sadece, iki yıldır kendi kendime söylediğim şeyleri artık sana da söylemeye cesaret ettim hepsi bu..
 
KEMAL           Bak, derdin nedir tam olarak bilemiyorum ama, sıkıntılı günler geçirdiğin meydanda, onun için sonradan pişman olacağın şeyler yapmanı da söylemeni de istemiyorum..
 
SERAP            Bunları iki yıldır sana söylemek cesaretini bulamamaktan başka pişmanlığım yok. Tamam.. Merak ettiğim şeyi de öğrendim.. Üstelik çizmeyi aştığım için de özür dilerim.. (ağladı ağlayacak.) Yarın büroda yüzüne nasıl bakacağımı bilmiyorum. Ama bunları söylemesem de deli olacaktım. Yalvarırım, bütün söylediklerimi unut. Çok utanıyorum.. (ağlamaya başlar.)
 
KEMAL           O kadar uzun boylu da değil. Sen içinden geçenleri söyledin, ben de.. (sessizlik) Ben de... Bulunmaz hint kumaşıymışım, senin büyükbabanmış gibi ahkam kestim. Asıl özür dilemesi gereken biri varsa o da benim..
 
SERAP            (Kendini toparlamaya çalışır, gülümsemeye gayret ederek.) Şimdi de sen saçmalamaya başladın. Bir viski daha?
 
KEMAL           Madem kan falan verecek değilim, istediğim kadar içerim, öyle değil mi..
 
SERAP            (Gülümseyerek) Değil mi ya..
 
EFEKT             (Viski kadehlerinin doldurulması.)
 
SARAP            Bu arada sakın sarhoşken kan falan vermeye kalkma. Deminki telefon da uydurmaydı. (gülerler.) Yalanların, trafik kazası palavralarının sona ermesine.
 
EFEKT             (Kadehlerin tokuşturulması)
 
SERAP            Biliyor musun, bunları anlatarak rahatladım. Ne bileyim, iki senedir yaydığım elektriğin seni de etkileyeceğini düşündüm her halde.
 
KEMAL           İki sene ha.. Allah Allah, nasıl farkına varmadım acaba?
 
SERAP            Gerçekten hiç farkına varmadın mı?
 
KEMAL           Nasıl yani?
 
SERAP            Ne bileyim, hani insan bazı şeyleri anlar ama hiç bir şey yokmuş gibi devam eder. Ben senin öyle yaptığını düşünüyordum.
 
KEMAL           Serap...
 
SERAP            Efendim..
 
KEMAL           Sana ispatlayabilirim..
 
SERAP            Neyi?
 
KEMAL           İki yıldır böyle bir şeyi hiç farketmediğimi.
 
SERAP            Nasıl ispatlayacaksın?
 
KEMAL           Eğer iki yıl boyunca bir kere olsun sana alıcı gözüyle bakmış olsaydım...
 
SERAP            Evet?
 
KEMAL           Evet, iki yıl boyunca sana bir kere olsun alıcı gözüyle baksaydım, belki de bugün "Arkadaşım kan kaybediyor, senin kan grubun neydi?" diye ben seni arardım...
 
SERAP            Anlayamıyorum..
 
KEMAL           Anlaşılmayacak bir şey yok... Sen ve ben. İkimiz, yani ikimiz ne bileyim, çıksak falan ne dersin?
 
SERAP            Kemal, sana bir şey soracağım. Ama kızmak yok, anlaştık mı?
 
KEMAL           Sor bakalım...
 
SERAP            Viskiyi biraz fazla kaçırdın galiba...
 
KEMAL           İki yıldır farkedemeyeceğim bir şeyi farkedecek kadar çok, ama senin bana sarhoş demeni gerektirmeyecek kadar az.. (Gülmeye başlarlar.) Bak, benim bir arkadaşım var, kızın biri bundan hoşlanıyor ama benim arkadaşım hıyar olduğu için farketmiyor. (Kahkahalarla gülmeye başlarlar. Kemal, katıla katıla güler. Bir süre sonra Serap durur.)
 
SERAP            (Ciddi) Kemal... Artık gitsen iyi olacak galiba....
 
KEMAL           Saçmalıyorum, değil mi..
 
SERAP            (aynı ciddiyetle) Evet.
 
