Ö Ğ R E T M E N
OYNAYANLAR: Öğretmen, Giray, Cemre, İlknur, Cem, İlkay
BİRİNCİ BÖLÜM
DEKOR: Derslik. Atatürk Köşesi. Öğretmen masası. Üzerinde dünya küre. Sıralar. Duvarda harita. Yazı tahtası. Tebeşir. Silgi. Ödev kağıtları.
( Derslik... Öğrenciler sıralarında otururlar.)
ÖĞRETMEN (İçeri girer.) – Günaydın çocuklar!
ÖĞRENCİLER ( Ayağa kalkar.) – Günaydın öğretmenim!
ÖĞRETMEN – Oturun çocuklar.
( Öğrenciler otururlar.)
ÖĞRETMEN – Çocuklar! Ödevleriniz hazır mı?
ÖĞRENCİLER – Hazıır!
GİRAY ( Parmak kaldırır.) – Öğretmenim, size bir şey sorabilir miyim?
ÖĞRETMEN ( Ödev kağıtlarını toplarken) – Sor bakalım, Giray.
GİRAY ( Kurnaz kurnaz) – Öğretmenim, insan yapmadığı şeyden ötürü ceza görür mü?
ÖĞRETMEN – Görmez, oğlum.
GİRAY ( Sevinçle el çırparak havalara zıplar.) – Yaşasın! Ben ödevimi yapmadan okula gelmiştim.
( Öğrenciler güler.)
ÖĞRETMEN ( Gülümseyerek Giray’ın kulağına yapışır.) – Seni gidi, şeytan çekici seniii! Bu kurnazlığını ödevlerini yaparak göstersene...
ÖĞRETMEN ( Masa başına gider, oturur. Ödevleri inceler. Masa üzerinde duran küreyi döndürerek) – Çocuklar! Karma ödev kağıdında, her birinizin birçok eksiğini gördüm. Fakat çoğunuz Dünya’nın uydusunun adını yazmamış. Neden? Bilmeniz gerekirdi?
( Bu sırada Cemre ayağa fırlar.)
CEMRE – Ayy!
ÖĞRETMEN – Aferin Cemre! Bildin, otur.
( Öğrenciler gülüşür.)
ÖĞRETMEN – Çocuklar, neden gülüyorsunuz?
CEM ( Ayağa kalkarak) – Öğretmenim! Bildiğinden söylemedi. İlknur, Cemre’ye çimdik attı. O da acıdan “Ay!”diye bağırdı.
(Öğretmen de, öğrenciler de gülerler.)
ÖĞRETMEN – Çocuklar! Çimdik şakası, Dünya’mızın uydusunun Ay olduğunu Cemre’ye söyletti. Artık kimse unutmaz. Öyle değil mi?
ÖĞRENCİLER – Eveet! ( Gülerler)
ÖĞRETMEN (Ödev kağıtlarından birini göstererek) – İlkay “gelmek fiilini” şimdiki zamana göre çekim yapmasını unutmuşsun. Kalk, çekimini yap.
İLKAY ( Ayağa kalkar.) – Celeyrum, celeysun, celey...
( Öğrenciler güler.)
GİRAY – ( Ayağa fırlar.) – Öyle mi söylenir babo?
ÖĞRETMEN ( Gülümseyerek ) – Öyleyse, sen söyle.
GİRAY - Gelirem, gelirsen, geliir..
( Öğrenciler güler.)
İLKNUR – Öğretmenim, ben söyleyeyim mi?
ÖĞRETMEN – Söyle kızım.
İLKNUR – Geliyorum, geliyorsun, geliyor. Geliyoruz, geliyorsunuz, geliyorlar.
(sınıf alkışlar.)
ÖĞRETMEN – Aferin, İlknur! Çocuklar, iki arkadaşınız kendi yörelerinin şiveleri ile çekim yapmaya kalkınca komik oldular. Onlar da zamanla dillerini düzeltecek, güzel Türkçe’mizi düzgün söyleyeceklerdir. Öyle değil mi?