KEMAL           (kafası da hafif kıyak, mahçup) Evet. (gitmeye davranır.) Şey, ben düşündüm de neden olmasın. En azından denemeye değer...
 
SERAP            Çok içtin. Sonradan pişman olacağın bir şeyler yapmanı ve söylemeni istemem.
 
KEMAL           Pişman olmak mı.. Bunca yıl köpek gibi çalıştım... Niye? Banka hesabımdaki sıfırlar durmadan artsın diye. Arabamın modeli duvardaki takvimin gerisinde kalmasın diye. Kütüpanem zaman bulup da okuyamadığım kitaplarla dolsun diye.. Dinlemediğim CD’lerimi çalmak için en yeni seti alayım diye. Liseden beri bir kere bile gitmediğim pazar konserlerinin kombine biletleri sezon başında masamda hazır bulunsun diye.. Nerede olduğunu bile bilmediğim bir sürü devre mülkün sahibi olayım diye. Pişman olmak nedir sen nereden bileceksin... İnsan neden pişmanlık duyar bilir misin, genç, başarılı, (alayla) hıh, üstelik yakışıklı bir müdür olup adam olamamaktan.. Birilerine bakıp da görememekten... Ve derken, günün birinde cep telefonun çalıyor. Biri, "Bir arkadaşım kaza geçirdi, senin kanına ihtiyaç var." diyor. Bir insana hayat vereceksin, ama içinden "sıçacağım bu cep telefonun da içine. Nereye gitsen peşindeler, rahat yok." diye geçirmekten kendini alamıyorsun. Ama gelmesen de olmaz.. (güler.) Meğerse kimsenin kanıma falan ihtiyacı da yokmuş.. Bakıp da göremediğim biri bana sevgi dolu bir el uzatmak için üç kağıt açıyormuş. (Güler.) Bak bu son cümleyi pek beğendim. Lisedeki kompozisyon derslerinden beri böylesini yumurtlamamıştım.. Yumurtlamam da gerekmedi zaten. Çünkü ben rakamlarla konuşurum. Bir milyon dolar... Üçyüz bin Doyçe Mark… Sekiz bin kutu bilmem ne.. Sekiz milyarı oradan alın şuraya yatırın.. Yüzde 134'den aşağı olmaz.. Seksenyedi işçiyi derhal kovun. (Gülmeye başlar.)
 
SERAP            Kemal, iyi misin...
 
KEMAL           Niye yaptın bunu bana.. Ne güzel idare edip gidiyordum.. Rakamlarımla, arabamla, cep telefonumla ne kadar iyi geçiniyordum. Mutlu değildim belki ama mutlu olmadığımın farkında da değildim.. İnsan gibi yaşamıyordum belki ama bunun da farkında değildim. Ayrıca da şeyimde bile değildi... (ağladı ağlayacak) Hııı, bak bu cümle de hiç fena olmadı.
 
SERAP            Kemal
 
KEMAL           Ben n'apacağım şimdi...
 
SERAP            Biliyor musun iki yıldır sana aşığım... Zaman zaman acaba sana mı yoksa hep son model arabana mı aşığım diye düşünmedim desem yalan olur. Zaman zaman acaba sana mı yoksa okumadığın kitaplarına mı aşığım diye düşünmedim desem yalan olur. Zaman zaman geceleri rüyama giren beyaz atlı prenstin ama zaman zaman da rüyama BMW'siyle giren başarılı, genç yakışıklı müdürdün.. Seni her zaman sevdim ama, zaman zaman... Zaman zaman seni öldürmeyi bile düşünmedim desem yalan olur.. Beyaz atlı Prens ve BMW'li müdür... Biri ödüllendirilmeli, öteki cezalandırılmalı... Hangisi hangisi bilmiyorum ama, ikisi de sensin... Sana hem bir ödül vereceğim hem de bir ceza... Hangisi ödül hangisi ceza bilmiyorum ama, ikisi de benim.. Hadi gel, artık ne olacaksa olsun..
 
MÜZİK            Hafif gerilimli bir müzik.. Zaman aşımı..
 
KEMAL           Ihhh Sabah olmuş.. Saat dokuzbuçuk.. Serap! Sarap neredesin.. Hah, şurada bir not var...
 