ÖĞRENCİLER – Eveet!
ÖĞRETMEN – Giray, ödevini yapmadan geldin. Şimdi tahta başına geç. Sözlü sınav olacaksın.
GİRAY (Tahta başına geçer.) – Öğretmenim, bir daha ödevimi yapmadan okula gelmeyeceğim.
ÖĞRETMEN – Peki, Giray, aferin! Söyle bakalım. Fırından beş tane ekmek aldın. Fırıncıya bir buçuk milyon lira verdin. Geri kaç lira alacaksın?
GİRAY ( Düşünür gibi yapar.) – Hiiç!
ÖĞRETMEN – Nasıl hiç?
GİRAY – Öğretmenim, benim babam fırıncıdır. Biz ekmeğe para vermeyiz.
( Öğrenciler güler.)
ÖĞRETMEN ( Gülümseyerek ) – Öyle olsun... Peki, şu soruyu yanıtla. Beş tane iki kaç eder.
GİRAY ( Düşünür.)
ÖĞRETMEN – Oğlum, siz her hafta çarşıya yumurta götürüp satmıyor musunuz?
GİRAY – Satıyoruz, öğretmenim.
ÖĞRETMEN – İyi düşün! Yumurtaları ikişer ikişer sepete beş sıra dizdiniz.
GİRAY – Öğretmenim, biz yumurtaları sepete ikişer dizmiyoruz ki...
ÖĞRETMEN – Ya, kaçar diziyorsunuz?
GİRAY – Üçer üçer diziyoruz.
ÖĞRETMEN – Öyle olsun! ... Yumurtaları sepete üçer üçer, beş sıra dizdiniz. Hepsi kaç yumurta eder? Çarp bakalım.
GİRAY ( Kurnaz kurnaz) – Çarpamam öğretmenim.
ÖĞRETMEN – Neden çarpamazmışsın?
GİRAY – Çarparsam, yumurtalar kırılır da ondan...
(Öğrenciler güler.)
ÖĞRETMEN (Gülerek ) – Peki... Sekizin yarısı kaç eder.
GİRAY - ( Kurnaz kurnaz) – Enine mi, boyuna mı öğretmenim? ( Tahtaya büyükçe sekiz çizer!) Sekizi enine bölersek... (Çizgiyle böler.) Üst üste iki sıfır eder. Boyuna bölersek... ( Sekizi çizgiyle boydan boya ayırır.) Yarısı üç olur.
( Öğretmen de, sınıfta kahkahayla güler.)
ÖĞRETMEN – Bir soru daha! Bakalım, bunu nasıl yanıt vereceksin? On parmaktan on çıktı, kaç kalır?
GİRAY – On parmaktan on çıktı, yine on kalır, öğretmenim!
ÖĞRETMEN ( Şaşarak) – Nasıl, yani?
GİRAY ( Koşarak oturduğu sıraya gider. Çantasından bir çift eldiven çıkarır. Parmaklarına geçirir. Sonra eldivenleri parmaklarından çıkararak.) – İşte böyle öğretmenim... On parmaktan on çıktı, yine on kalır...
( Öğrenciler güler.)
ÖĞRETMEN ( Gülerek Giray’a yaklaşır. Tombul yanaklarından okşayarak) – Çocuklar, Arkadaşınız ne güzel buluşlar yaptı, değil mi?
ÇOCUKLAR – Eveet, öğretmenim!
ÖĞRETMEN – Giray, ilerde iyi bir mizah yazarı olur. Bu söyleyişimizi Okul Gazetesi’ne yazın. Öteki sınıflarda okuyup gülsünler.
( Öğrenciler, Giray’ı alkışlarlar.)
ÖĞRETMEN – Çocuklar! Sosyal Bilgiler’den sözlü sınav yapacağım. Sınava gönüllü kim kalkacak?
( Hiçbir öğrenciden parmak kalkmaz.)