EFEKT             Ayak sesi..
                       
SERAP            (Sesi ekolu gelir.) AIDS'liler kulübüne hoşgeldin.
 
KEMAL           Aman Allahım!
 
MÜZİK            Final müziği….
 
SON
 
 
 
 
Toplam 18.285 vuruş (Characters)
 
 
 
 
 
ikinci oyunun sonu
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
HESAPLAŞMA
 
                        Olay 90'lı yıllarda bir bahar günü gece 23.00 sularında başlar ve biter.
 
                        Tek başına yaşayan Meltem'in evinin büyük odası. Çekyat, yanında bir komidin, gece lambası, laptop bir bilgisayar ya da daktilo, seyirci tarafında varsayılan bir televizyon, müzik seti, telsiz telefon ve bütün bunların yanı sıra uzaktan kumanda cihazları. Ayrıca da, ve saire. Ya da oyunu sahneye koymaya karar veren kurumun olanakları ve rejisör ile dekoratörün keyfi nasıl istiyorsa öyle.
 
                        Fonda popüler bir şarkı çalmaktadır. Oyun başladığında 27-28 yaşlarındaki Meltem'i çekyat'ın üzerinde outurmuş bir metni okurken görürüz. Derken metni okumayı bitirir ve telefona yönelir. Numaraları çevirir. Kısa bir beklemenin ardından...
 
MELTEM         Alo.. Merhaba Arif, ben Meltem... Oyunları okudun mu... Canım tabii ki ufak tefek düzeltmeler yapacağım.. Ha?.. Bilmiyorum.. Evet.. Hı hı.. Bir dakika bir dakika, bu iş telefonda olmayacak galiba... İşin yoksa bana gel.. Evdeyim tabii canım nereye gideceğim.. Tamam.. Bir saat sonra.. Bekliyorum.. Öptüm.. (Tam kapatacaktır ki.) Alo.. Hah, Arif gelirken biraz meyva falan alsana.. Tamam..
 
                        Telefonu kapatır, metinleri tekrar eline alır, sayfaları karıştırır, sonra da uzaktan kumandayı kullanarak müzik setinin sesini açar. Derken kararır.
 
                        Kapının zili çalarken ışıklar yanar. Müzik hala devam etmektedir Meltem uzaktan kumandayı kullanarak müziği kapatır ve kapıyı açmaya gider.
 
MELTEM         (dışarıdan) Nerede kaldın yahu? Bir saat dedin neredeyse üç saat oldu.
 
ARİF                (dışarıdan) Gelirken Kemal'in yerine uğradım, arkadaşlara takıldım. Vaktin nasıl geçtiğini anlamamışım..
 
MELTEM         (dışarıdan) Neyse gir hadi..
 
ARİF                (dışarıdan) Terlik yok mu?
 
MELTEM         (dışarıdan) Boşver, gir içeri.. (girerler.)
 
ARİF                (Elinde içi dolu torba ile bir dosya vardır.) Hava da çok sıcak. (Elindekileri bırakır.) Taksi durağından buraya kadar yürüdüm terden sırılsıklam oldum.
 
MELTEM         Arabayla gelmedin mi?
 
ARİF                I-Ih.. İçkiliyken araba kullanmam.
 
MELTEM         Bugün erken başladın ha?
 
ARİF                Yoo, daha başlamadım. Dönüş için tedbir alıyorum. İçmeye Birazdan başlayacağım. (Torbanın içinden bir viski şişesi çıkartır.)
 
MELTEM         Hazırlıklı geldin ha..
 
ARİF                Ne demişler, ok atacaksan yayını yanında taşıyacaksın.
 
MELTEM         Ona pek öyle demezler ya neyse..
 
ARİF                Hadi, içerden buz getir de ok atmaya başlayalım..
 
MELTEM         Şunları da yıkayayım bari.. (Torbayı da alır, çıkar.)
 
ARİF                (Cebinden sigarasını çakmağını çıkarır, bir sigara yakar.) Bugün çok yoruldum, bütün gün çekimdeydim.
 
MELTEM         (dışarıdan) Sizin dizi çok tuttu maşallah.
 
ARİF                Allah bilir ikibin bölüm çekeriz.
 
MELTEM         (dışarıdan) Köşeyi döndün desene..
 
ARİF                Nerde.. Benimki işin hamallığı. Herifler her hafta 40-50 sayfa yazmayı çocuk oyuncağı sanıyorlar. (taklit eder.) "Arif Bey, kusura bakmayın, bu hafta ödeme yapamayacağız. İnşallah ilerde telafi ederiz." Eşşekoğlu eşşekler!
 
MELTEM         (Elinde buz kasesi, kadehler ve meyva tabağıyla girer.) Ne küfür ediyorsun be.
 
ARİF                Nasıl etmeyeyim abi, işi zamanında teslim etmek için eşek gibi çalışıyoruz kimsenin umurunda bile değil.
 
MELTEM         Onlar öyle olur.
 
ARİF                Hani alacağına şahin borcuna karga derler ya aynen öyle. Hele o yapımcı olacak pezevengin yatacak yeri yok. Bir keresinde asistanı fotokopide iki sayfayı kaybetmiş, hazrete benim getirmediğimi söylemiş. Çağırıp ne dese beğenirsin. "Arif Bey, burada ciddi iş yapıyoruz, set yarım gün boş kaldı. Bunun maliyetini biliyor musunuz siz!"
 
MELTEM         Suratına bir tane çaksaydın..
 
ARİF                Olur mu öyle şey, bütün şirinliğimi takınıp "Çok haklısınız beyefendi" dedim, "O iki sayfayı kaybeden ve fingirdemekten başka bir şey bilmeyen gerzek asistanınızı derhal kovun."
 
MELTEM         O ne dedi?
 
ARİF                Ne diyebilir ki. Kızın fingirdek olduğunu zaten herkes biliyor. Gerzek olduğunu da en iyi hazret biliyor çünkü kız kendisiyle, o yağ tulumuyla fingirdiyor.
 
MELTEM         Şöhrete giden yolu bulmuş desene..
 
ARİF                Kız bütün gerzekliğiyle şöhrete giden yolu bulmuş, biz hala viskiye giden yolu bulmuş değiliz. (İçkileri hazırlar.)
 
MELTEM         Bana bak, çok içmek yok. Oyunları konuşacağız, ona göre..
 
ARİF                Oyunlar! İçmeden oyun mu konuşulurmuş. Ne diyor Melih Cevdet: "Bir bardak soğuk suyla şiir yazıldığı nerede görülmüş.", ya da buna benzer bir şey..
 
MELTEM         Dalga geçme Allahaşkına. İki aydır bunlarla uğraşıyorum..
 
ARİF                Kızım, senin başka işin gücün mü yok. Reklamcılıktan malı götürüyorsun nasılsa. Ne diye oyunlarla moyunlarla uğraşıyorsun..
 
MELTEM         Ne alakası var şimdi?
 
ARİF                Ne demek ne alakası var. Bal gibi de var işte. Oyun yazmak eskidenmiş, şimdi benim gibi televizyona dizi yazacaksın. Artık herkesin elinde bir zaptırgeç, bacaklarını uzatıp televizyonun seyrediyor. Bilet alıp tiyatroya giden kalmadı.
 
MELTEM         Bütün yazarlar, oyuncular, yönetmenler, herkes televizyonda bir numaralar yapmak için uğraşıp durursa olacağı budur..
 
ARİF                N'apalım yani, üç kuruşa tiyatroyla mı uğraşalım..
 
MELTEM         Herşey para mı yani.
 
ARİF                Hayır, dünyada paradan daha önemli şeyler de vardır.. Ama şimdi aklıma gelmiyor.
 
MELTEM         Bayat espri..
 
ARİF                Espri bile değil ki bayat olsun.. Ama yine de bunlara gülecek birileri bulunuyor. Öyle olmasaydı aynı lafları söyleye söyleye bir dizi üçyüz bölüm, üçbin bölüm olabilir miydi? Neyse, felsefeyi bırakalım şimdi... (kadehini kaldırır.) Oyunlarının şerefine..
 
MELTEM         Bu bile beni heyecanlandırıyor..
 
ARİF                Zaten o heyecan da olmasa... Neyse, bak, açık konuşacağım. Kızmak yok ama..
 
MELTEM         Niye kızayım canım..
 