ÖĞRETMEN – Öyleyse ben de not defterini açar, oradan kaldırırım. ( Sayfaları rast gele çevirir. Cem’in adını okur. Cem iki büklüm tahta başına geçer.)
ÖĞRETMEN – Cem! Duvarda asılı duran haritanın yanına git. Mısır’ı soracağım. Dünyada Mısır’ın nesi meşhurdur?
CEM ( Bir haritaya, bir sınıfa bakar.) – Şey... Öğretmenim! Mısır’ın nesi mi meşhurdur?
ÖĞRETMEN – Evet, çocuğum! Mısır’ın nesi meşhurdur?
CEM – Şey... Patlamışı öğretmenim!
ÖĞRETMEN ( Şaşkın) – Patlamışı mı? Sen neler söylüyorsun?
CEM ( Kurnaz kurnaz) - Evet, öğretmenim. Mısırın patlamışı meşhurdur. Dedem kış geceleri ocakbaşında mısır patlatır.
Ateşte çıtır pıtır patlayan mısır mis gibi kokar. Pamuk gibi açar. Yemesi ne hoştur.
( Öğrenciler kahkahayla güler.)
ÖĞRETMEN (Gülerek) – Bugün bizim sınıf, Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı’na döndü. Sen de mi komiklik yapacaksın?
( Cem utanır, başını öne eğer.)
ÖĞRETMEN – Mısır denilince, Nil nehri ile piramitler akla gelir. Biri Mısır’a hayat verir. Öbürü turist çeker.
ÖĞRETNCİLER – Eveet!
ÖĞRETMEN – Türkiye’nin böyle meşhur yerleri vardır. Örneğin Pamukkale, Bodrum.
ÖĞRETNCİLER – Eveet!
ÖĞRETMEN – Cem, Bodrum nerededir? Yararları nelerdir?
CEM – Şey..: ( Yine kafadan atar.) Bodrum evlerimizin alt katındadır. Odun, kömür koymaya yarar.
( Öğrenciler güler.)
CEMRE – Öğretmenim! Bodrum. Ege Denizi’nde yat limanıdır. Bol bol turist çeker.
ÖĞRETMEN (Ciddileşir.) – Cem, Giray’a özenmeyi bırak. Alırsın zayıfı, ha! İyi düşün, doğru cevap ver.
CEM – Peki, öğretmenim!
ÖĞRETMEN – 1514 yılında yapılan savaşın adı nedir?
CEM ( Sınıfta imdât ister gibi bakar. İlkay “ Çaldıran!” diye fısıldar. Fakat Cem heyecandan pek iyi anlayamaz.) – Çıldıran, öğretmenim!
( Öğrenciler kikir kikir gülüşür.)
ÖĞRETMEN ( Kaşlarını çatar.) – Ne, çıldıran mı?
CEM (Yaptığı yanlışı anlar. Fakat bozuntuya vermez.) – Evet, öğretmenim, çıldıran! Şah yenilince ordusunu kaybetti. Tahtını kaybetti. Hazinesini kaybetti. O nedenle üzüntüsünden çıldırmış olabilir. O savaşa çıldıran savaşı da denir...
( Öğretmen ve sınıf kahkahayla güler.)
ÖĞRETMEN – Anlaşıldı, çocuklar! Bugün sınıfın neşesi yerinde... Madem öyle, benim de size komik sorulu bilmecelerim var. bilin bakalım; borcu olmayan ilçemizin adı nedir?
ÖĞRENCİLER – Ödemiş! Ödemiş!
ÖĞRETMEN- En yumuşak yöremiz neresidir?
ÖĞRENCİLER – Pamukkale! Pamukkale!
ÖĞRETMEN – Denizin ortasında ne vardır?
ÖĞRENCİLER – Ada!
ÖĞRETMEN – Bilemediniz! Sorunun yanıtı böyle olmayacak...
ÖĞRENCİLER – Vapur!
ÖĞRETMEN – Hayır! Hayır!
İLKAY – Öğretmenim, sen söyle!
ÖĞRETMEN – Olmaaz! Siz bulacaksınız. Değişik düşünün... Aslında bilmeceyle birlikte yanıtı da içinde... Denizin ortasında NE vardır.
İLKAY – Öğretmenim, ben bildim! Deniz bir sözcük; ortasında “N” harfi vardır.
ÖĞRETMEN – Aferin, İlkay!
(Sınıf İlkay’ı alkışlar.)
CEMRE – Öğretmenim! Bir bilmece daha sor.
ÖĞRETMEN – Soracağım. Aklınızdan kolayca toplama, çıkarma, bölme yapabileceğiniz sayılar tutun. Ben de sayınızı bilip söyleyeceğim. Fakat nasıl bildiğimi kim bulacak?
ÖĞRENCİLER – Sor! Sor!
ÖĞRETMEN – Aklınızdan bir sayı tutun!
ÖĞRENCİLER – Tuttuk, öğretmenim!
ÖĞRETMEN – Tuttuğunuz sayı kadar arkadaşından alın!
ÖĞRENCİLER – Aldık, öğretmenim!
ÖĞRETMEN – Benden de 10 alınız!
ÖĞRENCİLER – Aldık, öğretmenim!
ÖĞRETMEN – Hepsini toplayın!
ÖĞRENCİLER – Topladık, öğretmenim!
ÖĞRETMEN – İkiye bölün!
ÖĞRENCİLER – Böldük, öğretmenim!
ÖĞRETMEN – Arkadaşınızdan aldığınız sayıyı geri verin!
ÖĞRENCİLER – Verdik, öğretmenim!
ÖĞRETMEN – Geriye 5 kalır. Bildim mi?
ÖĞRENCİLER – A a a! Bildiniz, öğretmenim.
ÖĞRETMEN – Peki, nasıl bildim?
ÖĞRENCİLER – Nasıl bildiniz, öğretmenim?
( Zil çalar.)
ÖĞRETMEN- Zil çaldı. Eve gidince anne ve babalarınızla birlikte düşünün! Siz bulun! İyi günler.
ÖĞRENCİLER – Sağool, öğretmenim!
P E R D E
İ K İ N C İ B Ö L Ü M
OYNAYANLAR: Öğretmen, Şair, Heykeltraş, Ressam, Müzisyen, Mimar
DEKOR : Şairin, heykeltraşın çalışma masaları. Daktilo, büst. Ressam, mimar ve müzisyenin meyilli çalışma sehpaları. Tablo, fırça, nota kağıtları, cetvel, gönye. Tabure, sandalye, saksı içinde çiçekler.
( Perde açılır. Ressam, elinde fırça ve paletle tablo üzerinde boyama yapar. Geriden, yandan inceler.
Heykeltraş, çekiç ve yontu aleti ile “tak tak” çalışır. Müzisyen aletini “tın”latır, notaya alır.
Mimar, cetvel ve kalemle ölçer, çizer. Şair, sahne önünde, sağa sola volta atarak şiirler okur. Öğretmen, geriden gençleri izler.)
ŞAİR – Ey, güzellikler diyarının füsunkar perisi!
Sen bir ahu gibi dağdan dağa kaçsan da...
Seni aşkım canavarlar gibi yine takip edecek!
( Sahnedeki arkadaşları şaire bakarak gülerler.)
ÖĞRETMEN – Evlat! Hangi diyarlardan gelip hangi iklimlere gidiyorsun?
ŞAİR – Kim o? Beni alaya alan kim?
ÖĞRETMEN – Hey gidi gençlik, hey!
ŞAİR ( Öğretmene bakarak) – İhtiyar... Bir ihtiyar... İçeri gel ihtiyar!
( Öğretmen ağır adımlarla sahneye girer.)
ŞAİR – Ne diyorsun ihtiyar?
ÖĞRETMEN – ( Yüzünde tatlı bir gülümseme vardır.) – Hangi hayal ülkesinde uçuyorsun diyorum, böyle evlat?