ARİF                Hayır, kuzguna yavrusu hoş gelir de o bakımdan..
 
MELTEM         Saçmalama. Ben o kadar duygusal mıyım yani..
 
ARİF                Yoo, herkesin hap yapıp para kazandığı bir dönemde kimsenin seyretmeye zahmet bile etmeyeceği şeyler yazacak kadar mantıklısın..
 
MELTEM         Sabrımı mı deniyorsun..
 
ARİF                Tamam, pakala.. Bak, bir kere oyunların isimlerinden başlayalım.. "Dikkat Kan Aranıyor" ve "Nasreddin Hoca'nın Karısı". Bir kere birbiriyle hiç uyuşmuyor. Birinde insanın gözünde kan revan içinde bir hasta, koşuşan doktorlar, hemşireler, hasta yakınları falan filan canlanıyor, ötekinde de ak sakallı, sempatik, komik bir adam ve onun üç etekli midir nedir öyle bir şey giymiş çilekeş karısı.. Şimdi sen seyirci olsan afişte biri kanlı polisiye, öteki komik iki oyunu bir arada görmeye gider misin?
 
MELTEM         Bir dakika, bir dakika, benim reklamcı olduğumu unuttun galiba. Karşıtlıklar insanda her zaman merak uyandırır. Böyle iki ayrı şeyin alakasını görmek için bile tiyatroya gitmeye değer.
 
ARİF                Peki. Diyelim ki sen haklısın. Diyelim ki insanlar, "Ne lan bu, amma matrak ha, biri kanlı öteki Nasreddin'li" deyip salonu doldurdular. Sonra birbirinin neredeyse aynı iki oyunu niye seyretsinler ki.. Hadi diyelim birinciyi seyrettiler, ikincisinde ta başından sonunu bildikleri için sıkılmaya başlayabilirler..
 
MELTEM         Nereden bilecekler sonunun aynı olduğunu, belki de ters bir final var diye iyiden iyiye dikkatleri uyanabilir.
 
ARİF                Ama böyle her söylediğime bir kulp takarsan olmaz ki..
 
MELTEM         Kulp falan taktığım yok ki. Sen oyunlarımı eleştiriyorsun, ben de savunuyorum..
 
ARİF                Daha eleştirmeye başlamadım. Bunlar sadece teknik şeyler.. Birbirine çok benzeyen iki oyunu peşpeşe seyretmek insanları sıkabilir.
 
MELTEM         Hah, dinime küfreden müslüman olsa derler ya seninki de o hesap. Biraz evvel insanların aynı şeyleri dinleye dinleye bir diziyi üçyüz bölüm, üçbin bölüm seyrettiğini söyleyen sen değil misin?
 
ARİF                O çok başka bir şey..
 
MELTEM         Neymiş başkalığı?
 
ARİF                Ya, bak televizyonla tiyatro aynı şey değil.. İkisinin de seyircisi başka başka. Bir kere televizyon seyretmek için özel bir emek gerekmiyor. Üstelik keyfinin istediği an kanal değiştirebilirsin. Halbuki tiyatroda oturduğun koltuğu son ana kadar terkedemezsin.
 
MELTEM         Benim de bildiğim şeyleri söyleyerek nereye varmak istediğini anlayamıyorum. Bir kere önemli olan benim oyunumun...
 
ARİF                Oyunlarının. Çünkü ikisi bir arada olmadan, tek tek değerlendirmek mümkün değil....
 
MELTEM         Peki, oyunlarımın.. Bir kere önemli olan benim 'oyunlarımın'.. bir dakika, niye oyunları tek tek değerlendiremiyormuşuz ki.
 
ARİF                İkisi birbirini tamamlıyor da ondan. Aradaki paralellik iyi yakalanmazsa bu iki oyun tek başlarına pek bir şey ifade etmez.
 
MELTEM         Ay iyice kafamı karıştırdın.
 
ARİF                İşte aynı karışıklık seyircinin de kafasında oluşabilir. Söylemek istediğim de bu. Çünkü insanlar tiyatroya başı ortası sonu olan şeyler seyretmeye giderler. En azından seyredecekleri şeyin öyle bir şey olduğunu düşünürler.
 
MELTEM         Eee?
 