ŞAİR – Uçmuyorum. ( Heyecanlı) Güzellikler ikliminden, yaratıcılık dünyasına gidiyorum.
ÖĞRETMEN ( Şaşkın) – Gidiyor musunuz? Kiminle?
ŞAİR ( Sahnedekilere göstererek) – Arkadaşlarla... Gel, seni sanatçı arkadaşlarımla tanıştırayım. (Neşeli) Hey, arkadaşlar! Bakın size kimi getirdim.
( Gençler, ihtiyar konuğa dönüp bakarlar. İhtiyar da onları teker teker süzer.)
ŞAİR – İşte, geleceğin yaratıcıları!
ÖĞRETMEN – Geleceği yakalayabilseler bari...
HEYKELTRAŞ ( Hırçın bir sesle) – Ne diyorsun ihtiyar? Gelecek her zaman bizimdir. Bizler öldükten sonra, gene bizimdir.
ÖĞRETMEN – (Heykeltraş’a doğru yürür.) – Çocuğum, sanatın nedir?
HEYKELTRAŞ – İşte, görüyorsun ya! Heykeltraşlık... (Çalışmasını sürdürerek) Benim elimin altındaki taşlar, mermerler, Zalim Neron’un karşısında olduğu gibidir. Titrer, şekil alır.
Mermer buse olur, kadın olur, gözyaşı olur. Keder ve hüzün olur. İnsanların katı yüreklerine, zamanın bitmez, tükenmez tokatlarına göğüs gerer.
Müzelerin, tapınakların serin ve loş gölgeleri arasında kuş tüylerine gömülmüş hükümdar ve krallardan daha rahat, sonsuza dek yaşar.
ÖĞRETMEN ( Ressama döner. Çalışmalarını seyreder.) – Ya, sen evladım?
RESSAM ( Neşe dolu bir sesle) – Ben... ( Tablo üzerinde fırça hareketi yaparak) Ben göklerdeki renklerle oynarım. Boyaların, şekillerin büyüsünden anlarım. ( Havada resim yapar gibi) Gölgeleri olduğu gibi belirlerim. Bir parça bez ya da kağıt üzerine bir dünya kurarım.
En güzel dudaklardaki gülümsemeler gelip geçicidir. En güzel gözler, bir gün gelir, ölür. Toprak olur. En güzel yüzler buruşur, çöker.
Fakat benim fırçamın ucundan doğanlar, oldukları yerde büyük bir bağlılık ve içtenlikle kalırlar. Solmaz, yıpranmaz ve ölmezler.
Ben içinde yaşadığım yüzyılı, öbür yüzyıllara, ruhunu da gelecek kuşaklara iletirim. Bir tek bez parçasına dünyanın bağrındaki altınlar kadar değer veririm.
ÖĞRETMEN ( Müzisyene yaklaşır.) – Evlat, pek sevinçlisin. Aradığını bulmuşa benziyorsun.
MÜZİSYEN ( Bestesine ara vererek.) – Aradığını bulmak mı? Ben aramam, yakalarım. Ben bir avcıyım. ( Müzik aletini tınlatır.) Havalarda dolaşan sesleri kovalar, onları yakalarım. Gizli isyanların, gizli aşkların, acı ve sıkıntıların ezgilerini dinler, tutarım.
Gökler gelir, benimle görüşür. Denizler yaklaşır, kubbemde inler. Sinirler kavgalarını benim ruhumda yatıştırır. Bakışlar benim önümde ses, gözyaşları nakarat, gülümsemeler beste ve ritim olur. ( Telleri tınlatarak.) Elimdeki alet, melodilerle geçmişi geleceğe, kalpleri kalplere bağlar.
Ben ölür, toprak olurum. Fakat... (Nota sesleri) Bu melodiler hiçbir zaman ölmez, sonsuza dek yaşayıp giderler.
ÖĞRETMEN ( Duygulanır. Mimara yaklaşır.) – Söyle bakalım, senin sanatın da onların ki gibi ölmez mi? Sonsuza dek yaşar mı?