ARİF                Esi ne, sen birbirine çok benzer iki oyunu hemen hemen aynı dekor içinde peş peşe oynatıyorsun.
 
MELTEM         Ama afişte, broşürde, her yerde iki oyun oynanacağı belirtilecek.
 
ARİF                Nereden belli? Oyunun Broadway'de mi oynanacak? Ya bütçesi zayıf bir tiyatro oynamaya kalkarsa, o zaman ne olacak, ne afiş ne broşür...
 
MELTEM         Ben tiyatro muhasebecisi miyim. Bırakalım da bunu oyunu oynayacak tiyatro düşünsün. Sanki oyun sahnelenmiş, oynanıyormuş da bizim de işletmecilik problemlerini çözmemiz gerekiyormuş gibi konuşuyorsun.
 
ARİF                Bak, oyunun dünyanın gelmiş geçmiş en iyi yazılmış oyunu olabilir, ama bunu kimse oynamaz. Bir de dünyanın en kötü oyununu yazarsın herkes oynamak için peşine düşer.
 
MELTEM         Hadi canım, olur mu öyle saçma sapan şey.
 
ARİF                Hem de nasıl olur. Bir tiyatro oyununun ya da bir film senaryosunun hayata geçmesinin en başta gelen koşulu nedir sence?
 
MELTEM         Kalitesi tabii, başka ne olabilir ki?
 
ARİF                Kalitesi malitesi değil hayatım. Sana öyle geliyor. Önemli olan tek şey maliyettir. (Viskisinden son yudumu içer.) Bir viski daha alır mısın?
 
MELTEM         İyi olur ambale oldum..
 
ARİF                (Bir yandan viski doldurur.) Bir yazının iyi eser sayılması için, ilgi çekici bir konunun, akıcı ve anlaşılır diyaloglarla anlatılması yeterli değil artık. Hatta gerekli bile değil.
 
MELTEM         Nasıl yani?
 
ARİF                İster inan ister inanma ama, artık elinde bir proje dosyasıyla bir tiyatro idaresine, film şirketine ya da televizyon kuruluşuna başvurunca karşına çıkacak adamların ilk soracakları şey, konu, kalite, şu, bu olmayacaktır.. Kapıdan girer girmez "Kaça malolur?" diyeceklerdir. Kaç kişi? Kalabalık mı? Kaç mekan var? Ve saire, ve saire, ve saire...
 
MELTEM         Bu çok saçma ama...
 
ARİF                Bak şimdi, diyelim bir senaryo yazdın. Adı da "Beş Kafadar Manavgat'da" (Olayı adeta canlandırarak anlatır. Meltem'in reaksiyonları da ihmal edilmemeli.) Beş arkadaş Topkapı'dan otobüse atladıkları gibi soluğu Side'de alıyorlar. Gezip tozuyorlar. Bu arada hikaye bu ya diskotekte kızlarla karşılaşıyorlar, iki gün sonra, akıllarına esiyor, kızları da alıp minibüse atladıkları gibi ver elini Manavgat. Filmin en heyecanlı yeri de burası zaten. Kızlardan biri Şelale'nin sularına kapılıp gidiyor. Esas çocuk kahramanca atlıyor ve kızı kurtarıyor. Kız mecburen oğlana aşık oluyor. Müzik giriyor. Mutlu son... Öyle sıradan bir gençlik filmi işte..
 
MELTEM         Eeee?
 
ARİF                Basit bir hikaye, ama ilgi çekici. Şimdi karşına bir yapımcı çıkıyor.. "Bir kere olay İstanbul'da, Side'de ve Manavgat'ta geçiyor. Buna hiç lüzum yok. Şimdi düşün kardeşim, o kadar insanı al taa oralara götür, yedir, içir, değil mi ya. Bak aklıma ne geldi. Bu gençler Belgrat Ormanı'nında Piknik yapmaya gitsinler! Nasıl ama, iyi, değil mi.. Ayrıca beş arkadaş olması da olaya pek bir şey katmıyor. Beş de kız on ediyor, en iyisi mi siz bunu üçe düşürün. Belgrat Ormanı'nda diskotek de olamayacağına göre pekala voleybol oynarken karşılaşabilirler. Tabii tabii üstelik bu mizanseni de zenginleştirir. Şimdi düşün kardeşim, kızlar voleybol oynarken top oğlanların masasına geliyor ve esas çocuğun ayaklarının dibinde duruyor. Oğlan topu almak için eğiliyor ve o sırada kız oğlanın tepesinde. Kamera oğlanın gözünden kızın bacaklarını süzerek yükseliyor, yükseliyor ve göz göze geliyorlar... Müthiş! Müthiş! Tebrik ederim kardeşim! Bu film iş yapar."
 
MELTEM         (Artık kahkahalarla gülmektedir.) Hiç güleceğim yoktu vallahi.
 
ARİF                Dur, daha bitmedi.. "Yahu birader, şu tiyatroya hiç kafam basmıyor, şimdi sahnenin bir köşesinde biri çıkıyor, elinde telefon, sahnenin ortasındakilerden biriyle konuşuyor, sahnenin ortasındaki diğerleri o köşede konuşanı duymuyormuş gibi yapıyorlar.. Hiç de inandırıcı değil. Halbuki sinema öyle mi ya.. Her şey tamı tamına gerçek. Mesela, bu filmde Belgrat ormanında çılışmak istiyorsun değil mi.. Çalış kardeşim, çalış, Senden Belgrat Ormanı'nı mı esirgeyeceğiz.. "Beş Kafadar Manavgat'ta", oldu mu sana "Üç Kafadar Belgrat Ormanı'nda" Malesef işler aynen, tıpa tıp böyle oluyor..
 
MELTEM         Canım biraz abartmıyor musun?
 
ARİF                Abartmak mı? "İki Arkadaş Maçka Parkı'nda" Ben yazdım. Geçen sene de çekildi.
 
MELTEM         Atıyorsun...
 
ARİF                Atmıyorum. İçine de tamı tamına 24 tane reklam aldılar.. Sonra da üç kere daha yayınladılar..
 
MELTEM         İnanılır gibi değil.
 
ARİF                Benim babam senin babanı döver.
 
MELTEM         Bok döver, babam öleli üç sene oldu.
 
ARİF                Meltem...
 
MELTEM         Efendim?
 
ARİF                Yaşın çıkacak..
 
ARİF                Oyunlarınla ilgili sanatsal, edebi, fikri ve zaruri konuşmaya devam mı edeyim yoksa mi viskileri tazeleyeyim.
 
MELTEM         Biraz hızlı gitmiyor muyuz?
 
ARİF                (İçkinin etkisiyle sendeler.) Acelemiz var.
 
MELTEM         Ne acelesi?
 
ARİF                Şey.. Canım laf olsun diye söyledim işte.. (İçkileri tazeler.) Evet, şimdi oyunun sanatsal, edebi, fikri ve zaruri konularına geçebiliriz..
 
MELTEM         Benimle alay mı ediyorsun sen?
 
ARİF                Yoo, sadece bazı şeyleri daha iyi görmeni sağlamaya çalışıyorum.
 
MELTEM         Mesela?
 
ARİF                Mesela, yazdığın iki oyunda da çaresizliğin pençesinde kıvranan genç insanların küçücük bir dokunuşa duydukları ihtiyacı anlatıyorsun. Minicik bir dokunuş yıllar yılı inandıkları bir sürü şeyin yıkılmasıyla son buluyor.. Doğru mu?
 
MELTEM         Aşağı yukarı..
 
ARİF                İnsanlar minicik şeylerin peşine takılıp giderler ama minicik şeylerin peşine takılıp gidenlerin hikayelerini inandırıcı bulmazlar. Bir sürü genç insan senin yazdığın olayın kahramanı olmak için can atar ama bunu sahnede görmek onlara çok itici gelir nedense. Bir kız elini tutmak istedi diye oğlanın kafasına çantayı geçirir, sonra da gider aşkından intihar eder.
 
MELTEM         Nereye varmak istediğini anlamıyorum..
 
ARİF                Nereye varmak istediğimi ben de anlamıyorum. İki oyunda da insanın içini cız ettiren bir şeyler var ama, nasıl söyleyeyim, yani işler biraz hızlı mı gidiyor nedir?
 
MELTEM         Niye hızlı gidiyor olsun ki.. İki insan birbirlerine karşı, içlerinde küçücük kıvılcımlar hissediyorlar ve olması gereken oluyor...
 