MİMAR – Evet... Benimki de onlarınki gibidir. Ben hayallere, düşlere can ve ruh veririm. Elimin altında duran toprak, taş, kireç, kum benim buluşumla, yaratıcılığımla insanlığın onuru, mutluluğu ya da duanın sembolü olur.
Saraylar kurarım. Kaleler yaparım. Zaman onları yıksa bile, kalıntıları önünde insanlar her zaman hayran kalırlar.
İşte, Efes harabeleri! İşte Selçuk sarayları!
ÖĞRETMEN ( Şaire yaklaşır.) – Ey, genç! Sen ne yaparsın?
ŞAİR ( Daktilo başında) – Ben şairim baba, şair... Sözcüklerle uğraşırım. Sözcükler benim esir ve kölelerimdir. Ne zaman istesem, duygulansam karşıma gelir, yerlere kadar eğilirler. El, etek öperler. Sonra ben onları şekilden şekle sokarım.
( Müzisyenden hafif nağmeler...)
Onlar bazen aşk, sevgi, bazen zafer ya da isyan olurlar. Bahardan kokular, melodiler getirirler. Onlardan oluşan taburların önünde krallar bile selam dururlar.
Halk, yediden yetmişe, onları ezberden bilir.
Benden söz etmeyen, beni anmayan hiçbir çağ yoktur.
ÖĞRETMEN – Tüm bu uğraşlar niçin gençler?
MÜZİSYEN – Niçin olacak? Sanat için... Zevk için...
ÖĞRETMEN – Bence tam değiller.
( Gençler birbirine bakarlar.)
MİMAR _ Yaa! Tam zevk nerede? Hangi meslekte?
ÖĞRETMEN ( Heyecanlı) – Ben de... Tam zevk bende. Benim mesleğimde.
GENÇLER (Merakla) – Mesleğin nedir? Nedir mesleğin?
ÖĞRETMEN – Mesleğim öğretmenlik...
“ Ben öğretmenim çocuklar!
Unuttuğunuz yüzleriniz bende.
Gülüşleriniz, gözleriniz
Dolaştığınız bahçelerde kalan
İzleriniz bende.
Ben öğretmenim çocuklar!
Unutmam hiçbirinizi,
Bininizi, on bininizi
Kendiniz bile unuturken
O günlerdeki kendinizi.”
“ Düşerseniz düşerim, koşarsanız koşarım.
İçimi bir tuhaf eder kan,
Sıyrılmış kollarınız,
Çizilmiş dizleriniz bende.
Ben öğretmenim çocuklar!
Usul usul, ince ince
Bereketli yağmurlar gibi yağmak isterim üstünüze.
Çalsın bütün ziller tepelerden, doruklardan
Yine bugün son dersiniz bende...”
( Gençlerin yanlarına teker teker giderek)
Siz taşları yontarsınız, ben genç dimağları...
Siz tuvalleri boyarsınız, ben ruhları...
Siz melodiler icat eder. Ben ilkeler, inançlar, ülküler...
Siz binalar kurarsanız, ben gezen saraylar...
Siz kelimelerden taburlar dizersiniz, ben zekalardan...
Ne yazık ki, benim üzerimde işlediğim kafalar gün gelir ölür. Toprak olur. Boyalarımın üzerinde imzam yoktur.
En kötüsü, yarattığım inanç ve ülküler bir gün bana karşı durabilirler. Gezen saraylar çürür, beni tanımazlar olur. Taburlar dağılır, görünmez olur. Ama tüm bunlara karşın savaşımdan vazgeçmem. En isyankâr insan bile benim avuçlarımın içinde kalır.
HEYKELTRAŞ – Yazık! Zevk bunun neresinde?
ÖĞRETMEN – Nankörlük karşısında direnme ve yılgınlık göstermeden kararlılık... Çıkar ve karşılık beklemeden savaşabilmekte...
( Öğretmen çıkar. Gençler işlerine dönerler. Şair duygulanmıştır. Öğretmenin sözleri onu etkilemiştir. Ayakta, öğretmeni yaşar.)
ÖĞRETMEN – Siz taşları yontarsınız, ben genç dimağları. Siz tuvalleri boyarsınız, ben ruhları. Siz melodiler icat eder, ben ilkeler, inançlar, ülküler...
( Gençler, şairi izler. Onu anlamaya çalışırlar.)
ŞAİR – Ne yazık ki, benim üzerinde işlediğim kafalar ölür, toprak olur. Yarattığım inanç ve ülküler bir gün bana karşı durabilirler. Ama ben bütün bunlara karşın savaşımdan vazgeçmem. ( Arkadaşlarına döner.)
Arkadaşlar! Bizim sanatımız, bizim uğraşımız öğretmenlik mesleğinin yanında bir hiçtir. Kadınların zarif boyunlarında takılı ziynet eşyası gibi süsten, gösterişten öte geçemez.
Öğretmenlik öyle mi ya?.. O, beyaz gerdanı, zarif boyunları değil; beyinleri süsler, değerlendirir. Ülkülerle, inançlarla işler. O, yeryüzünde dolaşan Tanrı’nın sihirli değneğidir.
( Teker teker arkadaşlarına)
Sen mimar, sen müzisyen, sen ressam, sen taşlara ruh veren adam! Becerilerimize kimlere borçluyuz?
Okul yıllarımıza hatırlıyorum da... Şu kadarcıktık. ( Mimara) Boynun ip gibi, karnın küp gibiydi. Oyuncakların kibrit çöpü ve çakıl taşlarıydı. ( Ressama) İşin gücün duvarları, sıraları karalamaktı. Garip çizgilerle sınıfı kirleten yaramaz bir çocuktun. ( Müzisyene) Sen, yarının bestecisi! Cırlak sesinle kulaklarımızı tırmalardın. Düşünün! Yeteneklerimizi keşfeden öğretmenlerimizi düşünün. ( Ressama) Bayramlarda sınıf süsleme işlerini sana verirdi. ( Mimara) Derslerde konuların şekillerini sana çizdirirdi. ( Müzisyene) Müzik korosunu sana yönettirirdi. ( Heykeltraşa) Çamurdan, kardan yaptığın heykellerle öğretmenimizin sevgisini kazanırdın.
Dünyaya bizi annemiz getirdi. Sanat dünyasına da öğretmenlerimiz.
MÜZİSYEN – Büyük insan biraz önce aramızda idi.
MİMAR – Tek tek bizimle ilgilendi. Bizi dinledi.
HEYKELTRAŞ – Onu anlayamadık.
RESSAM – Nasıl da heyecanlı idi, mesleğim öğretmenlik derken...
ŞAİR – Biz onu umursamadık bile.
MÜZİSYEN – Ey, ne duruyoruz öyleyse? Koşalım ardından. Özür dileyelim. Kulübümüze üye edelim.
HEPSİ – Elini öpelim. Gönlünü alalım.
Öğretmenim! Öğretmenim!
( Koşarlar. Sahneden çıkarlar. Az sonra öğretmenle birlikte sahneye dönerler.)
ÖĞREETMEN – Teşekkür ederim çocuklar!
“Mesut olmuş görmek isterim hepinizi
Dertliyi, erkeği, yaşlıyı, genci...
Bayram sevinciyle, kol kola sokaklarda
Su başlarında, ağaç altlarında, parklarda
Sevgililer, baş başa, muratlarına ermiş...
Çocuklar, el ele, bir halka oluvermiş
Ne yoksul ahı, ne dul hıçkırığı, ne hasta iniltisi
Mesut olmuş görmek isterim hepinizi...”
GENÇLER ( Alkış tutar.) – Yaşa öğretmenim, çok yaşa! Artık aramızdasın. Hep birlikte mesut olacağız. ( Elini öperler.)
P E R D E
|