ARİF                İçkinin te tesiri var ama.. Viskiler su gibi akıyor..
 
MELTEM         İçki burada da su gibi akıyor.
 
ARİF                Senin yazdığın oyunların kahramanları yarım saat içinde önce sarhoş sonra da aşık oluyorlar..
 
MELTEM         Benim oyunlarımda kimse kimseye aşık olmuyor..
 
ARİF                Yatıyorlar ama..
 
MELTEM         Bu aşık olduklarını göstermez..
 
ARİF                Eğer aşık olmuyorlarsa bu daha da fena. Serap zaten aşık. Yıllardır kendini farketmeyen Müdürü'nü baştan çıkarıyor..
 
MELTEM         Evet.
 
ARİF                Ondan sonra da ona AIDS bulaştırıyor.. (abartarak) Benim olmayacaksan seni kimseye yaretmem.. O sahne olmasa oyun çok daha hoş olurdu. Bir oda müziği gibi..
 
MELTEM         Ama ben sürprizli ve etkileyici bir final yazdım..
 
ARİF                Öbüründe de öyle.. Emin nereden duyduysa kızın babasının havaya uçurulacağını öğrenmiş, gelmiş kızın tepesine, telefon numarası da telefon numarası.. Sonra da kızın feryatları.. (Tansu Çiller tonlarıyla) "Allah soyadımın belasını versin. Ben bir bireyim, babamın kızı değilim. Benim adım Arzu... Arzu... Arzu... Bir de toplumsal taşlama ve özeleştiri.. "Bu evi babamın parasıyla tuttum. Babamdan kurtulmak için babamın parasıyla."
 
MELTEM         Beğenmediysen beğenmedim de çık işin içinden. Bu kadar yıpratıcı olman gerekmez.
 
ARİF                Yıpratıcı mı.. Yoo, hiç böyle bir niyetim yok. Tam tersine, ben yapıcı olmaya çalışıyorum..
 
MELTEM         Senin gibi dostum varken düşmana hiç ihtiyacım yok doğrusu.
 
ARİF                "Oyunlarını çok beğendim! Şahane! Olağan üstü! Müthiş!" demeliydim. Öylesi hoşuna giderdi değil mi?
 
MELTEM         Sen çok içtin!
 
ARİF                "Alaylı, taklit tonlarıyla" Oyunun hakkında düşündüklerimi samimi olarak söyleyecek kadar çok, ama senin bana sorhoş demeni gerektirmeyecek kadar az. (Ciddileşir.) Beni yakışıklı buluyor musun?
 
MELTEM         Allahaşkına kes şunu..
 
ARİF                Beni yakışıklı buluyor musun?
 
MELTEM         Kes dedim.
 
ARİF                Bunu Arif soruyor, yani ben. Meltem'e soruyorum, yani sana.. Lütfen soruma cevap ver..
 
MELTEM         Saçmalıyorsun..
 
ARİF                Saçmalamıyorum, finalde kızın karşıma geçip soyunmaya başladığı bir oyunun kahramanı olmak istiyor olamaz mıyım?
 
MELTEM         Derdin buysa avcunu yalarsın..
 
ARİF                Emin'le Kemal avcunu yalamıyor ama..
 
MELTEM         Nereden biliyorsun?
 
ARİF                Meltem, bu konuştuklarımız bir oyunun diyalogları olsaydı seyirciyi bayardı.. Onun için artık uzatmayalım...
 
MELTEM         Haklısın. Uzatmayalım...
 
ARİF                Oyun yazarı kızın evine gelen genç meslekdaşı kıza hafiften askıntı olur, kız hiç oralı değildir. Oğlan masanın üzerindeki sigarasını alır (sigarasını alır.) Kapıya doğru yürür. (kapıya doğru yürür.) Son bir kez dönüp bakar. (Dönüp bakar.) Soldan çıkar. (çıkar. elini kapıdan uzatır, el yordamıyla elektrik düğmesini bulur.) Kararır. (düğmeye basar kararır.)
 
 
SON
 
 
 
GÜZEL ŞİİRLER
 
 
 
 
531227 ziyaretçi (1596561 klik)
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol