FORUM
=> Daha kayıt olmadın mı?

FORUM'A ÜYE OLMAYANLAR SADECE KONU BAŞLIKLARINI GÖREBİLİRLER VE GÖNDERİ YAPABİLİRLER AMA KONU İÇERİKLERİNİ GÖREMEZLER. ÜYE İSENİZ LÜTFEN GİRİŞ YAPIN. ÜYE DEĞİLSENİZ => Daha kayıt olmadın mı? SEÇENEĞİNİ TIKLAYARAK HEMEN ÜYE OLUNUZ. LÜTFEN ELİNİZDEKİ BELGELERİ GÖNDERİN. ŞİİRLERİNİZİ GÖNDERİN.

FORUM - 9. SINIF TÜRK EDEBİYATI TÜM KONULAR VE TESTLER

Burdasın:
FORUM => 9. SINIF TÜRK EDEBİYATI => 9. SINIF TÜRK EDEBİYATI TÜM KONULAR VE TESTLER

<-Geri

 1  2  3 Devam -> 

EBULLAKLAKA (Ziyaretçi)
06.03.2008 18:39 (UTC)[alıntı yap]
ÜNİTE I
GÜZEL SANATLAR VE EDEBİYAT

GÜZEL SANATLAR VE EDEBİYAT
Eğitim amacıyla tarih, coğrafya, biyoloji, fizik, kimya vb. alanlarda yazılan eserler bilimsel eserlerdir. Bilimsel eserlerde gözleme, deneye ya da sayısal değerlere yer verilir.
İnsanda bir takım güzel duygular uyandıran, insana bir coşku ve heyecan veren eserlere sanat eseri denir. Sanat eserleri insanın duygu ve hayal dünyasını geliştirir, zenginleştirir.
Sanat eserleri insanın maddî ve manevî pek çok gereksinimini karşılar. Bunların bir kısmı göze, bir kısmı da kulağa hitap eder. Bu sanat dallarından şiir, edebiyat, müzik kulağa; resim, fotoğraf, mimarî, heykel de göze hitap etmektedir. Bunlar arasında hem göze hem kulağa hitap eden sanatlar da vardır. Tiyatro, opera, bale, sinema vb.
Sanat dalıyla uğraşan kişiye sanatçı denir. Sanatçı ortaya koyacağı esere duygu, düşünce ve hayal gücüyle birlikte el becerisini ve emeğini katar. Sanatçı, insanların ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla yapılan bir eğitimin yanı sıra ve deneyim ve ustalık (beceri) gerektiren el emeğine dayanan faaliyetlere zanaat denir. Terzilik, berberlik, demircilik vb.
Edebiyat, resim, müzik, mimarlık ve heykeltıraşlık gibi güzel sanatların arasında yer almaktadır. Duygu ve düşüncelerimizi söz veya yazı ile dile getiririz. Ancak bu dile getirişte sözün güzel ve etkili söylenmesine özen gösteririz.
Edebiyat, Arapça “edep” sözcüğünden türemiştir. Edep sözcüğü “eğitim, iyi terbiye, naziklik, incelik” gibi anlamlara gelir; ancak burada kastedilen, ruhun eğitilmesidir. İşte şiir, öykü, roman, tiyatro ve sinema (film) gibi eserler karşısında bir heyecan ve coşku duyar ve ruhumuzun dinginliğini hissederiz.
Duyguları, düşünceleri, olayları söz veya yazı ile güzel ve etkili bir biçimde anlatma sanatına edebiyat denir.
Edebiyat; duygu, düşünce, sevinç, umut, üzüntü, tasa, kaygı gibi bireysel duyguları ve toplumsal hayattaki olayları yansıtan bir sanat dalıdır.
Öte yandan belirli bir bilim alanında yazılmış eserlerin tümü için de edebiyat sözü kullanılır: tıp edebiyatı, hukuk edebiyatı gibi. Bu anlamda bilim adamları arasında “literatür” sözcüğü yaygın olarak kullanılır. Bunun yanında edebiyat ile ilgili kuralları öğreten bilim dalına da edebiyat denir. Örneğin nazım, nesir, ölçü, gazel, koşma gibi kavramların öğretildiği bilim dalının adı edebiyattır. Ayrıca belirli bir döneme ya da sanat anlayışına bağlı kalınarak yazılan eserlere de edebiyat denir. Halk edebiyatı, Tanzimat edebiyatı, Klâsik edebiyat gibi.
Dilimizde kullanılan “edebiyat yapmak” sözü ise herhangi bir konuda güzel ve etkili bir şekilde konu dışı gereksiz konuşmalarda bulunmak demektir; ancak bu tutum, edebiyatın amacı ile ilgili değildir.
Arapçada ilmül edep (edep bilimi) adı altında “söz ve yazıda yanlış yapmamayı öğreten bilim” anlamında kullanılan edebiyat sözü bizde Tanzimat Döneminden sonra kullanılmaya başlanmıştır. Daha önce bu anlamda şiir ve inşa (nesir) sözleri kullanılmakta idi. Edebiyat terimini ilk kez Şinasi bir yazısında “fenni edep” (iyi ahlak öğrettiği için) edep anlamında kullanmıştır. Daha sonra Namık Kemal, Recaîzade Mahmut Ekrem gibi yazarlar tarafından kullanılan bu sözcük zamanla, iyi ahlak öğreten bilim anlamından sanat öğreten bilim anlamını kazanmıştır.
Sanat eseri olarak edebiyat: Duygu, düşünce, hayallerin söz veya yazı ile güzel ve etkili bir biçimde anlatılmasına denir.
EDEBİYATIN BİLİMLERLE İLİŞKİSİ
Güzel sanatların bir dalı olan edebiyatın diğer bilim dallarıyla ilgisi vardır. Bir sanatçının ortaya koyduğu eser psikoloji, sosyoloji, felsefe ve tarih vb. bilimlerle ilgili olabilir. Sanatçı sosyal bir çevre içerisinde yaşar; eserini ortaya koyarken de bu çevreden etkilenir. Ele aldığı eserde kişisel duygu, düşünce ve izlenimlerini anlattığı gibi toplumun gelenek, görenek, inanç gibi değerlerini de ele alabilir. Bir sanatçının yaşamı da ortaya konan eser kadar önemlidir. Örneğin Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu” adlı romanı incelenirken; yazarın içinde bulunduğu ruhsal durumu belirlerken psikolojiden, sanatçının yetiştiği sosyal çevreyi incelerken sosyolojiden; yazarın etkilendiği akımları ve dünya görüşünü belirlerken felsefeden, eserin yazıldığı dönemi incelerken de tarih biliminden yararlanılır.
DİLİN İNSAN VE TOPLUM HAYATINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ
Dil bir iletişim aracıdır. Duygu, düşünce ve istekler dil ile aktarılır. Duygu ve düşüncelerin aktarılmasında sözü söyleyen kişi kaynak, söylenen bir söz (mesaj, ileti), iletilen sözü alan alıcı ve bir de iletişimin yapıldığı iletişim ortamı vardır. Bu düzeneğe iletişim sistemi denir. Bu yönüyle dil en etkin bir iletişim aracıdır.
Her sanat dalının kendini ifade ediş tarzı farklıdır. Ressam renklerle, müzisyen seslerle, mimar ana maddesi toprak ve taş olan maddelerle sanatını yerine getirir. Edebiyatın da ana malzemesi dildir. Dil sayesinde duygular, düşünceler, sevinçler, üzüntüler dile getirilir. Bu bakımdan dil olmadan edebiyat olmaz; dil edebiyatı, edebiyat da dili besler, geliştirir. Edebi eserler sayesinde dil gelişir; anlam zenginliği kazanır ve sözcük sayısı artar. Bu yönüyle dil altına, şair ve yazarlar da bu altını işleyen kuyumcuya benzetilir. Hikâyeler, romanlar, şiirler, tiyatro türündeki eserler dil ile yazılır.
Dilin diğer önemli bir yanı da ulusal birlik ve beraberliği sağlamasıdır. Aynı dili konuşan, aynı duygu düşünce ve zevkleri paylaşanlar, kederde ve kıvançta birlikte hareket ederler.
Bir ulusun maddî ve manevî alanda ortaya koyduğu tüm eserler kültürü oluşturur.
Edebiyat da kültürün içerisinde yer alan bir sanat daldır. Örneğin İslâmiyet’ten önceki dönemde yazılmış olan ürünlerden destanlar, koşuklar, savlar sayesinde biz o dönemin kültürünü, yaşam biçimini, inançlarını öğreniriz.
Dil bir kültür taşıyıcısı olarak önemli bir işlevi yerine getirmektedir. Dil ve kültür edebiyata bir derinlik, bir canlılık katmaktadır.
Bir dil, konuşan kişinin kültür düzeyine göre farklılıklar gösterir. Bir kişinin bakkalda, alışverişte ya da sokakta konuştuğu dil ile resmi çevrelerde kullandığı dil farklıdır. Bu nedenle günlük yaşamda alışverişte, eş dost arasında, bakkalda kullandığımız dile konuşma dili denir. Konuşma dilinde duygu ve düşünceler kısa cümlelerle anlatılır, anlatımda devrik cümlelere yer verilir. Konuşma dilinde noktalama işaretlerine pek uyulmaz. Onun yerine vurguya ve tonlamaya dikkat edilir. Çoğu zaman cümlede öğelerin yerleri değişir; yüklem başta ya da ortada olur. Duygu ve düşünce daha belirgin olarak söylenir. Nerde kaldın, ayol? “İş olur mu burada?” vb. cümleleri buna örnek olarak gösterilebilir.
Bir rapor, bir makale, fıkra ya da bilimsel içerikli yazı hazırlarken kullanılan dile de yazı dili denir. Günlük resmî yaşamda, gazetelerde, dergide ve kitaplarda kullanılan dil yazı dilidir. Yazı dilinde cümlelerin açık, akıcı, sade ve dil bilgisi kurallarına uygun olmasına dikkat edilir. Yazıda yazım kurallarına ve noktalama işaretlerine uyulur.
METİN OLUŞUMU
Bir metin cümlelerden oluşur. Cümle, bir duyguyu, bir düşünceyi bir isteği ya da bir olayı tam olarak anlatan ve bir yargı bildiren söz grubudur. Cümlede kesin bir yargı bulunur; kaç sözcükten oluşursa oluşsun yargı bildirmeyen söz grubuna cümle denmez. Yargı bildiren tek bir söz de olsa cümle sayılır. Bu nedenle bir metnin en küçük anlamlı öğesi cümledir.
Metinde cümlelerin arka arkaya anlamsal bir bağlantı kurularak sıralanmasından paragraşar oluşur. Paragrafta bir ana fikir etrafında sıralanmış cümleler bulunur. Metinde paragraşar düşünce birimidir. Bir paragraftan diğerine geçerken dil, düşünce ve anlam birliği sağlanır. Metindeki paragrafın içinde giriş, gelişme ve sonuç bölümleri bulunur.
Metinde paragraşar anlatılan konunun boyutuna göre uzunluk ya da kısalık gösterir. Birkaç cümleden oluşan paragraşar olduğu gibi tek cümleden oluşan paragraşar da vardır.
Paragraşarın bir araya gelmesinden de bir metin (makale, fıkra, söyleşi, deneme, hikâye, roman vb.) oluşur. Her metnin bir ana düşüncesi vardır. Metinde ana düşünceyi destekleyen yardımcı düşünceler paragraşarda dile getirilir. Ana düşünce metinde bir cümle olarak belirtilebileceği gibi yazının bütününden de çıkartılabilir. Metin giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşur. Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi metinler bir duygu, düşünce, istek ya da olayı anlatmada araç olarak kullanılır.
Edebiyat alanına giren eserler kesin olmamakla birlikte belirli niteliklerine göre “sanat eserleri” ve ‘’düşünce eserleri” olmak üzere ikiye ayrılır.
Sanatçıların duygu, düşünce ve hayallerini güzel ve etkili biçimde anlatması sonucu oluşan eserlere sanat eserleri denir. Şiir, hikâye roman, tiyatro, söylev bu tür eserlerdir. Okuyucuyu aydınlatmak, düşündürmek onlara bazı bilgiler vermek amacıyla yazılan eserlere de düşünce eserleri denir. Makale, fıkra deneme, eleştiri, söyleşi, anı, günlük türündeki eserler düşünce eserleridir.
Sanatçının veya yazarın ortaya koyduğu eser zaman zaman düşünce eseri; düşünce eseri de sanat eseri niteliği gösterebilir. Örneğin şiir, hikâye, roman ele alınan konunun özelliğine göre düşünce eseri sayılabilir.

ANLATIM YOLLARI (İFADE ŞEKİLLERİ
Edebiyat ürünleri sözlü ve yazılı olmak üzere iki türlü dile getirilmektedir.
SÖZLÜ ANLATIM
Duygu düşünce ve hayallerin sözle dile getirilmesine sözlü anlatım denir. Sözlü anlatımda isteğin doğru, düzgün, yalın ve etkili bir biçimde söylenmesi önemlidir. Ses tonu, söyleyiş, vurgu, jest ve mimikler sözün etki gücünü artırır. Gereksiz heyecan ve telaş ve yerinde yapılmayan jest ve mimikler de sözün etki gücünü düşürür. Liderler, siyasetçiler, komutanlar sözlü anlatımın gücünden yararlanırlar. Mustafa Kemal Atatürk’ün Çanakkale Savaşı’nda; Kurtuluş Savaşı’nda ve Cumhuriyet Devri’nde yaptığı konuşmalar sözlü anlatımın başarılı örnekleridir.
Günümüzde kitle iletişim araçlarının: özellikle radyo ve televizyon kanallarının artması, toplu yaşamanın getirdiği zorunluluklar, demokratik bir ortamda karşılıklı hoşgörü ve güvenin oluşmasında sözlü anlatım önemli bir rol oynamaktadır. Sözlü anlatım; nutuk, konferans, panel, açıkoturum, sempozyum gibi türlere ayrılır.
YAZILI ANLATIM
Duygu ve düşünce hayallerin güzel ve etkili biçimde yazıyla dile getirilmesine de yazılı anlatım denir. Günlük hayatta, bir mektup yazmak, not çıkarmak, bir yazı hazırlamak zorunda kalabiliriz. Duygu düşünce ve özlemlerimizi, sevinçlerimizi dizeler halinde ölçülü, uyaklı söyleyebiliriz. Ayrıca cümle ve paragraşar halinde bir fıkra, makale, deneme yazabilir; hatta öykü, roman, tiyatro eseri yazmak isteyebiliriz. O zaman yazılı anlatıma başvururuz.
Yazılı anlatımda yazım (imlâ kurallarına ve noktalama işaretlerine dikkat edilir. Yerinde kullanılmayan noktalama işaretleri, yazım hataları sözün anlamını değiştirir.
Nesir hâlinde yazılan düşünce yazılarında giriş, gelişme ve sonuç bölümleri bulunur. Yazının konu ile ilgili ilk bölümüne giriş; düşüncelerin açıklanıp örneklendiği, karşılaştırmaların yapıldığı bölüme gelişme; düşüncelerin bir sonuca, bir yargıya varıldığı bölüme de sonuç bölümü denir. Hikâye, roman, tiyatro gibi türlerde bu bölümlere serim, düğüm ve çözüm adı verilir.
Her yazının bir ana düşüncesi ya da ana duygusu (tema) vardır. Bir yazıda yazarın okuyucuya vermek istediği temel düşünceye ana düşünce denir. Ana düşünceyi destekleyen ve diğer paragraşarda yer alan düşüncelere de yardımcı düşünce denir. Yazı düşünceler arasında bir bağ kurularak geliştirilir.
Türk edebiyatında nesir (düz yazı biçiminde yazılan eserlere mensur, nesir yazıcılarına nasir, küçük nesir parçalarına da mensure denir.
Klasik edebiyatta nesre inşa, nesir yazıcılarına da münşi adı verilir.
Yazılı anlatım nazım ve nesir olmak üzere ikiye ayrılır.
a. NAZIM:
Duygu, düşünce ve hayallerin ölçülü, uyaklı dizeler hâlinde anlatılmasına nazım denir.
b. NESİR:
Duygu düşünce ve hayallerin cümle ve paragraşar hâlinde dil bilgisi kurallarına uygun olarak anlatılmasına nesir denir. Nesir sözü Arapça dağıtmak, saçmak, yaymak anlamlarına gelir. Burada kastedilen duygu ve düşüncenin açılması, yayılması, yani açık seçik anlaşılır hâle gelmesidir. Nesirde düşünceler ifade edilirken noktalama işaretlerine, yazım (imlâ kurallarına uyulur. Yerinde kullanılmayan işaretler cümlenin anlamını bozar.
Güzel bir cümlede şu nitelikler bulunur:
 Açıklık: Söylenmek istenen düşüncenin herkes tarafından aynı şekilde kolayca anlaşılmasıdır.
 Duruluk: Düşünce ve duygunun gerektiği kadar sözcükle anlatılmasıdır. Duru bir cümlede gereksiz sözcüklere ve öğelere yer verilmez.
 Yalınlık (sadelik) : Süse ve gösterişe kaçmadan, az sözle duygu ve düşüncelerin dile getirilmesidir.
 Akıcılık: Yazıda dile takılacak pürüzlerin olmamasına akıcılık denir.

EDEBİ METİN
Sözlü ve Yazılı Anlatım Arasındaki Benzerlikler
Her iki anlatım yolu da iletişim aracı olarak dili kullanır. Gerek sözlü, gerekse yazılı anlatım duygu ve düşüncenin güzel ve etkili söylenmesine önem verir.
Sözlü ve Yazılı Anlatım Arasındaki Farklılıklar
Sözlü anlatımda sözlerin daha iyi anlaşılmasını sağlamak için ses tonu, vurgu, tonlama ve söyleyiş biçimi ile jest ve mimiklere yer verilir. Yazılı anlatımda ise yazım kurallarına, noktalama işaretlerine uyulur. Sözlü anlatımda kısa cümlelere yer verilirken yazılı anlatımda daha uzun cümleler kullanılır. Sözlü anlatımda günlük konuşma dilinin olanaklarından yararlanılır, kısa ve devrik cümlelerle sözün gücü artırılır. Sözlü anlatımda dinlenilen konunun tekrarı yoktur; yazılı anlatımda tekrar tekrar metni okuma olanağı vardır.

Sanatçı toplum içerisinde yaşayan bir birey olarak birtakım duygular ve heyecanlar duyar ve bunları ifade etmek ister. Önüne geçilmez bir “yaratma, ortaya koyma” arzusu içerisindedir. Sanatçı duygu ve heyecanlarını eserinde dile getirir ve ruhunun derinliklerindekileri bizimle paylaşır. Böylece ortaya konan eserde sanatçının kişilik özellikleri görülür. Sanatçı eserini ortaya koyarken duygu düşünce ve hayalleriyle birlikte az çok kendi hikâyesini de anlatır. Sanatçılar başka insanlar gibi etrafındakilerle dertleşmek yerine duygu düşünce ve hayallerini kafasında canlandırır, kurgular sonra da eserini yazar. Sanatçılar eserlerinde, söyleyeceklerini ya kendisi doğrudan söyler ya da kahramanlarına söyletir. Bazen bu iki tarzı bir arada kullanır.

Edebi eser nedir?
İnsanda estetik duygular uyandıran, insanların duygu düşünce ve hayal dünyasını zenginleştiren dil ürünü eserlere edebî eser denir. Bu anlamda hikâyeler, romanlar, şiirler, tiyatro eserleri, masallar vb. türlerinde yazılanlar birer edebi eserdir. Biz bu eserleri okuduğumuzda içimizde bir coşku, bir heyecan duyarız.
Edebî eserlerin özellikleri şöyle söylenebilir:
 İnsanların duygu, düşünce ve hayal dünyasını geliştirir, zenginleştirir.
 İnsanlar arasında dostluğun kurulmasını sağlar. Çevremizdeki güzellikleri bize gösterir.
 Kişinin hissettiği ancak tanımlayamadığı duyguları tanımlar.
 Bir edebî eseri okuyan kişi psikolojik yönden rahatlar, o eserin kahramanıyla empati kurar, onunla bütünleşir.
 Edebî eserler yazıldıkları çağın dil, kültür ve sanat anlayışınını yansıtır. Örneğin Tanzimat Edebiyatı şair ve yazarlarından Namık Kemal’in eserlerinde o devrin sanat anlayışını, aile, gelenek, görenek ve evlenme gibi konularını görebiliriz.

Edebî eserlerin yararları nelerdir?
Çağlar boyunca insanlar edebî metinlerle her mekânda ve zamanda anlatma, gösterime ve coşku ile dile getirme biçiminde kendilerini ifade etmişlerdir. Destan, hikâye, roman türleriyle anlatma; komedya, tragedya, dram, opera vb. türleriyle gösterme; şiirle coşku ve heyecanlarını dile getirmişlerdir.
EDEBİYAT VE GERÇEKLİK
Yazarlar günlük hayatta karşılaştığımız ya da karşılaşabileceğimiz nitelikteki olayları oldukları gibi değil kendi iç dünyalarında kurguladıktan sonra dışa yansıtırlar. Ele alınan hikâyenin kahramanları da çevremizdeki kişilere benzer. Yazarlar çok iyi tanıdıkları bir kaç kişinin özelliklerini bir kişi üzerinde toplayabilir. Olayları ve kişileri iyice kurguladıktan sonra eserini yazar.
Edebî metnin konusu, doğa ile ilişki hâlinde olan, duyan, düşünen, tasarlayan ve yaşayan insan’dır.

1. Aşağıdakilerden hangisinde fonetik sanat dalları doğru olarak verilmiştir?
a) edebiyat, resim b) resim, mimari c) müzik, resim d) müzik, edebiyat

2. Aşağıdaki sanat dallarından hangisi edebî eserler arasında yer alır?
a) resim b) tiyatro c) müzik d) mimarlık

3. Aşağıdakilerdin hangisinde bir sanat dalı olarak edebiyatın tanımı yapılmıştır?
a) Edebiyat ile ilgili kuralları öğreten bilim dalıdır.
b) Herhangi bir bilim dalıyla ilgili eserler bütünüdür.
c) Duygu düşünce ve hayallerin söz veya yazı ile güzel ve etkili bir biçimde söylenmesidir.
d) Belirli bir dönem ya da sanat anlayışına bağlı kalınarak yazılan eserlerdir.

4. Aşağıdakilerden hangisi edebî eser sayılmaz?
a) tarih b) şiir c) roman d) tiyatro

5. Edebiyatla ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Edebiyat temelde insanı konu olarak ele alır.
b) Edebiyat araç olarak dili kullanır.
c) Edebiyatın ana malzemesi renktir.
d) Edebiyatı oluşturan bir metin kendi arasında organik bir yapıya sahiptir.

YANIT ANAHTARI: 1. A, 2. B, 3. A, 4. D, 5. A
ÜNİTE II
COŞKU VE HEYECANI DİLE GETİREN METİNLER (ŞİİR)
1. ŞİİR İNCELEME YÖNTEMİ
A. ŞİİR VE ZİHNİYET
“Zihniyet” terimi ile bir dönemdeki soyal, siyasî , idarî, adlî, askerî, dinî güçlerin, sivil toplum örgütlerinin, ticarî hayatın, eğitim etkinliklerinin birlikte oluşturdukları ortam ve bunların hiçbirine indirgenemeyen duygu, anlayış ve zevk bütünü kastedilmektedir.
Her sanat eseri yazıldığı dönemin izlerini taşır. Sanatçılar da sosyal bir çevre içerisinde yaşarlar ve içinde yaşadıkları sosyal ve kültürel olaylardan etkilenirler. Şiirlerinde içinde yaşadıkları çağın zihniyetini yansıtırlar.
Türk edebiyatı başlangıçtan bu güne gelinceye dek kültür, sanat, siyasî ve sosyal alanda pek çok aşamalar geçirmiştir. Bunlar arasında en önemlisi İslamiyetin kabulü ve Batı uygarlığına dönüş hareketidir. Bu iki olay toplumun yaşamında sosyal, siyasî
kültürel ve ekonomik değişikliklere neden olmuştur. Başlangıçtan bu güne dek gelişen Türk edebiyatı şöyle sınıflandırılır:
a) İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı
b) İslamî Devir Türk Edebiyatı
c) Batı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı
a) İslâmiyet Öncesi Türk Edebiyatı ( 5. yy. - 10. yy.)
İslâmiyet öncesi Türk Edebiyatının ne zaman başladığı hakkında kesin bilgiler yoktur. Ancak diğer ulusların edebiyatlarında olduğu gibi Türk edebiyatında da destan devrine dayanan zengin sözlü bir edebiyatın olduğu bilinmektedir. 5. yy.- 10. yy. arasını kapsayan bu dönem edebiyatı ürünleri destanlar, koşuklar, sağular ve savlar ile (5.y.y. ile 9. yy. arasında yazılan) Yenisey mezar taşları, Göktürk Anıtları ve Uygur Türklerine ait metinlerdir.
Bu dönem edebiyatI sözlü ve yazılı edebiyat olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Sözlü Edebiyat
Sözlü edebiyat Türkler arasında yazının kullanılmadığı devirlerde başlayan, ağızdan ağıza ve kuşaktan kuşağa sürüp giden bir edebiyattır. Belli başlı ürünleri şunlardır: destan, koşuk, sağu ve sav.
2. Yazılı Edebiyat
Yazılı edebiyat Türkler arasında yazının kullanıldığı devirlerde başlayan bir edebiyattır. Elimizdeki en eski örnekler 8. yüzyılda diktirilen Göktürk Yazıtları ile Uygurlar döneminden kalan bazı metinlerdir. Göktürk Yazıtları şunlardır: Tonyukuk Anıtı (720), Kül Tiğin Anıtı (732) ve Bilge Kağan Anıtı (735)’dır.
b) İslâmî Devir Türk Edebiyatı (10. yy. - 19. yy.)
Türkler 10. yüzyıldan itibaren topluluklar hâlinde İslamiyeti kabul etmeye başladılar. Özellikle Karahan hükümdarı Abdulkerim Satuk Buğra Han’ın 932 yılında İslamiyeti kabul etmesiyle daha da yayıldı. Bu hareket 11 ve 12. yüzyıllarda da sürdü. Türkler yeni din ve kültürün etkisinde mimarî, bilim, edebiyat ve sanat alanında önemli eserler ortaya koydu. Edebiyat alanında Yusuf Has Hacip “Kutadgu Bilig”, Kaşgarlı Mahmut “Divanû Lûgati’t Türk”, Edip Ahmet ”Atabetü’l Hakayık”, Hoca Ahmet Yesevi de “Divan-ı Hikmet “ adlı eserini bu dönemde yazdı.
Anadolu sahasında ise 12 ve 13. yüzyıllarda Ahmet Fakih “Çarhname”, Şeyyat Hamza “Yusuf ile Züleyha”, Yunus Emre “Risalat - al Nushiye “ ve “Divan” adlı eserlerini yazdı.
Türkler yeni dini öğrenmek amacıyla Arapça, Farsça öğrendiler. Dilimize bu dillerden din yoluyla çok sayıda sözcük girmeye başladı. Bu tutum ileriki yüzyıllarda daha da arttı.
İslamî Devir Türk Edebiyatı üçe ayrılır:
a. Tasavvuf Edebiyatı (11. yy. - 19. yy.)
b. Klasik Edebiyat (13. yy. - 19. yy.)
c. Halk Edebiyatı (13. yy. - 19. yy.)
1. Âşık Edebiyatı
2. Anonim Halk Edebiyatı
c. Batı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı (19 ve 20. yy.)
Osmanlı Devleti, 18. yüzyıldan başlayarak yönetim, siyaset, eğitim ve askerlik alanlarında hızla gerilemeye başlamıştır. Bu çöküşü önlemek için 19. yüzyıldan itibaren zaman zaman birtakım düzenlemeler (ıslahat) yapılmıştır. Eğitim, ordu, maliye gibi kurumlarda yapılan bu düzenlemeler yeterli olamamıştır.
I. Abdülmecit (hüküm. 1839–1861) devrinde Hariciye Nazırlığına (Dışişleri Bakanlığı getirilen Mustafa Raşit Paşa, devletin bütünlüğünü ve gücünü koruyabilmesi için içinde yaşanan devrin ihtiyaçlarına uygun Batı esasları doğrultusunda yeniden yapılanması gerektiğini dile getirmiştir. Bunun için yapılması gereken yenilikleri belirten bir fermanı, 3 Kasım 1839’da Gülhane Parkı’nda (İstanbul) halka okumuştur. Bu fermana, Tanzimat Fermanı ya da Gülhane Hattı Hümâyûnu adı verilmektedir.
İşte bu fermanla o güne kadar dağınık olarak yapılan düzenlemeler derli toplu hâle getirilerek, devlet kurumları Batı esaslarına göre yeniden yapılandırılmıştır.
Toplum hayatındaki bu değişiklikler kısa bir süre sonra kültür, sanat ve edebiyata da yansımıştır. Batı kültürüyle yetişen kuşak, yeni bir edebiyat çığırını başlatmıştır.
Batı etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı altı döneme ayrılır:

a. Tanzimat Devri Türk Edebiyatı (1860–1895)
b. Edebiyat-ı Cedide (1896–1901)
c. Fecr-î Âti Topluluğu (1909–1912)
ç. Millî Edebiyat Dönemi (1911–1923)
d. Millî Mücadele Dönemi Edebiyatı (1918- 1922)
e. Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı (1923–1950)

Türk Edebiyatının dönemlere ayrılışı şema hâlinde şöyle gösterilebilir:
B. ŞİİRDE AHENK (SES VE RİTM)
Şiirde ahenk sağlayan öğeler şunlardır: Ölçü, uyak, aliterasyon, vurgu ve tonlamadır.
Ölçü tüm ulusların şiirinde önemli bir yer tutar. Ölçüyü şöyle tanımlayabiliriz: Nazımda dizelerin uyduğu kalıba ölçü denir. Nazımda dizeler ya hece sayılarına göre ya da dizedeki hecelerin açıklık- kapalılık değerlerine göre alt alta sıralanır.
Türk şiirinde üç tür ölçü kullanılmıştır. Bunlar; hece, aruz ve serbest ölçüleridir.
1. Hece ölçüsü: Hece ölçüsü dizelerdeki hecelerin sayıca eşitliğine dayanır. Bir dizede kaç hece varsa, öteki dizelerde de o kadar hece vardır. Hece ölçüsü Türk şiirinin ulusal ölçüsüdür. İslâmiyet Öncesi Dönem ile halk ve tasavvuf şiirlerinde bu ölçü kullanılmıştır. Halk şairleri hece ölçüsüne parmak hesabı derlerdi. Çünkü dizedeki heceleri parmak sayarak hesap ederlerdi.
Gü-zel- ne- gü-zel -ol-muş-sun (8 hece)
Gö-rül-me-yi-gö-rül-me-yi (8 hece)
Si-yah-zül-fün hal-ka-lan-mış (8 hece)
Ö-rül-me-yi ö-rül-me-yi (8 hece)
Karacaoğlan
Durak: Halk şiirinde ahengi sağlamak amacıyla sözcüklerin gruplandığı yerlere durak denir. Örneğin yukarıda okuduğunuz şiirin birinci dizesi 5 + 3; ikinci, üçüncü ve dördüncü dizeleri 4 + 4 duraklıdır. Bir şiir boyunca aynı duraklar kullanılmayabilir. Durak halk şiirine doğal bir ahenk katar.
Akça kızlar göç eyledi yurdundan (11 hece) 4 + 4 + 4 duraklı
Koç yiğitler deli oldu derdinden (11 hece) 4 + 4 + 3 duraklı
Gün öğle sonu da belin ardından (11 hece) 6 + 5 duraklı
Saydım altı güzel indi pınara (11 hece) 6 + 5 duraklı
Karacaoğlan
2. Aruz ölçüsü: Şiirde dizelerdeki hecelerin açıklık- kapalılık (uzunluk-kısalık) bakımından değerlerinin eşitliğine dayanır. Yani dizedeki hecelerin sayılarına göre değil seslerine göre düzenlenmesidir. Aruz ölçüsü Araplardan, İranlılara ve oradan da Türk edebiyatına geçmiştir. Türk şairleri aruzu kendi dil ve zevklerine göre işleyerek yepyeni bir Türk aruzu oluşturmuşlardır.
Açık-kapalı hece: Türkçede uzun ya da kısa hece yoktur. Ses bakımından Türkçe sözcükler aynı değerdedir. Ancak onun yerine açık ve kapalı heceler vardır. Türkçede ünlüyle biten heceye açık, ünsüzle biten heceye de kapalı hece denir. Açık heceler ( . ), kapalı heceler ( – ) işareti ile gösterilir.
Be nî can dan u san dır dı ce fâ dan yar u san maz mı
. – – – . – – – . – – – . – – –
Fe lek ler yan dı â hım dan mu râ dım sem’i yan maz mı
. – – – . – – – . – – – . – – –
Birleşik hece: Arapça ve Farsçadan dilimize giren bazı sözcükler bir uzun bir kısa hece değerindedir. Bunlara birleşik hece denir ve (– .) ile gösterilir.
“Dost, çeşm, âb, aşk, yâr” bu tür hecelerdir.
Aruz ölçüsünde göz önünde bulundurulması gereken bazı kurallar vardır. Bunlar şöyle sıralanabilir:
* Dize sonlarındaki bütün heceler açık da olsa kapalı sayılır.
* Kısa bir heceyi ölçü gereği uzun okumaya imâle (uzatma) denir.
* Uzun bir heceyi ölçü gereği kısa okumaya zihaf (kısma - kısaltma) denir.
* Kapalı bir heceden sonra ünlüyle başlayan açık bir hece geliyorsa, ölçü gereği kapalı hece açık hece durumuna getirilebilir. Buna ulama denir.
* Bir şiiri aruz ölçüsüne göre okumaya takti denir.
Serbest ölçü: Duygu, düşünce ve hayallerin dizelerin ölçü ve uyak kuralına bağlı olmadan şairin isteğine göre kullanılmasıyla oluşan ölçüye serbest ölçü denir.
Bu tür şiirlerde ahenk; dil müziğinden, kompozisyon düzeninden, ustaca seçilmiş sözcüklerden, vurgudan ve tondan alır.
Uyak (kafiye) ve redif: Nazımda dize sonlarındaki ses benzerliğine uyak denir.
Gurbet o kadar acı
Ki, ne varsa içimde,
Hepsi bana yabancı,
Hepsi başka biçimde.
Kemalettin Kamu
Yukarıdaki dörtlükte dize sonlarında geçen “acı, yabancı” sözcükleri arasında ses benzerliği bulunmaktadır. Aynı şekilde “içim, biçim” sözcükleri de ses bakımından birbirine benzemektedir. Burada olduğu gibi, ses bakımından benzeyen sözcüklere uyak (kafiye) denir. “içimde”, biçimde sözcüklerinde “-de” ekleri dize sonunda aynen tekrar edilmekte ve aynı görevi görmektedir.
Dize sonlarında aynen tekrar edilen ve aynı görevi gören ek, takı ve sözcüklere de redif adı verilir.
Aramızı kesti dumanlı dağlar
Tepesinden aşan yollar yücedir
Artıyor efkârım yine bu çağlar
Bilmiyorum nazlı yârım nicedir
Âşık Veysel
Yukarıdaki dörtlükte “dağlar, çağlar” sözcüklerinde dağ, çağ sözcükleri kendi aralarında uyaklıdır. Bu sözcüklerdeki -lar çokluk eki aynı görevi üstlendikleri için rediftir.
“Yücedir, nicedir” sözcüklerinde de yüce, nice uyaklı; -dır ekleri ise rediftir.
Türk şiirinde uyak, seslerine ve düzenlerine göre ikiye ayrılarak incelenir.
1. Seslerine göre uyak
Yarım uyak: Dize sonlarındaki ses benzerliği tek sese dayanıyorsa bu uyağa yarım uyak denir.
Yürü bre Dadaloğlu’m yürü git
Dertli dertli Çukurova yolun tut
Bunda suçun varsa Hak’a tövbe et
Dadaloğlu
Yukarıdaki parçada “git, tut, et” sözcüklerinde ses benzerliği, t sesine dayanmaktadır. Bu tür uyağa yarım uyak adı verilir.
Tam uyak: Ses benzerliği bir ünlü ve bir ünsüz harfe dayanıyorsa buna tam uyak denir.
Dedem koynunda yattıkça benimsin ey güzel toprak
Neler yapmış bu millet, en yakın tarihe bir sor bak.
Süleyman Nazif
Orhan zamanından kalma bir duvar
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Ahmet Hamdi Tanpınar
Zengin uyak: Dizelerin sonundaki ses benzerliği iki sesten daha fazla ise buna zengin uyak denir.
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı
...
Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı
Mehmet Âkif Ersoy
Bir zafer müjdesi burda her isim
Yekpare bir anda gün, saat, mevsim
Ahmet Hamdi Tanpınar
Tunç uyak: Uyaklı olan sözcüklerden biri diğerinin içerisinde aynen tekrar ediliyorsa buna tunç uyak denir. Tunç uyak, zengin uyağın bir çeşididir ve bize Fransız edebiyatından geçmiştir.
Gel ey mahbube Çin’den
O şirin köşk içinden
Yahya Kemal Beyatlı
Cinaslı uyak: Dize sonlarında yazılışları ve söylenişleri aynı, anlamları ayrı (farklı olan sözcüklere cinaslı uyak denir. Cinaslı uyak, özellikle cinaslı mânilerde kullanılır.
Asmaya
Niçin kordun a bülbül
Kapımdaki asmaya
Ben yarimden ayrılmam
Götürseler asmaya
2. Düzenlerine göre uyak (uyak örgüsü, uyak düzeni)
a. Düz uyak ( a a a a): Nazım birimindeki dizeler kendi aralarında uyaklanmışlarsa buna düz uyak denir.
Çün bildi kim olduğunu Leyli a
Ruhsarına aktı eşk seyli a
Fuzûlî
Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım a
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım a
Kükremiş sel gibiyim bendimi çiğner aşarım a
Yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım a
Mehmet Âkif Ersoy
b. Sarma uyak (a b b a) : Birinci ile dördüncü, ikinci ile üçüncü dizeler kendi aralarında uyaklanmışsa buna sarma uyak denir.
Her şey yerli yerinde havuz başında servi a
Bir dolap gıcırdıyor uzaklarda durmadan b
Eşya aksetmiş gibi tılsımlı bir uykudan b
Sarmaşıklar ve böcek sesleri sarmış evi a
Ahmet Hamdi Tanpınar
c. Çapraz uyak (a b a b) : Birinci ile üçüncü dize, ikinci ile dördüncü dizenin kendi aralarında uyaklanmasına çapraz uyak denir.
Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış a
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle b
Gece bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış a
Eski Şiraz’ı hayâl ettiren ahengiyle b Yahya Kemal Beyatlı
Aliterasyon: Bir dizede, beyitte aynı ses ya da ses grubunun tekrarlanmasından doğan ahenge aliterasyon denir.
Karşı yatan karlı dağlar karıyıptır
Dede Korkut
“ka” hecesi ile “a” ünlüsü birkaç kez yinelenmektedir.
Dest busu arazusuyle ölürsem dostlar
Kuze eylen toprağım, sunun anınla yare su
Fuzûlî
Yukarıdaki dizelerde k, ka ile z, s, u” sesleri birkaç kez yinelenmektedir.
Vurgu ve tonlama: Bir şiirde bazı sözcükler diğerlerine oranla daha baskın okunur. Buna vurgu denir. Tonlama ise sesin alçalıp yükselmesidir. Böylece sesin rengi değişir. Ses tonu ile sesimiz sertleşir, yumuşar veya incelir.
Vurgu ve tonlama, şiire ahenk yanında anlam gücü katar, duygu değeri kazandırır.
C. ŞİİR DİLİ
Şairler, yazarlar duygu ve düşüncelerini doğrudan doğruya söylemezler. Sözlerinin gücünü artırmak için bir takım imgelerden, edebî sanatlardan yararlanırlar. Bu nedenle günlük hayatta kullandığımız sözcüklere daha farklı anlamlar yüklerler. Bazen somut olan sözcükleri soyutlaştırırlar; bazen de soyut olanları somutlaştırırlar. Böylece bizim duygu ve hayal dünyamızı zenginleştirirler.
Şair duygu düşünce ve hayallerini sözcüklerle anlatır. Günlük konuşma dili ile şiir dili birbirinden farklıdır. Şair günlük dildeki sözcükleri özenle seçer, onlara yepyeni anlamlar kazandırır. Olayları, nesneleri bizden farklı biçimde algılar. Onları anlatırken hayallerden, imgelerden ve izlenimlerden yararlanır. Sözcükleri kullanırken şiirin biçim, uyak, ölçü, ahenk, vurgu ve tonlama gibi özellikleri yanında birtakım benzetmelerden, mecazlardan yararlanır. Somut varlıkları soyutlaştırır, soyutları da
somutlaşatırarak, duygu ve düşüncelerine bir anlam derinliği katar. Şiirde sözün gücünü arttırmak amacıyla bir takım söz sanatlarına başvurulur. Söz sanatları şiirde anlama bir derinlik ve duygulara incelik katar.
Türk edebiyatında kullanılan edebî sanatlardan bazıları şunlardır:
 Cinas: Yazılışları aynı anlamları farklı olan sözcüklerin dize sonlarında kullanılmasına cinas denir. Cinaslar Türkçedeki sesteş sözcüklerle yapılır. Cinas sanatına özellikle cinaslı mânilerde rastlanır.
Kuleden
Ses geliyor kuleden
O kaş o göz değil mi
Beni sana kul eden
Yukarıdaki dizelerde “kuleden” sözcüğü önce “kule” sonra da “kul etmek” anlamında kullanılmıştır.
 Benzetme (teşbih) : Aralarında ortak nitelik bulunan iki varlıktan zayıf olanı güçlü gibi gösterme sanatına benzetme denir.
“Ahmet aslan gibi güçlüdür.” cümlesinde güçlülük bakımından Ahmet aslana benzetilmektedir. Benzetme sanatında ikisi temel, ikisi de yardımcı öğe olmak üzere dört öğe bulunur.
Yukarıdaki cümlede;
Ahmet : Benzeyen, aslan : Kendisine benzetilen (Temel öğeler)
gibi : Benzetme edatı (ilgeci) güçlüdür : Benzetme yönü (Yardımcı öğeler)
Benzetmenin dört öğesiyle yapılan benzetmeye tam benzetme (teşbih-i mufassal) denir. Benzetmenin temel öğeleriyle kurulan benzetmeye ise güzel benzetme (teşbih-i belig) adı verilir. Yukarıdaki cümle “Aslan Ahmet” biçiminde söylenirse güzel benzetme yapılmış olur.
“Gider oldum kömür gözlüm elveda”
Karacaoğlan
Dizede “kömür gözlüm” sözü güzel benzetmedir. Şair sevgilinin gözlerini renk yönüyle kömüre benzetmektedir.
Benzetmenin temel öğelerinden biriyle yapılan benzetmeye istiare (iğretileme) denir. İstiarede sözcük benzetme amacı güdülerek kendi anlamı dışında başka bir anlamda kullanılır. İstiare, açık ve kapalı istiare olmak üzere ikiye ayrılır.
a. Açık istiare: Benzetmenin öğelerinden sadece kendisine benzetilen ile yapılan istiareye açık istiare denir.
Yüce dağ başında siyah tül vardır.
Rıza Tevfik Bölükbaşı
Yukarıdaki dizede bulutlar siyah tüle benzetilmiştir. Benzeyen “kara bulut” kullanılmamış ve kendisine benzeyen” siyah tül” bulut anlamında kullanılmıştır. Bu tür sanata açık istiare adı verilir.
b. Kapalı istiare: Benzetmenin öğelerinden sadece benzeyen ile yapılan istiareye kapalı istiare adı verilir. Kapalı istiarede benzetme yönü kullanılır.
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor.
Faruk Nafiz Çamlıbel
Yukarıdaki dizede benzeyen “tekerlek” ile benzetme yönü “anlatmak” kullanılmış ve kendisine benzetilen “insan” kullanılmamıştır. Bu tür sanatlara da kapalı istiare denir.
 Tenasüp: Aralarında anlam bakımından ilgi ve uygunluk bulunan sözcükleri dizede ya da beyitte bir arada kullanma sanatına tenasüp denir.
Bahar mevsimidir hemdem-i saba olalım
Gül ile dost kokusuyla âşina olalım.
Şeyhî
Yukarıdaki beyitte şair, “Bahar mevsimidir, sabah rüzgârıyla arkadaş olalım; gül ile dost ve kokusuyla da tanıdık olalım.” diyor. Bu beyitte “bahar, saba, gül” sözcükleri ilkbahar mevsimiyle ilgili oldukları için tenasüp sanatı vardır. Öte yandan hemdem, dost ve aşina sözcükleri arasında da bir uygunluk bulunduğu için tenasüp sanatı vardır.
 Tevriye: İki anlama gelebilen bir sözü, yakın anlamını göstererek, uzak anlamını da düşündürecek biçimde kullanma sanatına tevriye denir.
Sordum nigarı; dediler ahbap
Semt-i Vefa’da, Doğru Yol’dadır.
Cahit Sıtkı Tarancı
Dostlara sevgiliyi sordum; Vefa semtinde Doğru Yol caddesinde (oturduğunu) söylediler.
Yukarıdaki beyitte “Semt-i Vefa” ve “Doğru Yol” sözcükleri tevriyeli kullanılmıştır. Sözcüklerin yakın anlamı “sevgilinin Vefa semti”nde Doğru Yol caddesinde oturduğudur. Uzak anlamı ise vefalı, doğru tutum ve davranış içinde olduğudur.
 Kinaye: Bir sözü aynı anda hem gerçek hem de mecaz anlamıyla birlikte kullanma sanatına kinaye denir.
Ey benim sarı tanburam
Sen ne için inilersin
İçim oyuk derdim büyük
Ben anınçün inilerim.
Pir Sultan Abdal
Yukarıdaki dörtlükte “içim oyuk” sözü hem gerçek hem de mecaz (değişmece) anlamda kullanılmıştır. Tanburanın içi gerçekten oyuktur. Öte yandan mecaz anlamda tanburanın çok dertli olduğu, ızdırabının büyük olduğu belirtilmektedir.
 Hüsn-i ta’lil (güzel nedene bağlama) : Bu şeyin oluşunu gerçek oluş nedeni dışında daha güzel bir nedene bağlama sanatına hüsn-i ta’lil adı verilir.
Güzel şeyler düşünelim diye
Yemyeşil oluvermiş ağaçlar.
Cahit Sıtkı Tarancı
Yukarıdaki beyitte ağaçların yeşil olmasını şair, doğanın düzenine değil de güzel şeyler düşünebilme nedenine bağlamaktadır.
Teşhis ve intak (kişileştirme ve konuşturma sanatı : İnsan dışındaki canlı ve cansız varlıklara insan benliği verme sanatına teşhis (kişileştirme) denir. Teşhis sanatında benzetme, istiare ve değişmece gibi diğer sanatlardan yararlanılır. Teşhis (kişileştirme) sanatındaki varlıkların konuşmasına da intak (konuşturma) adı verilir.
Karlı dağların başında
Salkım salkım olan bulut
Saçın çözüp benim için
Yaşın yaşın ağlar mısın?
Yunus Emre
Yukarıdaki dörtlükte buluta insan benliği verilerek teşhis (kişileştirme) sanatı yapılmıştır.
Kurnaz tilki sesini yumaşatarak, ona
Dedi ki: Kardeşçiğim, artık dostuz;
Müjde getirdim sana, in de bir öpüşelim;
Barış oldu hayvanlar arasında.
La Fontaine (La Fonten)
Yukarıdaki dizelerde tilkinin konuşturulmasına intak (konuşturma) denir. Fabl öykülerinde teşhis ve intak sanatı vardır.
 Abartma (mübalâğa) : Duygu ve düşünceleri daha güçlü göstermek için, bir şeyi gerçek oluşundan ya çok fazla ya da çok küçük gösterme sanatına abartma (mübalâğa) denir.
Beni candan usandırdı cefadan yar usanmaz mı
Felekler yandı ahımdan muradım şem’i yanmaz mı
Fuzûlî
“Beni sevgili canımdan usandırdı; cefa etmekten o usanmaz mı? Ahımdan bütün gökyüzü yandı, acaba benim murat mumum yanmaz mı (dileğim yerine gelmez mi)?”
Şair ah edişinden bütün gökyüzünü yandığı hâlde, murat mumunun hâlâ yanmadığını söylüyor. Burada “Ah” ın şiddeti abartılmaktadır.
 Tezat (karşıtlık) : Birbirine karşıt (zıt) anlamlı kavramları bir arada kullanma sanatına tezat denir. Tezat aralarında ortaklık ya da bir ilgi bulunan kavramlar veya sözler arasında yapılır. Yoksa karşıt anlamlı her sözcük tezat sanatını oluşturmaz.
“Ak akçe kara gün içindir.” atasözünde ak ve kara sözcükleri arasında tezat sanatı yoktur; burada “Ak akçe” para ile “kara gün” sıkıntılı gün arasında tezat sanatı vardır.
 Tariz: Söylenen sözün ya da kavramın gerçek ve mecazlı anlamı dışında büsbütün tersini kastetme sanatıdır. Tarizde sözün gerçek anlamı doğru gibi görünse de asıl amaç sözün ters anlamının anlaşılmasıdır. Tariz sanatı bir kişiyi ya da durumu alaya almak amacıyla yapılır.
Huzurî’nin “Ters Öğüt Destanı” bu sanata güzel bir örnektir.
Bir nasihatım var zamana uygun
Tut sözümü yattıkça yat uyanma
Meşhur bir kelâmdır sen kazan sen ye
El için yok yere ateşe yanma.
Huzurî
 Telmih: Bir dizede ya da beyitte kullanılan bir sözle geçmişteki bir olayı anımsatma sanatına telmih denir.
Ey dost senin yoluna
Canım vereyim Mevlâ
Aşkını komayayım
Oda gireyim Mevlâ
Yunus Emre
Yukarıdaki dörtlükte “oda gireyim” sözüyle Tanrı aşkını bırakmayan Hz İbrahim Peygamberin ateşe atılması olayına telmih yapılmaktadır. Telmih sanatında aynı zamanda benzetme de yapılır.
 İrsalı mesel: Söze güç katmak amacıyla bir dize ya da beyitte atasözü niteliğinde özlü söz kullanma sanatına irsalı mesel denir. İrsali mesel sanatında ortaya konan söz hiçbir zaman atasözü değil, atasözü değerinde, doğruluğu herkes tarafından kabul edilen, üzerinde tartışılmayacak kadar açık olan bir sözdür.
Fani Karac’oğlan fani
Veren alır tatlı canı
Yakışmazsa öldür beni
Yeşil bağla ala karşı
Karacaoğlan
Yukarıdaki dörtlükte “Veren alır tatlı canı.” sözü irsalı mesel’dir.
 Tekrir: Sözün etkisini güçlendirmek amacıyla sözcük ya da sözcük öbeklerini yinelemeye tekrir denir. Tekrir aşırı bir duygulanmanın sonunda yapılır.
Yazık, sana ağlamayan şiire,
Yazık, sana titremeyen vicdana;
Yazık, sana uzanmayan ellere,
Yazık, seni kurtarmayan insana!
Mehmet Emin Yurdakul
Yukarıdaki dörtlükte şair, “yazık” sözcüğünü yineleyerek anlatıma bir coşku ve güç katmaktadır.
D. ŞİİRDE YAPI
Genel anlamda duygu, düşünce ve hayallerin ölçülü, uyaklı dizeler hâlinde örülmüş biçimine nazım denir. Nazım, anlam ve ses kaynaşmasından oluşan birimlerin birleşmesiyle meydana gelmiştir.
Nazımda (şiirde) kendi arasında anlam bütünlüğü taşıyan en küçük bölüme nazım birimi denir. Duygu ve düşüncelerin anlamı nazım birimi içerisinde tamamlanır. Halk şiirinde nazım birimi dörtlük, divan şiirinde beyittir. Çağdaş Türk şiirinde ise dize, nazım birimi olarak kullanılmaktadır.
a. Türk edebiyatında kullanılan nazım birimleri şunlardır:
 Dize (mısra): Şiirin her bir satırına dize (mısra) denir. Duygu ve düşünceler en yalın biçimde dizede dile getirilir.
“Ben gidersem sazım sen kal dünyada”
Aşık Veysel
“Uzun ince bir yoldayım”,
“Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden” satırları birer dizedir.
Bir şiirin en güzel dizesine mısra-ı berceste (güzel mısra) adı verilir; Mısra-ı bercesteler kolay ezberlenen dizelerdir.

“Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer”
Hayâlî
“Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş”
Baki

sözlerinin her biri güzel dizeye örnek gösterilebilir.
Öte yandan hiçbir nazıma bağlı olmayan ve tek dizeden meydana gelen nazımlar da vardır. Bunlara da azade mısra denir.
“Güleriz ağlanacak hâlimize”
“Türkçe ağzında annemin sütüdür.”
Yahya Kemal
 Beyit: Aynı ölçüyle söylenmiş aralarında anlam bütünlüğü bulunan iki dizeye beyit (ikilik) denir. Klasik Türk şiirinde nazım birimi olarak beyit kullanılmıştır.
Örnekler

Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası
Dostunun yüz karası düşmanının maskarası
Mehmet Akif Ersoy
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi
Muhibbi “Kanunî”

Klasik Türk Şiirinde hiç bir nazıma bağlı olmayan tek beyitten meydana gelen nazımlar da vardır. Bunlara müfret denir. Müfrette dizeler kendi aralarında uyaklı olabileceği gibi uyaksız da olabilir. Dizeler uyaklı olursa musarra adını alır.
 Üçlük: Üç dizeden oluşan nazım birimine üçlük denir. Üçlük nazım birimi edebiyatımıza batı edebiyatının etkisiyle girmiştir. Klasik şiirimizde üçlük nazım birimi çok az kullanılmıştır.
Yarın dudağından getirilmiş
Bir katre alevdir bu karanfil
Ruhum acısından bunu bildi.
Ahmet Haşim
 Dörtlük: Dört dizeden oluşan nazım birimine dörtlük denir. Duygu ve düşüncelerdeki anlam dört dize içerisinde tamamlanır. Ulusal edebiyatımızın nazım birimidir. Bu nedenle İslâmiyet Öncesi Dönemden başlayarak halk ve tasavvuf edebiyatlarında nazım birimi olarak çokça kullanılmıştır.

İncecikten bir kar yağar
Tozar elif elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer elif elif diye
Karacaoğlan
Aşkı olmayan gönül
Misalî taşa benzer
Taş gönülde ne biter
Dilinde ağu tüter
Yunus Emre

 Bend veya kıt’a: Şiiri oluşturan dörder, beşer, altışar ve daha fazla dizelik kümelere bend veya kıt’a denir. Bentler dize sayılarına göre beşlik, altılık gibi adlar alır.

Yaş otuz beş, yolun yarısı eder,
Dante gibi ortasındayız ömrün,
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Cahit Sıtkı Tarancı

Girin satıcılar evimin bülbülleri
Girin girin aydınlık bahçemden içeri
Üzüm satın, armut satın, nar satın bize,
Dağlar görünürken kapıda aramızdan
İndirin tüy gibi küfeyi sırtınızdan
Bir elmada bir mevsim dolsun evimize
Oktay Rıfat

b. Nazım biçimi: Nazım biçimi bir şiirin dış yapısıdır. Nazımda dizelerin kümelenişi, ölçüsü ve uyak düzenine göre aldığı biçimdir. Türk şiirinde kullanılan nazım biçimleri şöyle kümelenebilir:
1. Halk şiiri nazım biçimleri: koşma, semaî, mâni, ilâhî, türkü vb.
2. Klasik Türk şiiri nazım biçimleri: gazel, kaside mesnevî, müstezat, terkib-i bend, terci-i bend, rubaî, murabba, şarkı, tuyug.
3. Batı etkisinde gelişen Türk edebiyatı nazım biçimleri: serbest nazım, sone, terzarima vb.
E. ŞİİRDE TEMA
Şiirde üzerinde durulan, ele alınan her şey konudur. Yeryüzünde ne kadar varlık, olay, olgu varsa hepsi şiire konu olabilir. Aşk, ayrılık, özlem, kahramanlık vb. Bunların yanında insanların karşılaşabileceği olaylar ile insanların birbirleri arasındaki ilişkiler de konu olabilir.
Bir (aynı konunun şairlerce farklı şekillerde ele alınma tarzına tema (ana duygu) denir.
EVİM

Dedemden yadigar olan bu evi
Kışın fırtınası, yazın alevi
Daha ben doğmadan ihtiyarlatmış...
Fikrim bir hulyaya bazı dalar da
Düşünür derim ki: bu odalarda
Kim bilir kaç kişi oturmuş, yatmış...

Yusuf Ziya Ortaç
EVLERLE SAVAŞ

Körükler cılız olmak
Evlerin hiddetini
Evlerle savaş
Savaşların çetini

Evler her gün yollar bizi dışarı
- Git getir!
Emredilen ekmeği akşamları
Alın terlerimiz getirecektir.
Nedir anlamıyorum
Evlerdeki hırsı:
Cansızlarla birlikte
Canlılara karşı.

Tencerenin azgınlığı başta,
Sofralarla beraber: -Getir!
Dünya durdukça
Tencere pişirecek, sofra eritecektir.
Behçet Necatigil
HACİVATIN EVİ

HACİVAT’ın evi
Köşede ufaraktan
Bir tüfek atımı duraktan
Kapı pencere elekten
Döşemeler zemberekten
Dökülmekten
Sökülmekten
İncelmiş süprülmekten

Salah Birsel
Yukarıdaki metinlerde de ele alınan konu evdir. Ancak ev konusu şairlerce farklı yönlerden ele alınmıştır.
İlk metinde şair dedelerinden kalan evde onların anılarını bulmaya çalışıyor. Zamanla kışın fırtınası, yazın alevi bu evde yaşayanları ihtiyarlatmıştır. Şair derin düşüncelere daldığında bu evde yaşayan geçmişlerini anımsamaktadır.
İkinci metinde günlük yaşam da evi geçindirme mücadelesi anlatılmaktadır. Bu mücadelenin savaşlar kadar zor olduğu belirtilmektedir.
Hacivatın Evi adlı şiirde ise Karagöz ile Hacivat oyunundaki Hacivat’ın dekordan olan evi tanıtılmaktadır.
Örneklerde olduğu gibi konu ev olduğu hâlde şairler bu konuyu farklı yönleriyle ele almışlardır.
F. ŞİİRDE GERÇEKLİK VE ANLAM
Sanatçılar, şairler, yazarlar doğayı ve doğadaki olayları bizden farklı bir şekilde algılarlar. Onlar doğayı izlerken bizim göremediğimiz güzellikleri görürler, duyamadığımız sesleri duyarlar. Doğayı ve doğadaki olayları anlatırken izlenimlerinden ve deneyimlerinden yararlanırlar. Gerçekleri duygu, düşünce ve hayal dünyalarından geçirerek bize anlatırlar. Sözcüklere günlük anlamın dışında başka anlamlar yüklerler, mecazlar, imge, hayaller, duygu ve düşüncelerini süslerler.
G. ŞİİR VE GELENEK
Divan şiiri ile halk şiirini karşılaştırınız. Ayrılan yanları nelerdir? Söyleyiniz
Halk şiiri ile Klasik (divan) şiir geleneği yüzyıllar boyu devam etmiştir. Şairler kendilerinden önceki şairlerden etkilenmişler, aynı konu ve temada, aynı yapıda (biçim) yüzyıllar boyu şiirler yazmışlardır. Örneğin divan şiirinde aruz ölçüsü kullanılmıştır. Nazım birimi beyittir. Dili halk şiirine göre daha ağırdır. Arap ve Fars edebiyatlarının etkisi görülür. Yüzyıllar boyu aynı nazım biçimleri (gazel, kaside, mesnevî, tuyuk, şarkı rubaî vb) ve aynı konuları (aşk, tasavvuf, kahramanlık methiye, yergi vb.) işlenmiştir.
Halk şiiri ise, Türklerin İslâmiyeti kabul etmeden önceki dönemlerde başlamış ve günümüze kadar varlığını korumuştur. Bu süreçte şairler aynı sanat anlayışını sürdürmüşlerdir. Şiirlerde ulusal ölçümüz olan hece ölçüsü kullanılmıştır. Nazım birimi dörtlüktür. Konu olarak doğa güzellikleri, aşk, ayrılık, savaş, kahramanlık, özlem gurbet vb. işlenmiştir. Ürünler kam, ozan, âşık, saz şairi adları verilen kişiler tarafından saz eşliğinde söylenmiştir.
Divan ve halk şiirlerindeki ele alınan zihniyet yüzyıllar boyu aynı sanat anlayışının sürdürülmesi sonucu oluşmuştur.
Türk edebiyatının gelişim sürecinde Tanzimattan sonra çeşitli edebî topluluklar kurulmuştur. Tanzimat Edebiyatı, Serveti Fünun Edebiyatı, Fecr-î Âti Edebiyatı, Millî Edebiyat ve Cumhuriyet Devri Türk Edebiyatı, Beş Heceliler vb. Bu topluluklardan bazıları divan şiirinden bazıları da halk şiir geleneğinden etkilenmişlerdir.
H. YORUM
Aynı resme bakanlar farklı anlamlar çıkarır. Aynı şiiri okuyanlar da kendilerine göre farklı anlamlar çıkartabilir. Bir şiir, okuyucunun kültürüne, anlayışına, zevkine ve o an içinde bulunduğu psikolojik duruma göre anlam kazanır.
Bir şiir yorumlanırken şairin açıkça söylediklerinin yardımıyla söylenmeyenler belirlenir. Şairin anlatmak istediği kavranmaya çalışılır.
I. METİN VE ŞAİR
Şairler ile ortaya konan eserleri arasında bir ilişki vardır.
Şairin hayatı ile eserleri arasında bir ilişki vardır.
Şairler doğup büyüdükleri yer ile aldıkları eğitim, yetiştikleri sosyal çevre ve eserleri arasında doğrudan bir ilişki vardır.
TOPRAK

Dost dost diye nicesine sarıldım,
Benim sadık yârım kara topraktır.
Beyhude dolandım boşa yoruldum,
Benim sadık yârim kara topraktır.
Nice güzellere bağlandım kaldım,
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum.
Her türlü isteğim topraktan aldım,
Benim sadık yârim kara topraktır.
Toprak şiirinde, geçimini topraktan sağlayan bir çiftçi şairin toprakla ilgili gözlemleri izlenimleri dile getirilmektedir.
Şiirde kara toprak, sadık yar olarak nitelendirilmektedir. Şair pek çok güzele bağlanmış kalmıştır; ama onlardan ne bir vefa ne de bir fayda bulmuştur. Her türlü isteğini topraktan almıştır. Bu yönüyle toprak insanların rızkını veren, yaşamını sürdürmeye vasıta olan bir varlıktır.
Şiirin nazım birimi dörtlüktür. Ulusal ölçümüz olan hece ölçüsüyle söylenmiştir. Hecenin 11’li kalıbı kullanılmıştır. Uyak düzeni abab, cccb’dir. Saz eşliğinde beste ile söylenmiştir.
Yukarıda sözü edilen Şair Âşık Veysel’dir.

ŞARKI
Bir safâ bahşedelim gel şu dil-i na-şade
Gidelim serv-i revanım yürü Sa’da-bad’e
İşte üç çifte kayık iskelede amade
Gidelim serv-i revanım yürü Sa’da-bad’e

Gülelim oynayalım kâm alalım dünyadan
Ma-i Tesnim içelim çeşme-i Nev-peydadan
Görülem ab-ı hayat çıktığın ejderhadan
Gidelim servi revanım yürü Sa’d-abad’e

GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİYLE
Gel şu üzüntülü gönüle bir safa bağışlayalım,
Yürü servi boylum Sa’d-abad’a gidelim.
İşte üç çifte kürekle çekilen kayık hazır, bizi bekliyor,
Yürü servi boylum Sa’d-abad’a gidelim.

Gülelim oynayalım dünyadan mutluluk alalım,
Nev-payda adlı çeşmeden Tesnim suyunu içelim,
Ejderha biçimindeki musluklardan,
ab-ı hayatın (ölümsüzlük suyunun) aktığını görelim,
Yürü servi boylum Sa’d-abad’a gidelim.

Şarkıda geçen Sa’d-abad III. Ahmet zamanında, Lâle Devrinde (1718–7730) İstanbul’da Kâğıthane’ye verilen isimdir. Aynı zamanda Kâğıthane’deki eğlence yerlerinden birinin adıdır. Serv-i revan, yürüyen servi demektir. Mecaz olarak salınarak yürüyen, boyu posu, endamı serviye benzeyen güzel demektir. Şarkıda Lâle Devrindeki eğlencelerden biri anlatılmaktadır. Dili ağırdır, Arapça, Farsça pek çok sözcük kullanılmıştır. Nazım birimi dörtlüktür. Uyak düzeni koşmaya benzer abab, cccb’dir. Besteyle söylenir. Ölçüsü aruzdur.
Yukarıdaki açıklamalardan sözü edilen kişinin Lâle Devrinin ünlü şairlerinden Nedim olduğu anlaşılmaktadır.
2. MANZUME VE ŞİİR
Duygu, düşünce ve hayallerin ölçülü, uyaklı dizeler hâlinde anlatılan biçimine nazım denir. Nazım sözü Arapça dizmek demektir. Yani duygu ve düşüncelerin dizeler hâlinde alt alta dizilmesi, sıralanmasıdır. Edebiyatta nazım yazarına nâzım; nazım şeklinde yazılmış kısa eserlere manzume, uzun olanlarına da manzum eser adı verilir.
Ancak nazım şeklinde ölçülü, uyaklı ya da serbest ölçüyle yazılmış yüksek duygular ve heyecanlar içeren nazımlara şiir denir. Bu bakımdan her şiir nazım olduğu halde, her nazım şiir değildir. Bir nazmın şiir sayılabilmesi için sanat değeri taşıması, insan ruhunu okşayan bir yön bulunması, duygu, hayal ve imgelere yer vermesi gerekir. Ayrıca ses ahenk bakımından da uyum içinde olması gerekir.
Edebiyatımızda hikâyenin nazım şeklinde (ölçülü, uyaklı ve dizeler hâlinde) yazılmış biçimine manzum hikâye adı verilir.
Manzumeler işledikleri konular bakımından çeşitli türlere ayrılır.
 LİRİK ŞİİR: İçten gelen duygu ve düşünceleri, coşkulu bir dille anlatan şiirlere lirik şiir denir. Uluslar ilk şiirlerini saz eşliğinde, duygu yüklü dizeler hâlinde söylemişlerdir. Batı edebiyatında lir adı verilen saz eşliğinde söylenen şiirlere lirik denilirdi. Halk edebiyatında semaî, koşma; klasik edebiyatta gazel, murabba, şarkılar lirik şiirin en güzel örnekleridir.
SERENAD

Yeşil pencerenden bir gül at bana,
Işıklarla dolsun kalbimin içi.
Geldim işte mevsim gibi kapına,
gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.
Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak,
ben aşkımla bahar getirdim sana.
Tozlu yollarından geçtiğim uzak,
iklimden şarkılar getirdim sana.

Ahmet Muhip Dıranas
 EPİK ŞİİR: Epik, destan niteliğinde olan, destansı demektir. Savaş, kahramanlık, yiğitlik ve yurt sevgisi gibi konular ile tarihsel olayları coşkulu bir anlatımla dile getiren şiirlere epik şiir denir. Destanlar, manzum şekilde yazılan kahramanlık hikâyeleri bu türe girer. Batı edebiyatlarında destan türü eserlere epope adı verilmektedir.
MEHMETÇİK

Atıldı, bir Mehmetçik, büyüyü bozdu
Bir düşman süngüsüne, göğsünden,
Bu şahadetle kayalar yarıldı sanki
Dipçik gürültüsünden.
Soruyordu herkes birbirine,
Parlayan şey bu mu?
Muzaffer oluyordu bileklerimizde,
Tarihin ilk dipçik hücumu.
Hayran oluyordu koca gökyüzü,
Göğüslerimizde büyüyen bahta
28 Mart günü bir adsız tepede
Çeliğe karşı tahta.

Fazıl Hüsnü Dağlarca
 DİDAKTİK ŞİİR: Didaktik şiir eğitici, öğretici şiir demektir. Herhangi bir konuda bilgi vermek, nasihat etmek, yol göstermek ahlakî bir ders çıkarmak amacıyla yazılan şiirlerdir. Türk edebiyatında manzum hikâyeler, fabller didaktik şiir türüne girer. Didaktik şiirlerin duygu yönü zayıftır.
KOŞMA

Dinle sana bir nasihat edeyim
Hatırdan gönülden geçici olma
Yiğidin başına bir iş gelende
Anı yad illere açıcı olma
Mecliste arif ol kelamı dinle
El iki söylerse sen birin söyle
Elinden geldikçe iyilik eyle
Hatıra dokunup yıkıcı olma

Karacaoğlan
 PASTORAL ŞİİR: Doğa güzelliklerini, ormanları, kırları, yaylaları ve çoban hayatını anlatan ve bunlara karşı duyulan özlemi dile getiren şiirlere pastoral şiir denir. Pastoral şiir idil ve eglog olmak üzere iki türe ayrılır. Kır ve doğa sevgisini işleyen şiirlere idil; çoban hayatını ve çobanların karşılıklı konuşmalarını anlatanına eglog adı verilir.
KIR ŞARKISI

Tam otların sarardığı zamanlar,
Yere yüzükoyun uzanıyorum,
Toprakta bir telaş, bir telaş,
Karıncalar öteden beri dostum
Ellerime hanımböcekleri konuyor
Ne şeker şey onlar!
— Uç böcek, uç böcek diyorum
Uçuyorlar.
Pan’ın teneffüsü bile
Ilık okşamakta yüzü
Devedikenleri, çalılık vesaire,
Bir âlem bu toprakların üstü.
Tabiatla haşır neşir,
Kırlarda geçen ikindi vakti
Sakin dinlenmiş, rahat
Bir gün daha bitti.

Behçet Necatigil
 SATİRİK ŞİİR: Kişilerin ya da toplumun kusurlarını, yanlış taraşarını göstermek amacıyla yazılan şiirlere satirik şiir (yergi) adı verilir. Bu tür şiirlerde iğneli ve alaysı bir dil kullanılır. Toplumun ve kişilerin yanlış yanları eleştirilirken aksaklıkların düzeltilmesi beklenir. Bu tür şiirlere Batı edebiyatında satirik, klasik edebiyatta hiciv, halk edebiyatında da taşlama adı verilir.

HAN-I YAĞMA
Bir sofracık efendiler, -ki yenmek üzere tam hazır,
Huzurunuzda titriyor-şu milletin hayatıdır;
Şu milletin ki muztarip ve ölmede ağır ağır.
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapur...
Yiyin efendiler, yiyin, bu yerde iştiha sizin
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!


VATAN İÇİN
Neler yapmadık bu vatan için
Kimimiz öldük,
Kimimiz nutuk söyledik
Orhan Veli KANIK

 DRAMATİK ŞİİR: Manzum olarak yazılmış tiyatro türündeki eserler dramatik şiir türünü oluşturur. Eski Yunan ve Batı edebiyatlarındaki taragedya ve komedyalar bu türün örnekleridir. Bizim edebiyatımızda Abdülhak Hamit’in eserleri ile Faruk Nafiz Çamlıbel’in Canavar adlı tiyatro eseri bu dramatik şiir türündedir.
3. MANZUME VE ŞİİR ÖRNEKLERİNİ İNCELEME
HALK EDEBİYATI
Halk edebiyatı, İslâmiyet Öncesi Dönemde başlayan ve geniş halk kitleleri arasında varlığını sürdürerek günümüze dek yaşayan bir edebiyattır. Bu edebiyatta halkın özlemi, üzüntüleri sevinçleri dile getirilmiştir. Şairler (ozanlar) eserlerini saz eşliğinde söylemişlerdir.
Halk edebiyatının özellikleri şunlardır:
1. Dil, halkın kullandığı konuşma dilidir. İslâmiyetin etkisiyle Arapçadan, Farsçadan bazı sözcükler ve bu dillere ait kurallar dilimize girmiştir. Ancak bu tutum genel yapıyı bozacak ölçüde olmamıştır.
2. Ulusal ölçümüz olan hece ölçüsü kullanılmıştır.
3. Nazım birimi dörtlüktür.
4. Ürünler, saz şairi ya da âşıklar tarafından bağlama adı verilen saz eşliğinde söylenmiştir.
5. Genel olarak, yarım ya da cinaslı uyak kullanılmıştır. Redişere çokça yer verilmiştir.
6. Genelde; aşk, doğa güzellikleri, ayrılık, yiğitlik, özlem gibi konular işlenmiştir.
Halk edebiyatı üç ayrı koldan gelişmiştir.
a. Dinî Tasavvuf halk edebiyatı: Din ve tasavvuf konularını işleyen bir edebiyattır. Başlıca ürünleri; ilâhî, nefes, şathiye, hikmet, nutuk, deme ve devriyedir.
b. Anonim halk edebiyatı: Kimin tarafından söylendiği belli olmayan, halkın ortak malı olan bir edebiyattır. Başlıca ürünleri; türkü, mâni, ninni, tekerleme, bilmece, masal, atasözü, fıkra, halk öyküsü, karagöz ve orta oyunudur.
c. Âşık edebiyatı: Din dışı konuları, aşk, ayrılık, doğa güzellikleri, yiğitlik vb konular işleyen ve aşıklar (saz şairi) tarafından oluşturulan bir edebiyattır. Bu edebiyatta ürünlerin kimin tarafından söylendiği bellidir. Koşma, semâi, varsağı, destan vb. başlıca ürünleridir.
a. DİNÎ TASAVVUFÎ HALK EDEBİYATI
TASAVVUF DÜŞÜNCESİ
“ Tanrının niteliği nedir?”, “Evren nasıl oluşmuştur?”, “İnsan ve varlık nedir?” gibi sorulara yanıt arayan din felsefesine tasavvuf denir. Tasavvufun diğer bir adı Vahdet-i vücut’tur.
Tasavvuf düşüncesine göre evrende tek bir varlık vardır. O tek varlık da Tanrı’dır. Ezelî ve ebedî olan o tek varlığa salt varlık (vücud-ı mutlak) denir. Salt varlık aynı zamanda bütün güzellikleri üstünde topladığı için salt güzellik (hüsn-i mutlak) tir. O salt güzellik bir gün kendi güzelliğini görmek istemiştir. Bunun için bir aynaya akseder gibi yokluğa (âdeme) aksetmi
EBULLAKLAKA (Ziyaretçi)
06.03.2008 18:43 (UTC)[alıntı yap]
ANONİM HALK EDEBİYATI
Anonim Halk Edebiyatı kimin tarafından söylendiği belli olmayan, halkın ortak malı olan bir edebiyattır. Kuşkusuz bu edebiyatta başlangıçta ortaya konan ürünlerin bir yaratıcısı, söyleyeni vardı. Ancak kuşaktan kuşağa geçtikçe ve ağızdan ağıza yayıldıkça söyleyenleri unutulmuştur. Böylece bölgeden bölgeye farklılıklar göstermiştir.
Anonim halk edebiyatının özellikleri şunlardır:
1. Sözlü bir geleneğe dayandığı için yöresel özellikleri yansıtır.
2. Ürünler halkın anlayabileceği bir dilde söylenmiştir.
3. Şiirlerde ulusal ölçümüz olan hece ölçüsü kullanılmıştır. En çok 7, 8 ve 11’li hece ölçüsü kullanılmıştır.
4. Nazım birimi dörtlüktür.
5. Genellikle yarım ya da cinaslı uyak kullanılmıştır. Dize sonlarında redişere çokça rastlanmaktadır.
6. Eserlerde Türk halkının duygu düşünce, hayal gücü, mizah anlayış ve kıvrak zekâsı ortaya konmuştur.
7. Belli başlı ürünleri; türkü, mâni, ninni, bilmece, masal, atasözü, fıkra, halk öyküsü, karagöz ve orta oyunudur.
ANONİM HALK EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ
 Ninni: Ninni, Anonim Halk Edebiyatı ürünlerindendir. Annelerin çocuklarını uyuturken veya emzirirken nazım veya nesir hâlinde söyledikleri sözlere denir. Çocukların ağlarken susması veya daha çabuk uyuması için özel bir ezgiyle söylenir. Ezgi bebeğin ağlamasına, gülmesine ve konuşmasına göre ayarlanır.
Ninnilerde anneler, bebeklerin uslu durmasını, kısa zamanda büyümesini, iyi bir meslek edinmesini, kız ise gelin olmasını isterler. Bunun için din büyüklerinin çocuklarını koruyup kollaması yolunda dileklerde bulunurlar.
Ninnilerin söyleyeni belli değildir. Diğer anonim ürünlerde olduğu gibi ağızdan ağıza yayılır, kuşaktan kuşağa aktarılır. Hece ile söylenir; ölçü, uyak ve redişerle ahenk sağlanır.

Benim yavrum uyusun ninni
Uyusun da büyüsün ninni
Tıpış tıpış yürüsün ninni
Ninni yavrum ninni
Çaya vardım çay susuz
Çadır kurdum yaylasız
Benim yavrum pek huysuz
Ninni yavrum ninni

 Bilmece: Bilmeceler Anonim Halk Edebiyatı’nın en sevilen türlerindendir. Genellikle kimin söylediği belli değildir; söyleyeni belli olan bilmeceler de vardır. Ağızdan ağıza, kuşaktan kuşağa aktarılarak yüzyıllar boyu varlıklarını korumuşlardır. Bir kısmı nazım, bir kısmı da nesir hâlindedir. Nazım hâlinde olanlar 4, 5, 7, 8’li hece ölçüsü kalıplarıyla söylemiştir. İki, üç, dört ya da daha fazla dizelerden oluşabilirler. Hatırda kalması için genelde dizeler birbiriyle uyaklıdırlar.
Bilmeceleri insanlar, çevrelerinde gördükleri varlıkları, benzerlik, ilgi, tat vb. özelliklerinden yararlanarak yaratırlar. İki varlık arasındaki ilgi, üstü örtülü sözcüklerle tasvir edilir ve dinleyenden cevabı bulması istenir. Bilgide, zekâda, muhakemede, dikkatli ve hızlı olmayı ölçer.
Anadolu’da uzun kış gecelerinde bir eğlence aracı olarak kullanılır. İki kişi veya topluluk karşılıklı bilmece sorar. Cevabı bulamayan taraf “Yenir mi, içilir mi, nerede bulunur vb.” sorularla ipucu ister. Cevabı bulamayan tarafa ceza verilir.
Bilmecelerde günlük yaşamda karşılaştığımız tüm varlıklar (hayvanlar, eşyalar, bitkiler vb.) konu olarak ele alınır. Kolay söylenmesi, bazı iç uyaklarla desteklenmesi “Ya bunu bileceksin ya bu diyardan gideceksin vb.” tekerlemeye benzer sözlerin bulunması bu türün yaygınlaşmasında etkili olmuştur.

Saçaktan süngü sarkar
(buz)
 Mani:
Şekere benzer tadı yok
Gökte uçar kanadı yok (kar)

Düz mâni: Ozanı belirsiz halk edebiyatı ürünlerindendir. Başlı başına dört dizeden oluşur ve 7’li hece ölçüsü kalıbıyla söylenir. Dizeler 4+3 duraklıdır. Uyak düzeni şöyledir: aa x a. Dörtlükte 3. dize serbest, diğerleri kendi aralarında uyaklıdır. Mâniler genellikle aşk, doğa sevgisi ve ayrılık gibi değişik konuları işlerler. Mânilerin genellikle birinci ve ikinci dizeleri doldurmadır. Bunlarda pek anlam aranmaz. Asıl anlam son iki dizede belirtilir. Bazı mânilerde ilk iki dize (I. ve 2. dize) ile son iki dize (3. ve 4. dize) arasında gizli bir anlam bağıntısı kurulabilir. Bu anlam bağıntısı ne kadar güçlü olursa mâni de o ölçüde güçlü olur; sevilir ve dilden dile dolaşır.

Armudu taşlayalım
Dibinde kışlayalım
Kâğıt kalem al yârim
Mâniye başlayalım
Alnımda siyahım var
Bülbül gibi ahım var
Göz gördü gönül sevdi
Benim ne günahım var
Geldi bahar çağları
Duman aldı dağları
Yarsız diken görünür
Mor sümbüllü bağları
Cinaslı mâni: Dizelerinde cinas bulunan mânilere cinaslı ya da kesik mâni denir. Bu tip mâniler kesik bir dizeyle başladıkları için kesik mâni adı verilir.

Bağ bana
Bahçe sana bağ bana
Değme zincir kâr etmez
Zülfün teli bağ bana
Karadan
Gel geç gönül karadan
Yarim gider gemiyle
Ben giderim karadan
Ciğerim göz göz oldu
Görünmüyor yaradan
Ayırmasın Hak beni
Kaşı gözü karadan


Yedekli mâni: Düz mânilerin sonuna iki dize eklenmesiyle meydana gelen 6 dizelik mânilere yedekli mâni denir. Eklenen dizeler ya dört dizelik düz maninin anlamını pekiştirir ya da kendi arasında bir bütün oluşturur. Yedekli mânilerin uyak düzeni şöyledir : aaxaxa ya da axaxax.
Ekin ektim bitmiyor
Boya vurdum tutmuyor
Aramızda dağlar var
Elim yâre yetmiyor
Şekerli yemek yaptım
Boğazımdan gitmiyor
 Türkü: Türkü, Anonim Halk Edebiyatı nazım türlerindendir. Besteyle söylenir. Hece ölçüsünün 7, 8 ve 11’li kalıplarıyla yazılır.
Türk halkı sel, yangın, deprem, ölüm, ayrılık gibi değişik olaylar karşısında türkü yakar. Türkü yakmak, türkü söylemek demektir. Türk halkının yaşantısında her türkü bir olaya dayanır.
Türkülerdeki dörtlük sayısı kesin olarak belli değildir. Çünkü ağızdan ağza geçtikçe şekillenir, çeşitlenir ve dörtlük sayısı da artar. Türkülerin başında ya da sonunda “ah”, “aman” gibi ünlemler bulunur.
Türkülerin koşma ve mâni biçiminde uyaklanan çeşitleri vardır. Uyak düzeni şöyledir: aaab (aaabb), cccb (cccbb)...
Ozanı belirsiz türküler olduğu gibi ozanı belli türküler de vardır. Türkülerde sonradan eklenen dizeler, her dörtlüğün sonunda aynen tekrar edilir. Bunlara nakarat ya da kavuştak adı verilir.
ÂŞIK EDEBİYATI
Âşık Edebiyatı; din dışı konuları, aşk, ayrılık, doğa güzellikleri, yiğitlik vb. işleyen ve âşıklar (saz şairi) tarafından oluşturulan bir edebiyattır. Bu edebiyatta ürünlerin kimin tarafından söylendiği bellidir.
Âşık Edebiyatı, İslâmiyet Öncesi Dönemde var olan sözlü edebiyatın devamı niteliğindedir. 16. yüzyıldan sonra daha da gelişip güçlenmiştir. Karacaoğlan, Kul Mehmet, Hayâlî, Gevherî, Kayıkçı Kul Mustafa, Âşık Ömer, Seyranî, Dertli, Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah, Âşık Veysel vb. bu geleneği günümüze dek sürdürdü.
Âşık edebiyatının belli başlı özellikleri şunlardır:
1. Bu edebiyat sözlü bir edebiyattır. Âşık, ozan ya da saz şairi adı verilen kişiler ürünlerini saz eşliğinde söyler.
2. Ürünler sade bir dille halkın anlayacağı biçimde ortaya konmuştur.
3. Nazım birimi dörtlüktür.
4. Ölçü olarak hece ölçüsü kullanılmıştır. Ancak çok az da olsa bazı şairlerce aruz ölçüsünün kullanıldığı da görülür.
5. Belli başlı nazım türleri; koşma, semaî, varsağı, taşlama, destan ve güzellemedir.
6. Aşk, ayrılık, ölüm, kahramanlık, doğa güzellikleri, gurbet, sıla özlemi gibi din dışı konular ve temalar işlenmiştir.
7. Genellikle yarım ya da cinaslı uyak kullanılmıştır.
8. Şairler son dörtlükte adını ya da mahlasını (takma ad) kullanırlar. Böylece şiirlerin diğer şairlerin şiirleriyle karışması önlenmiş olur.
Halk edebiyatında şiirler, cönk adı verilen, meraklılarınca tutulan defterlerde toplanmıştır.
ÂŞIK EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ
 Koşma: Koşma, Halk Edebiyatı nazım biçimlerindendir. Konusu aşk ve doğa güzellikleridir.
En az üç, en fazla beş dörtlükten oluşur. Şair son dörtlükte adını ya da mahlasını kullanır. Uyak düzeni şöyledir: abab (aaab, aabcb), cccb, dddb...
Dörtlüklerin son dizeleri aynen tekrar edilebileceği gibi, kendi arasında uyaklı da olabilir.
Koşma, hece ölçüsünün 11’li kalıbıyla yazılır. Durakları 6+5 ya da 4+4+3’tür. Bütün dizelerde aynı duraklar kullanılmaz.
Koşma, konu bakımından İslâmiyet Öncesi Dönem Sözlü Edebiyat ürünlerinden koşuk ile Divan Edebiyatındaki gazele karşılık sayılabilir. Çünkü üçü de aynı konuları işler.
Bazı halk şairleri koşma yazarken Divan Edebiyatı’nın etkisinde kalarak ağır bir dil kullanmışlardır. Fakat bu tutum, halk şiirinin genel özelliğini bozacak ölçüde olmamıştır.
KOŞMA

Bülbül ne yatarsın bahar erişti
Ulu sular bulandığı zamandır
Kat kat oldu, gül yaprağa karıştı
Gene bülbül kul olduğu zamandır



Gene bahar oldu açıldı güller
Figana başladı gene bülbüller
Başka bir hâl olup açtı sümbüller
Âşıkların del’olduğu zamandır



Gene bülbül bilir gülün hâlinden
Yeter deli oldum yârin elinden
Aşıp aşıp gelir yayla belinden
Yârdan bize gel olduğu zamandır





Gene geldi türlü baharlar, bağlar
Bülbül figan edip kamuyu dağlar
Türlü çiçeklerle bezenmiş dağlar
Ulu dağlar yol olduğu zamandır

Karacaoğlan der ki, geçti çağlarım
Meyve vermez oldu gönül bağlarım
Aklıma geldikçe durmaz ağlarım
Gözüm yaş sel olduğu zamandır.

Karacaoğlan
Halk edebiyatında koşma biçiminde yazılan şiir türleri şunlardır:
Koçaklama: Halk edebiyatında yiğitlik ve savaş duygularını coşturmak amacıyla yazılan şiirlere koçaklama denir. Biçim olarak aynen koşmaya benzer, özel bir beste ile söylenir.
Koçaklama ile destan çoğu kez birbirine karıştırılır. Koçaklamalarda konunun duygusal yönü işlenirken destanlarda öyküye ve betimlemeye önem verilir. Dörtlük sayısı koçaklamalarda azdır, oysa destanlarda çok daha fazladır. Ayrıca koçaklama ile destanın besteleri de birbirinden farklıdır. (Koçaklamaların besteleri daha gümbürtülü ve daha heyecan vericidir.)
Destan: Savaş, kahramanlık ile toplumsal olayları işleyen şiirlere destan denir. Destanlarda; savaş, ayrılık, yangın, sel baskını gibi çeşitli olaylar işlenir. Bu destanları İslâmiyet Öncesi Dönemdeki destanla karıştırmamak gerekir. Halk Edebiyatı’ndaki destanlar, o destanların ancak çok küçük bir bölümünü oluşturabilir.
Destanlar biçim olarak koşmaya benzese de ölçüsü, ezgisi ve konuyu işleyişi bakımından farklılıklar gösterir. Destanlar 11’li ve 8’li hece ölçüsü kalıbıyla söylenmiştir.
Güzelleme: Sevgiliyi ya da doğada görülen güzel bir varlığı övmek amacıyla yazılan şiirlere güzelleme denir.
Taşlama: Toplumun ve kişilerin yanlış davranışlarını ortaya koymak, onları eleştirmek amacıyla yazılan şiirlere taşlama denir. Taşlamalara halk arasında, mizahî (alaysı destan da denir.
Ağıt: Ölen bir kişinin arkasından onun iyiliklerini, yiğitliklerini anlatan şiirlere ağıt denir.
 Semai: Semaî Halk Edebiyatı nazım türlerindendir. Konusu koşmada olduğu gibi aşk ve doğa güzellikleridir. Dörtlüklerden oluşur ve 8’li hece ölçüsüyle yazılır. 4+4 ya da 5 + 3 duraklıdır. Dörtlük sayısı sınırlı değildir. Uyak düzeni koşmaya benzer (abab, ccb, dddb vb.).
Özel bir besteyle söylenir. Koşmadan dörtlük sayısı ölçüsü ve bestesi bakımından ayrılır.
SEMAİ

Girdim dostun bahçesine
Hayran oldum o dallara
Çiçeklerin rayhasına
Hayran oldum o dallara

Kimi ufak kimi iri
Her biri tutmuş bir yeri
Her zaman ayak üzeri
Hayran oldum o dallara

Baktım acıdım halina
Kuşlar kondurmuş dalına
Yaprak sesi kuş diline
Hayran oldum o dallara

Yel estikçe hışır hışır
Olan yaprak titireşir
Seher yeliyle koklaşır
Hayran oldum o dallara

Kimi sulu kimi susuz
Yatmaz uyumaz uykusuz
Hayal bilmez ürüyasız
Hayran oldum o dallara

İsyan bilmez olmaz âsi
Dalda güzeldir meyvası
Boyun büküp dal eğmesi
Hayran oldum o dallara

Güzel serin gölgesi var
Coşar dallar adalgası var
Derin inler bir sesi var
Hayran oldum o dallara

Uyanırlar bahar çağı
Güzün dökerler yaprağı
Veysel gezdim dağı bağı
Hayran oldum o dallara.

KLASİK (DİVAN) EDEBİYATI
Arap ve Fars edebiyatlarının sanat anlayışına bağlı kalınarak oluşturulan edebiyata klasik (divan) edebiyat adı verilir. Bu edebiyat özellikle Anadolu sahasında gelişen ve yaygınlaşan bir edebiyattır. Bu edebiyatta, Arap ve Fars kültürleriyle yetişenlere seslenildiği ve saray çevresinde geliştiği için; yüksek zümre edebiyatı, klasik edebiyat, saray edebiyatı, divan edebiyatı gibi adlar verildi. Bunlardan en yaygını divan edebiyatıdır.
Bu adlandırış, şairlerin şiirlerini “divan” adı altında bir kitapta toplamalarından kaynaklanır.
Klasik edebiyatın özellikleri şöyle sıralanabilir:
1. Dil; Arapça, Farsça sözcükler ve bu dillere ait dil kurallarıyla yüklüdür.
2. Nazım birimi beyittir. Duygu ve düşünceler, cümle yerini tutan beyitlerle anlatılmıştır. Bir eserin uzunluğu da beyit sayısıyla ölçülür. Şarkı ve murabbada nazım birimi dörtlüktür.
3. Ölçü olarak, aruz ölçüsü kullanılmıştır.
4. Arap ve Fars edebiyatlarında kullanılan gazel, kaside, mesnevî, rubaî, şarkı, kıt’a, murabba gibi değişmez nazım biçimleri kullanılmıştır.
5. Konular sınırlıdır. Doğa güzellikleri, aşk ve tasavvuf gibi konular işlenmiştir.
6. Düşünce ve duygular Fars edebiyatından aktarılan ve her şair tarafından ortaklaşa kullanılan mazmunlarla (kalıplaşmış sözlerle, benzetmelerle) anlatılmıştır.
7. Klasik Edebiyat nazım biçimleri kuruluşları yönünden beyitlerle kurulanlar ve bent (kıtalarla) kurulanlar olmak üzere ikiye ayrılır.
Klasik edebiyat konuları yönünden; tevhit, münacaat, mersiye, hicviye, naat vb. gibi türlere ayrılır.
8. Düz yazı biçimi; tarih, tezkire, seyahatname, sefaretname, münşeat, ahlâkî ve felsefi yazılarda kullanılmıştır. Düz yazıda cümleler uzun, yabancı sözcüklerle yüklüdür. Amaç düşünceyi anlatmak yerine, birtakım söz oyunlarıyla sanat yapmaktadır.
12. yüzyılda başlayan bu edebiyat, 19. yüzyıl ortalarına kadar sürmüştür.
KLASİK EDEBİYAT NAZIM TÜRLERİ
 Gazel: Gazel, Divan Edebiyatı nazım biçimlerindendir. Beyit birimiyle yazılır. Beyit sayısı 5–12 arasında değişir. İlk beyitine matla, son beyitine makta, en güzel beyitine de beytül gazel adı verilir. Son beyitte şair adını ya da mahlasını kullanır.
Gazelde; aşk, şarap ve doğa güzellikleri gibi din dışı konular işlenir. Beyitler arasında anlam (konu) birliği olan gazellere yek ahenk gazel; güç ve güzellik (ses) birliği olanına da yek avaz gazel denir.
Gazelin ilk beyiti kendi arasında uyaklı, diğer beyitlerin birinci dizeleri serbest, ikinci dizeleri ilk beyitle (matla) uyaklıdır. Uyak düzeni şöyle gösterilebilir. aa, xa, xa, vb. Bazı gazellerde dizelerin ortalarında da uyak bulunur. Bunlara musammat gazel denir.
Bazen şair aşırı bir duyguya kapılarak makta beyitinden sonra da bir iki beyit daha söyleyebilir. Bu tür gazellere müzeyyel (ekli) gazel denir.
GAZEL

1. Meni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem’î yanmaz mı
2. Kamu bîmârına cânan devâ-yı derd ider ihsân
Niçin kılmaz mana derman menî bîmâr sanmaz mı
3. Gamım pinhan dutardum men didiler yâra kıl rüşen
Disem ol bî-vefâ bilmen inanır mı inanmaz mı
4. Şeb-i hicran yanar canum töker kan çeşm-i giryânum
Uyarur halkı efgânum kara bahtım uyanmaz mı
5. Gül-i ruhsârına karşı gözümden kanlu ahar su
Habibüm fasl-ı güldür bu ahar sular bulanmaz mı
6. Degüldüm men sana mâ’il sen itdün aklımı zâ’il
Mana ta’n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı
7. Fuzûli rind-i şeydâdur hemişe halka rüsvâdur
Sorun kim bu ne sevdâdur bu sevdâdan usanmaz mı

Fuzulî
GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİYLE
1. Sevgili, cefası ile beni canımdan usandırdı, cefa etmekten kendisi usanmaz mı?
Âhımın ateşinden gökler yandı; muradımın mumu hâlâ yanmaz mı?
2. Sevgili, bütün aşk hastalarının derdine deva ihsan ettiği halde bana niçin derman etmiyor, beni hasta (aşk) sanmaz mı?
3. Gamımı (üzüntümü gizli tutardım, yâre açıkla dediler. Bilmiyorum söylesem o vefasız inanır mı, inanmaz mı?
4. Ayrılık gecesinde canım yanar, ağlayan gözüm kanlı yaş döker. Feryâd ve figanım halkı uyandırır. Kara bahtım niçin uyanmaz, bilmiyorum.
5. Gül gibi yanağına karşı gözümden kanlı yaş akar. Sevgilim* Gül mevsimidir, akar sular bulanmaz olur mu?
6. Ben sana gönül vermemiştim. Aklımı sen çeldin. Beni ayıplayan gafil kişi seni görünce, beni ayıpladığından dolayı utanmaz mı?
7. Fuzûli, daima halka rezil rûsva olan çılgın bir (aşık)tır. Bunun nasıl bir sevda olduğunu kendisine sorun, bu sevdadan usanmaz mı?
TEST
1. Bir dönemdeki sosyal, siyasî, idarî, adlî, askerî vb. ile eğitim etkinliklerinin birlikte oluşturduğu ortam ve bunların hiçbirine indirgenemeyen duygu, anlayış ve zevk bütününe ne ad verilir?
a) zihniyet b) anlayış c) zevk ortamı d) duygu ortamı
2. Bir şiirde aşağıdakilerden hangisi ahenk sağlamaz?
a) ölçü b) uyak c) redif d) konu
3. Üç yüz altmış altı ata binse
Kanlı geyik üzerine kavga kopsa
Kardaşlı yiğitler kalkan kopar olur.
Dede Korkut
Yukarıdaki dizelerde 1, t, ve k sesleri bir kaç kez tekrar edilmektedir. Bu tekrarların oluşturduğu ahenge ne ad verilir?
a) seci b) aliterasyon c) redif d) cinas
4. Ak sadeler
Giyinin ak sadeler
Gözlerimin yaşları
Mermere aksa deler
Yukarıdaki “ak sadeler - Aksa deler” sözcüklerinin yanlışları aynı, anlamları farklıdır. Bu tür uyaklara ne ad verilir?
a) aliterasyon b) seci c) ahenk d) cinas
5. Şiir; dil, yapı, anlam ve ahenk öğelerinin bir uyum içerisinde bir bütünlük oluşturmasıyla meydana gelir. Bütünlük oluşturan en küçük birime ne ad verilir?
a) dize b) beyit c) kıta d) dörtlük
Aşağıdaki cümlelerin doğru olanına D, yanlış olanına Y koyunuz.
6. . . . . . .Anlam ve ses kaynaşmasından oluşan en küçük birime nazım birimi denir.
7. . . . . . .Bir şiirin kapalı olan yönlerini açıklamaya, onu anlaşılır hâle getirmeye yorumlama denir.
8. . . . . . .Şiir, onu okuyan kişinin kültürüne, anlayışına, zevkine ve içinde bulunduğu ruhsal durumuna göre anlam kazanır.
9. . . . . . .Ölçülü, uyaklı, dizeler hâlinde yazılan yazılara nesir denir.
10. Şiirler işledikleri konu bakımından; didaktik, lirik, epik satirik ve pastoral şiir türlerine ayrılır.
YANIT ANAHTARI: 1. A, 2. D, 3. B, 4. D, 5. A, 6. D, 7.D, 8.D, 9.Y, 10.D

ÜNİTE III
OLAY ÇEVRESİNDE OLUŞAN EDEBÎ METİNLER
1. Olay Çevresinde oluşan Edebî Metinleri Tanıma ve Gruplandırma (Masal ve Destandan, Hikâye ve Romana; Karagöz ve Seyirlik Oyunlardan, Modern Tiyatro Metinlerine)
Edebiyat alanı içerisinde yer alan metinler kesin çizgilerle olmamakla beraber sanat eserleri ve düşünce eserleri olmak üzere ikiye ayrılır.
Sanat eserleri, sanatçıların duygu, düşünce ve hayal dünyasından beslenen, imge ve izlenimlerle zenginleşen eserlerdir. Şiir, masal, hikâye, roman, tiyatro, sinema vb. bu grupta yer alan eserlerdir. Herhangi bir konuda bilgi vermek, okuyucuyu aydınlatmak amacıyla yazılan makale, fıkra, deneme, eleştiri, söyleşi gibi eserlere düşünce eserleri denir.
Öte yandan anı, günlük, mektup gibi türlerde sanatçının anlatımındaki üslubuna göre sanat eseri ya da düşünce eseri sayılabilir.
Bunlardan sanat eserleri bir olay çevresinde gelişirse kendi arasında anlatmaya bağlı sanat eseri ve göstermeye bağlı sanat eseri olmak üzere ikiye ayrılır. Masal, destan, hikâye, roman, halk hikâyeleri anlatmaya; komedi, trajedi, dram Karagöz, meddah, orta oyunu gibi türler de göstermeye bağlı sanat eserlerini oluşturur.
Anlatmaya Bağlı Eserler İle Göstermeye Bağlı Eserlerin Benzerlikleri
* Her iki tür de bir olay çevresinde gelişir. Bu temel olayın etrafında daha küçük çapta gelişen olaylar yer alır.
* Her iki türde de insanların başlarından geçen ya da geçebilecek nitelikteki olaylar gösterilir.
* Olaylar belirli bir zaman diliminde geçer.
* Anlatılan olaylardan etkilenen insanlar ya da varlıklar vardır. Bunlara eserin kahramanları denir. En çok etkilenen varlığa eserin başkahramanı (başkişisi) denir.
* Olayın serim, düğüm ve çözüm bölümleri bulunur. Yani olayın bir başlangıcı, gelişmesi ve sonunda da çözümlenişi vardır.
* Ele alınan olayların anlaşılması için tasvirlere ya da dekorlara yer verilir.
* Metinlerin bir yazarı vardır.
Anlatmaya Bağlı Eserler İle Göstermeye Bağlı Eserlerin Farkları
* Anlatmaya bağlı türlerde olayın mutlaka bir anlatıcısı vardır. Bu anlatıcı olayı ilahî bakış açısıyla, kahramanın bakış açısıyla ya da gözlemci bakış açısıyla anlatır.
* Göstermeye bağlı eserlerde, sosyal hayatta karşılaşabileceğimiz olaylar sahnede gösterilir.
* Eserdeki olaylar aktör (erkek oyuncu), aktris (bayan oyuncu) adı verilen oyuncular tarafından canlandırılır. Sosyal yaşamın ve insan karakterinin eleştirisi yapılır.
* Bu iki tür arasında kullanılan dil ve anlatım biçimi de birbirinden farklıdır.
Anlatmaya bağlı eserlerde uzun ve kurallı cümleler kullanılırken göstermeye bağlı eserlerde günlük konuşma dili kullanılır. Cümleler daha açık ve kısadır. Söylenen sözün izleyici tarafından anlaşılması beklenir, bunun için daha açık ve kısa cümleler kullanılır. Konuşma dilinin canlılığı sahnede yansıtılır.
2. Anlatmaya Bağlı Edebî Metinleri İnceleme Yöntemi
a. Metin ve Zihniyet
Edebî metnin, yazıldığı dönemin ilmî, felsefî, teknik ve sosyal alandaki verilerini; siyasî tartışmalarını kurmacanın olanaklarıyla değerlendirir. Edebî metnin konusu doğa ile ilişki hâlindeki en geniş anlamıyla duyan, düşünen, tasarlayan, yaşayan insandır.
Zihniyet; terimi ile bir dönemdeki sosyal, siyasî, idarî, adlî, askerî, dinî güçlerin, sivil toplum örgütlerinin, ticarî hayatın, eğitim etkinliklerinin birlikte oluşturdukları ortam ve bunların hiçbirine indirgenemeyen duygu, anlayış ve zevk bütünü kastedilmektedir.
Sanat insanın doğayla ve insanla ilişkilerinin insana özgü özelliklerinden hareketle dönüştürülüp değiştirilerek yorumlanması ve anlatılmasıdır. Burada gerçekliğin dışına çıkmak söz konusu değildir.
Sanat gerçeğin ve gerçekliğin bilimsel ve günlük olandan farklı anlatılması sonucu ortaya çıkar. Bu anlatımda değiştirme, dönüştürme ve yorumlama vardır.
Edebi metin kendi gerçekliğini dile getirmede geçmişin ve döneminin her türlü birikimlerinden yaralanma onları malzeme olarak kullanma hakkına sahiptir.
Edebi metin doğa bilimlerinden ve onların ortaya koyduğu her türlü verilerden yararlanır; Kültür bilimleri ürünlerini yorumlar ve değerlendirir.
İnsanın gerçekleştirdiği her türlü etkinlik döneminin; sosyal ve siyasal olaylarının, kültürünün, sanat zevkinin, insanlar arası ilişkilerin, bilimsel ve teknik düzeyin, sürdürülen yaşama biçiminin, benimsenen eğitim anlayışının, tasarlanan gelecek kaygısının, benimsenen inanç sistemlerinin izlerini taşır.
Bir metin incelenirken; metni etkileyen unsurlar( Metnin yazıldığı dönemdeki hakim zihniyet, metnin yazıldığı dönemdeki tartışılan sanat anlayışları, metnin yazıldığı dönemdeki sosyal siyasi ve kültürel hayatın özellikleri, şairin-yazarın döneminin kültür ve sanat hayatıyla ilişkisi, şairin-yazarın gelenekle ilişkileri) göze çarpar.
b. Yapı (Olay Örgüsü, Kişiler, Mekân, Zaman)
 Olay: Herhangi bir ilgi ile bir arada bulunan şahıs kadrosunu oluşturan kişilerin en az ikisinin karşılıklı iletişiminin sonucudur. Anlatmaya bağlı edebi metinlerde bazen insanın iç çatışmalarıyla karşılaşırız. Bunlar da olay olarak değerlendirilir. Olaylar kurmacaya özgü bir düzen içerisinde bir araya gelerek romanın hikâyenin veya diğer anlatmaya bağlı türlerin olay örgüsünü oluştururlar. Olay örgüsü, kişiler arsında gelişir, bir mekanda gerçekleşir, belirli bir zamanda oluşur ve bir anlatıcı tarafından anlatılır.
 Kişiler: Olayın ve olay örgüsünün ortaya çıkmasını sağlarlar. Olayın baştan sona yönlendirenlere asli kişiler, olaya çeşitli zamanlarda giren, olayı açıklayıcı rol oynayan ikinci dereceden kişilere de yardımcı kişiler denir.
 Mekan: Olay parçalarının geçtiği yerdir.
 Zaman: Olayların geçtiği asır, devir, yıl, saat, gün, mevsim gibi kavramlardır.
c. Tema :
ç. Dil ve Anlatım
Anlatmaya bağlı edebî metinler kurmaca ürünü olan metinlerdir. Masal, hikâye, roman vb. türler yazarın kurgusu sonucu oluşmuştur. Bu tür metinler anlatıcının bakış açısından ortaya konmaktadır.
Anlatmaya bağlı edebî metinlerde genel olarak üç tür bakış açısı kullanılır.
1. İlâhî Bakış Açısı: Edebî metinlerde kullanılan en eski yöntemdir. Bu yöntemde sınırsız bir bakış açısı vardır. Anlatıcı, öyküde anlatılanların tamamını bilen bir varlıktır. Kahramanların gizli konuşmalarını, kafalarından ve gönüllerinden geçeni anlatır. Zaman zaman kendi yorumlarını ekleyebilir, açıklamalarda ve yargılarda bulunabilir. Öyküde ne kadar kişi varsa her birinin açısından olayları ayrı ayrı görmemiz sağlanır. Öyküyü kimi zaman hızlandırma, kimi zaman da yavaşlatma olanağı vardır.
2. Kahraman Anlatıcının Bakış Açısı: Bu yöntemde olayı anlatan “ben” vardır.
Bu ben, öykünün kahramanı olabileceği gibi tanık ya da gözlemcisi olabilir. Olayları anlatan kişinin bilgisi, deneyimi, algılama ve yorumlama yeteneğiyle sınırlıdır. Olaylar ancak anlatıcının başından geçtiği ya da gözüyle gördüğü (tanık olduğu) biçimiyle anlatıldığından inandırıcılığı yüksektir.
3. Gözlemci Anlatıcının Bakış Açısı: Bu yöntemde olaylar dışarıdan görüldüğü biçimiyle nesnel bir tarzda aktarılır. Olaylar bize anlatılmıyor da kişinin gözünün önünde oluyormuş izlenimi verilir. Kişilerin duygu ve düşünceleri eylemlerinden çıkartılır. Kişiler ve iç dünyaları ile ilgili kendi söyledikleri ve davranışlarını dikkatle izleyerek bir fikir sahibi olunabilir.
Bir edebî metinde birden fazla bakış açısıyla yazılmış bölümler bulunabilir. Aynı konu farklı biçimlerde anlatılır. Aynı manzarayı izleyenler farklı noktalara dikkat ederler; farklı biçimde konu olarak ele alınır.
Anlatmaya bağlı edebî metinlerde tasvirin önemli bir yeri vardır. İnsan daima dış çevrenin etkisi altındadır. Anlatmaya bağlı eserlerin kahramanları da sosyal bir çevre içerisinde yaşar. Zaman zaman bu çevreden etkilenir; zaman zaman da çevreyi etkiler. Böylece sosyal çevre ile bütünleşir. Kahramanların konuşma tarzından, ileri sürdüğü fikirlerden dış çevreyi anlamak mümkündür. Yine yaşadığı odanın ve kullandığı eşyaların düzeninden iç dünyasını anlamak mümkündür. Bu nedenle anlatmaya bağlı metinlerde tasvir olayı aydınlatıcı, tamamlayıcı tasvirler yapılır. Süs olsun diye yapılan tasvir eserin değerini düşürür.
Dil, şiirsel işleviyle kullanılır.
d. Metin ve Gelenek
Sanatçılar geçmişten aldıklarını, kendi dönemlerinin zevk ve anlayışıyla, bilgi birikimiyle, duyarlılığıyla yoğurarak kendi dönemine taşır. Geçmişi bilmeden yeni bir sanat eseri oluşturmak mümkün değildir. Sanatkar geçmişte örüle örüle kendisine kadar gelmiş bulunan gelenekten yararlanır; döneminin zevkini, düşüncesini, duyarlılığını edebi eserin bünyesine yerleştirir.
Olay esasına dayalı edebi metinler, önceki dönemin yazarlarından miras kalan eserlerin genel özelliklerini de taşır.
Her metin, kendi tarzında, daha önce yazılmış metinlerden yararlanır. Tanzimat dönemi romanları, daha önce Türk edebiyatında roman ihtiyacını karşılayan mesneviden ve halk hikâyelerinden etkilenmiştir. Namık Kemal’in İntibah adlı romanı, Hançerli Hanım Hikâye-i Garibesi adlı halk hikâyesinden etkilenmiştir. Ahmet Mithat Efendi de meddah tarzı söyleyişten ve halk hikayelerinden etkilenmiştir. Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Recaizade Mahmut Ekrem, Nabizade Nazım, Samipaşazade Sezai gibi batı tarzındaki ilk roman yazarları, bu ilk etkileşimin dışına çıkarak kendi tarzlarını yerleştirmişler ve kendinden sonrakilere kaynaklık edecek yeni bir gelenek oluşturmuşlardır. Bu bakımdan her edebi dönem, kendinden önceki dönemden etkilenir, kendisine has oluşumu sonradan sağlar.
e. Anlama Yorumlama
Edebî metinler her insanın bilgi düzeyine anlayışına ve psikolojik durumuna göre anlam kazanır. Metni okuyan herkes kendine göre yorumlar.
Günlük hayatta herkes sosyal bir çevre içerisinde yaşar. Ağacı, çiçeği, yaprağı görür. Ancak bu varlıklar kişi üzerinde farklı etkiler bırakır. İnsan birtakım olaylarla yüzleşir. Bunlar hayatın gerçekleridir. Şairler, yazarlar günlük hayatta karşılaştığımız gerçek olayları eserlerinde işlerler. Ancak sanatçılar gerçek hayattaki olayları duygu, düşünce ve hayal dünyasındaki zenginlikler ile izlenimlerini katarak aktarırlar. Zaman zaman tasvirlerden, kişilerin iç dünyasındaki zenginliklerden yararlanır. Gerçeği süsleyerek anlatırlar. Bu bakımdan sanatçıların gerçeklikleri ile günlük hayattaki gerçeklik birbirinden farklıdır.
Edebî eserlerde yazarlar sözcükleri gerçek ya da mecaz anlamda kullanırlar. Yazarların kullandıkları dili bilmekte yarar vardır. Metinde onların kullandıkları sözcüklerin, kavramların anlamını bilmek, metnin anlaşılmasında ve yorumlanmasında büyük önem taşır.
f. Metin ve Yazar
3. Anlatmaya Bağlı Edebî Metin Örneklerini İnceleme (Masal ve Destandan Hikâye ve Romana)
 MASAL:
Olağanüstü olaylarla süslü, olağanüstü kişilerin başlarından geçen olayları anlatan eserlere masal denir. Masallarda genelde olayların geçtiği yer ve zaman belli değildir.
Masallar kişilerin özellikle çocukların hayal dünyalarını geliştirir, güçlendirir. Kişilerinden bir kısmı; devler, periler, cinler, ejderhalar vb. doğaüstü yaratıklardır.
Masallar üç bölümden oluşur. Genelde bir varmış bir yokmuş diye başlayan bölüme döşeme adı verilir. Asıl olayın anlatıldığı bölüm de kendi arasında giriş, gelişme ve sonuç olmak üzere üçe ayrılır. Masalda her şeyin güzel bir sonucu bağlandığı bölüm dilek bölümüdür. Bu bölüm genellikle “Gökten üç elma düştü.” diye bir tekerleme ile biter.
Masallarda genelde iyi ile kötünün, güzel ile çirkinin savaşı işlenir ve sonuçta iyiler kazanır, kötüler cezalandırılır.
Masallar genelde duyulan geçmiş zamanla anlatılır. Başında, ortasında ve sonunda kalıplaşmış sözlere tekerleme adı verilir.
Masallarda gençliğe toplumun düşünüş tarzı, zevki kuşaktan kuşağa aktarılır. Bölgeden bölgeye yayılır. Her bölgede farklı bir kimlik kazanır.
Edebiyatımızda; Binbir Gece Masalları, Keloğlan Masalları, Kül Kedisi gibi pek çok masal örneklerine rastlanır. Türk masalları, Pertev Naili Boratav, Eşatun Cem Güney vb. başka yazarlarca derlenmiştir.
 DESTAN:
Ulusların ulus oluşları sırasında gösterdikleri kahramanlık, savaş, göç, doğal afetler gibi önemli olaylar etkisiyle söylenmiş uzun manzum hikâyelere destan denir. Destanların ulusların yaşamında önemli bir yeri vardır. Toplumların ortak duygu, düşünce ve inançları destanlarda dile getirilir.
Destanlar tarihî bir olayı işler, ancak olayların işlenişinde ve kahramanlıkların anlatımında olağanüstülüklere yer verilir. Gerçek olan bir konu zaman içerisinde kuşaktan kuşağa geçerken masal, öykü gibi başka türlerle süslenir. Çoğu zaman gerçek tanınmaz hâle gelir.
Destanların oluşmasında pek çok sanatçının rolü vardır. Halk ozanları, toplumun ortak duygu, düşünce ve inançlarını yansıtan sade dille, ulusal ölçüyle söylenmiş parçaları önemli günlerde kopuz adı verilen saz eşliğinde söylerler. Bu bakımdan destanların ulusal bir karakteri vardır.
Destanlar iki türe ayrılır.
a. Doğal destanlar: Toplumları etkileyen olaylar sonucu kendiliğinden oluşan destanlardır. Yunan edebiyatında Homeros’un İlyada ve Odissea; İran edebiyatında Şehname; Fin edebiyatında Lönnrot’un Kalevâla adlı destanları ile Türk edebiyatında Ergenekon doğal destanların en önemlileridir.
b. Yapma destanlar: Toplumu yakından ilgilendiren olayların sonradan bir sanatçı tarafından işlenmesiyle oluşan destanlardır. İtalyan edebiyatında Ariosto’nun (Aryosto) Çılgın Orlando, Tasso’nun Kurtarılmış Kudüs; İngiliz edebiyatında Milton’un Kaybolmuş Cennet adlı destanları yapma destanlardandır.
Türk Destanları
Eski ulusların edebiyatlarında olduğu gibi Türk edebiyatında da destan türü çok gelişmiştir. Ancak Türk destanları bir ozan tarafından topluca yazılmadığı gibi bir folklorcu tarafından da yazıya geçirilip yayınlanmamıştır. Bunların ancak konuları hakkında bilgimiz vardır. İran, Arap kaynaklarında Türklere ait destan parçalarının özetleri bulunmaktadır.
Türk Destanları Türk tarihinin gelişimine uygun olarak dört bölümde incelenir:
1. Saka Destanı
a. Alp Er Tunga Destanı
b. Şu Destanı
2. Hun (Kun) Destanı
Oğuz Kağan Destanı
3. Gök Türk Destanları
a. Bozkurt Destanı
b. Ergenekon Destanı
4. Uygur Destanı
a. Türeyiş Destanı
b. Göç Destanı
Ayrıca Türkler arasında İslamiyet kabul edildikten sonra da Manas Destanı, Cengiz Destanı, Battalgazi Destanı gibi destanlar oluşmuştur. Çağdaş edebiyatımızda özellikle Kurtuluş Savaşı’nı ele alan destanlar da yazılmıştır. Nazım Hikmet’in Kuvâ-yı Milliye Destanı (194, Ceyhun Âtuf Kansu’nun Sakarya Meydan Savaşı (1970), Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Üç Şehitler Destanı bu tür eserlerdir.
Yapma destan türüne giren bu eserler biçim bakımından klasik destanlardan ayrılır. İçerik bakımından ise söylencelere (efsanelere) değil gerçek olaylara dayanır.
 HALK HİKÂYESİ:
Hikâye türünün en eski örnekleri olan ve destandan modern hikâyeye geçişi sağlayan anonim eserlerdir. Başka bir tanım yapacak olursak; Türk edebiyatı verimleri içinde 16.asırdan itibaren görülmeye başlanan, genellikle âşıklar tarafından nazım-nesir karışık bir ifade tarzı ile dinleyicilere karşı anlatılarak nesilden nesile intikal eden, yer yer masal ve destan özellikleri gösteren hikâyelerdir. (Albayrak Abdullah, 1993)
Genellikle aşk konusunun işlendiği halk hikâyelerinde zaman zaman kahramanlık konularıyla dini konuların işlendiği de görülmüştür. Nazım- nesir karışık olarak anlatılan bu hikâyelerin gelişip yayılmasında saz şairlerinin önemli bir fonksiyonu vardır
Destanların zaman içinde değişime uğramış biçimleri sayabileceğimiz halk hikâyeleri gerçeğe daha yakın olmaları bakımından destandan ayrılırlar. Anonimdirler.
Halk hikâyelerinde şiirle düzyazı iç içedir. Halk hikâyeleri konuları yönünden iki grupta incelenebilir.
Tek olay çevresinde gelişen halk hikâyeleri olduğu gibi, kişi ve olay sayısı çok halk hikâyeleri de vardır. Bu hikâyeler âşıklar ve yaşlılar tarafından anlatılır.
Halk hikâyeleri konularına göre dört çeşittir.
a. Aşk Hikayeleri: Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Yusuf ile Züleyha, Ercişli Emrah ve Selvi, Tahir ile Zühre, Âşık Garip Hikayesi, Aşık Kerem Hikayesi, Elif ile Mahmut...
b. Dini-Tarihi Halk Hikayeleri: Hayber Kalesi, Kan Kalesi, Battal Gazi, Danişmend Gazi, Hz. Ali ile ilgili diğer hikayeler...
c. Kahramanlık Hikayeleri: Köroğlu Hikayesi
d. Destanî Halk Hikâyeleri: Dede Korkut Hikayeleri

NOT: Halk hikâyeleri, destan ile roman arasındaki aşamanın ürünüdür.
Halk hikâyelerinin destandan farkları:
I) Tarihi bir vakanın olması şart değildir.
II) Nazım-Nesir karışıktır. Zamanla nesir nazıma üstünlük kazanmıştır.
III) Şahısları ve olayların anlatılmasında realist, çizgilere daha çok yer verilmiştir.
IV) Kahramanlıktan çok aşk maceraları konunun ağırlığını teşkil etmektedir.

NOT: Destan geleneğinden Halk hikâyeciliğine geçişin ilk ürünü Dede Korkut Hikâyeleri’dir. Bu nedenle Dede Korkut Hikâyeleri özel bir önem taşır.
Dede Korkut Hikâyelerinin en önemli özellikleri şunlardır:
1) Asıl adı “Kitab-ı Dede Korkut Alâ Lisan-ı Taife-i Oğuzan” şeklindedir.
2) 12, 13 ve 14. yy.da Doğu Anadolu’da ve Azerbaycan’da yaşayan Müslüman Oğuz boylarının geleneklerini, göreneklerini, iç mücadelelerini, doğaüstü güçlerle, yaratıklarla savaşmalarını ele alır.
3) 14. ve 15. yy.da yazıya geçirilmiştir. Bu konudaki yaygın kanaat hikâyelerin 14.yy.da yazıya geçirildiği şeklindedir. Hikâyelerin kimin tarafından yazıya geçirildiği bilinmemektedir.
4) Toplam on iki hikâyeden oluşur.
5) Şiir ve düzyazı (nazım-nesir) karışık oluşturulmuştur.
6) Hikâyelerde az da olsa masal ve destan unsurları görülür.
7) Çok temiz, güzel ve zengin bir kullanılmıştır.
Anlatım açık, yalın ve durudur. Kesinlik ifade eder.
9) Hikâyelerde en önemli meziyet kahramanlıktır.
10) Aileye, çoğalmaya, kadına, çocuğa ve çocuk terbiyesine büyük önem verilir. Kadınların ailenin en önemli unsuru olduğu vurgulanır. Önsözünde dört ayrı tadın tipi çizilir.
11) Bütün hikâyelerde dini unsurlar (namaz kılma, dua etme, arı sudan abdest alma) görülür.
12) Kahramanlar dövüşlerini, Allah ve peygamber sevgisi için yapar.
13) Türk milletinin karakteristik özellikleri; doğruluk, adalet, güzellik yüceltilir.
14) Misafirperverlik ve cömertlik insanların ortak özelliğidir.
15) At, ağaç, su, yeşillik kısaca tabiat çok sevilir.
16) Kahramanların en büyük yardımcısı atlardır.
17) Kadınlar, eşlerine karşı aşırı saygılı ve itaatkârdır. Eşler de kadınlarına önem verir, iyi davranır.
1 Hikâyelerde, birçok öğüt vardır. Bu nedenle bu hikâyeler didaktiktir.
19) Hikâyelerde yaşanan olayların tarihi bilgilerle ilgisi vardır.
20) Hikâyelerde geçen ve hikâyeler adını veren Dede Korkut; yaşlı, herkesin saygı gösterdiği, hakanların bile akıl danıştığı, çocuklara isim koyan, eğlencelerde kopuz çalıp şiirler söyleyen, kırgınlıkları gidermede aracılık eden kişidir.
 MESNEVİ:
Mesnevi, divan edebiyatı nazım biçimlerindendir. Beyitlerle yazılır ve her beyit kendi arasında uyaklıdır. Yani beyitler arasında gazelde olduğu gibi uyak birliği yoktur. Bu nedenle uzun konuları işleme olanağı vardır. Genellikle okuyucuyu sıkmaması için aruz ölçüsünün kısa kalıpları kullanılır. Mesnevi, divan edebiyatında bulunmayan öykü ve roman türünü karşılamaktadır. Beyit sayısı sınırlı değildir.
Mesnevi, İran’da kurulmuş ve oradan bize geçmiştir. Kurucusu da aslen Türk olan Genceli Nizamî’dir. Nizamî arka arkaya beş tane mesnevi yazmıştır. Divan edebiyatında beş tane mesneviye “hamse” denir. Bütün divan şairleri hamse (beş tane mesnevi) yazmak için uğraşmışlardır. Türk edebiyatında da Süleyman Çelebi, Şeyhî, Fuzûlî, Nâbî ve Şeyh Galip gibi sanatçılar mesnevi yazmışlardır.
Türk edebiyatında anlatı türünde batı tarzı yazılmış hikâye ve roman yoktur. Ancak bu türleri karşılayan divan edebiyatında Leyla vü Mecnun, Hüsrev-i Şirin, Yusuf u Züleyha ile Âşık Garip, Arzu ile Kanber, Battal Gazi vb. tarzında dinî tasavvufi nitelikli hikâyeler vardır.
Mesneviler de halkın anlatı ihtiyacını karşılamak üzere yazılmış eserlerdi.
Mesneviler işlediği konular bakımından şu türlere ayrılır:
a. Cenk destanları mesnevisi: Savaş ve kahramanlık olaylarını şairin duygu ve düşüncesine göre işleyen mesnevilerdir. İran edebiyatında Firdevsi’nin “Şehname” adlı eseri bu tür mesnevidir.
b. Aşk hikâyeleri mesnevisi: İslâm dünyasının ortak ürünü olan aşk öykülerini konu alan mesnevilerdir. Şeyyad Hamza’nın “Yusuf u Züleyha”, Fuzuli’nin “Leyla vü Mecnun” ve Şeyh Galip’in “Hüsn ü Aşk” adlı mesnevileri bu tür eserlerdendir.
c. Dinî ve tasavvufi mesnevi: Din ve tasavvuf konularını işleyen mesnevilerdir. Mevlana’nın “Mesnevi” adlı eseri ile Süleyman Çelebi’nin “Vesiletü’n Necat (Mevlit)” adlı mesnevileri bu türe girmektedir.
ç. Ahlaki ve didaktik mesnevi: Bilgi ve öğüt vermek amacıyla yazılan mesnevilerdir. Şeyhi’nin “Harname” ile Nabi’nin “Hayriyye-i Nabi” adlı eserleri bu türe girer.
d. Şehrengiz mesnevi: Padişah ya da devlet büyüklerinden birinin bir şehri ziyaretini veya şairin kendi şehrinin güzelliklerini anlatan mesnevilerdir. Lami’nin “Şehrengiz-i Bursa” adlı mesnevisi bu tür bir eserdir.

 MANZUM HİKÂYE:
Nazım şeklinde yazılmış hikâyelere manzum hikâye denir. Diğer hikâyede olduğu gibi manzum hikâyede de serim düğüm ve çözüm bölümleri bulunur. Meydana gelen bir olay ve olayı yapan kişi ve olayın geçtiği yer ve zaman vardır.
Türk edebiyatında Tevfik Fikret, Mehmet Âkif Ersoy bu türde önemli eserler vermişlerdir. Orhan Veli Kanık ve bazı başka şairler de çeşitli fabl hikâyeleri ile Nasrettin Hoca fıkralarını manzum hikâye tarzında yazmışlardır.
 HİKÂYE (ÖYKÜ:
Öyküde tasvirler anlatılan olayın okuyucunun zihninde daha iyi canlandırmasını sağlamaktadır. Tasvirin anlatmaya bağlı türlerde önemli bir yeri vardır. Edebî metinlerde insan sosyal bir varlık olarak bir çevre içerisinde ele alınır; kişi zaman zaman bu çevreden etkilendiği gibi çevreyi de etkiler. İnsan iç ve dışı dünyası ile bir bütün oluşturur. İnsanın konuşma tarzından ve ileri sürdüğü düşüncelerinden yaşadığı çevreyi, insanın içinde yaşadığı odadan, odasındaki eşyaların düzeninden kişinin iç dünyasını anlamak mümkündür.
Öykünün sözlük anlamı bir olayı, sözlü veya yazılı olarak aktarmak, anlatmak demektir. Edebiyatta ise, insanların başlarından geçen veya geçme olasılığı bulunan olayları anlatan kısa yazılara öykü denir. Öyküde mutlaka bir olay ya da durum ele alınır. Ele alınan konu, yer ve zaman gösterilerek anlatılır.
Öyküde yaşanmış olaylar anlatılabileceği gibi tamamen hayalde tasarlanan fakat yaşanabilir olaylar da anlatılabilir. Anlatılan olayın en ilgi çekici yönleri vurgulanır, okuyanda bir zevk ve heyecan uyandırması beklenir.
Öykülerde ele alınan olay kısa olarak işlenir. Olaydaki kişilerin sayısı azdır. İnsan yaşamının sadece bir yönü üzerinde durulur, temel olaylar anlatılır, gereksiz ayrıntılara girilmez.
Öykü türünün kaynağı, Hint edebiyatında Binbir Gece Masalları’na kadar uzanır. 13. yüzyılda İtalyan edebiyatında Baccacio (Bokasyo)’nun “Dekameron (On Günlük)” adını taşıyan eseri bu türün ilk örneğidir.
Daha sonraki yüzyıllarda özellikle 19. yüzyılda Fransız edebiyatında Alponse Daudet (Alfons Dode), Guy de Maupassant (Guy dö Mopasan); Rus edebiyatında Anton Çehov (Anton Çehov); Amerikan edebiyatında Mark Twain (Mark Tvayn), O Henry (O. Henri) bu türde başarılı eserler yazdılar.
Türk edebiyatında öykü türünde Ömer Seyfettin, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Halide Edip Adıvar, Memduh Şevket Esendal, Sait Faik Abasıyanık, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Necati Cumalı, Haldun Taner, Kemal Tahir vb. başarılı örnekler verdiler.
Öyküde Plan
Öyküde anlatılan olayın mantıksal bir gelişiminin sağlanması için iyi bir planlamanın yapılması gerekir. Planlama ile okurun ilgisi öykü sonuna dek canlı tutulur.
Öyküde; serim, düğüm ve çözüm bölümleri bulunur.
 Serim bölümü: Olayın geçtiği ortamın ve kişilerinin tanıtıldığı, yer ve zamanın belirtildiği bölümdür. Olay ve olay kişilerinin betimlemesi bu bölümde yapılır.
 Düğüm bölümü: Bu bölüm başlayan olayın ne şekilde gelişeceğinin belirlendiği bölümdür. Bu bölümde olaylar gelişir ve merak öğesi yoğunlaşır.
 Çözüm bölümü: Öyküde ele alınan olayın sonuçlandığı bölümdür. Olaylar sona erer, yazarın amacı anlaşılır, olaylar çözümlenir.
Öykü Çeşitleri
Öyküler oluşumlarına göre olay öyküsü ve durum öyküsü olmak üzere ikiye ayrılır.
 Olay öyküsü: Olay öyküsü, ele alınan olayların mantıksal bir gelişim içerisinde verildiği öykülerdir. Bu tür öykülerde olaylar; serim, düğüm ve çözüm bölümlerine uygun olarak anlatılır. Olayların gelişiminde kişi, yer ve zaman öğeleri göz önünde bulundurulur. Bu tür öykü Fransız edebiyatında Maupassant (Mopasan) tarafından geliştirildiği için Maupassant tarzı öykü adı da verilir.
 Durum öyküsü: Olaylardan çok sosyal olgulara, duygu ve düşüncelere önem veren öykülere durum öyküsü denir. Durum öyküsünde; duygu, düşünce ve hayaller ön planda olduğundan öykünün diğer öğeleri; zaman, yer ve yaşam koşulları ikinci planda yer alır. Bunlar anlatımda okuyucuya sezdirilir. Bu tarz öykü Rus edebiyatında Anton Çehov tarafından başlatıldığı için Çehov tarzı öykü olarak da adlandırılır. Türk edebiyatında; Ömer Seyfettin olay öyküsünün, Sait Faik Abasıyanık ve Memduh Şevket Esendal da durum öyküsünün önemli temsilcilerindendir.
Öykünün Öğeleri
a. Kişiler: Öyküde anlatılan olayları veya durumları yaşayan kişilerdir. Öyküde kişi sayısı azdır. Sadece bir veya birkaç kişi vardır ve onun başından geçenler anlatılır.
Öyküde olayları yapanlara ya da olaydan etkilenenlere öykünün kahramanları denir. Kahramanın kendine özgü ayırt edici özellik taşımasına karakter; benzerlerinin niteliklerini abartılı bir biçimde üzerinde toplanmasına tip denir. Bu bakımdan her birey bir karakterdir, tip değildir. Kıskançlık, cimrilik, korkaklık, vb. birer tiptir.
b. Olay: Öykü kişilerinin başından geçenlere olay denir. Öyküde tek bir olay ele alınır. Bazen bu temel olaya bağlı küçük çaplı yan olaylar da olabilir. Ele alınan olayların gelişiminde mantıksal bir sıra izlenir.
Olay öykülerinde, olay ön planda olmasına karşın, durum öykülerinde olay ya ikinci plandadır ya da yok denecek kadar azdır.
c. Zaman: Öyküde ele alınan olayın başladığı ve bittiği bir zaman dilimi mutlaka vardır. Olayların başlaması ile bitmesi arasındaki sürece zaman denir. Olaylar bu zaman dilimi içerisinde gerçekleşir. Bazı öykülerde olay veya durum son durumdan başa doğru gelişebilir.
ç. Yer: Öyküde ele alınan olay belli bir yerde (mekânda) geçer. Bu yer, okul, hastane, bahçe, sokak olabileceği gibi insanın iç dünyası da olabilir. Öyküde yer ya da çevre, betimlemelerle tanıtılır ve kısa tutulur, ayrıntılara girilmez.
d. Dil ya da anlatım: Öykü ya birinci tekil kişinin ağzından ya da üçüncü tekil kişinin ağzından anlatılır. Birinci tekil kişi olayın içindedir. Üçüncü kişi ise olaya gözlemci, tanık olarak katılır.
Öykü anlatış tarzı yazardan yazara farklılıklar gösterir. Her yazarın kendine göre dili kullanma biçimi vardır. Buna üslup adı verilir.
 ROMAN:
Olmuş ya da olma olasılığı bulunan olayların bir büyük olayla örülerek ayrıntılı bir şekilde yer ve zaman gösterilerek antıldığı uzun yazılara roman denir.
Romanın çeşitli tanımları yapılmıştır. Bunların ortak özellikleri şunlardır:
Romanlarda, insanların başlarından geçen olaylar ayrıntılı bir şekilde işlenir. Böylece insanların duygu, düşünce ve hayal dünyaları geliştirilir. Yaşam deneyimleri artırılır.
Romanda ele alınan olay etrafında pek çok küçük olay anlatılır. Ele alınan olayın gerçek ya da gerçeğe uygun olması, kişilerin gerçek yaşamda gördüğümüz kişilere benzemesi, olayın geçtiği yer ve zamanın belli olması çevre ve kişilerin ruhsal çözümlemelerine yer verilmesi gerekir.
Romanlar yazıldığı devrin sosyal ve siyasal olaylarını yansıtır. Belli bir döneme ışık tutar.
Romanda Plan
Romanda ele alınan olayların mantıksal bir gelişimi yapılır. Temel olay çevresinde pek çok küçük olaylar işlendiğinden, kişiler ile olaylar arasındaki ilişkinin kurulabilmesi iyi bir planlama ile olasıdır.
Romanda da öyküde olduğu gibi serim, düğüm ve çözüm bölümleri bulunur.
 Serim bölümü: Romana konu olan olaylar ile yer, çevre ve kişilerin tanıtıldığı bölümdür. Bu bölümde olayın geçtiği zaman ile olay kişileri ve çevre betimlemesi yapılır.
 Düğüm bölümü: Romanda olayların karmaşık bir hâl aldığı, okuyucunun merakının ve heyecanının yoğunlaştığı bölümdür. Romanda birden fazla düğüm bölümü bulunabilir ve en uzun bölüm bu kısımdır.
 Çözüm bölümü: Düğüm bölümündeki olayların çözümlendiği, merak ve heyecanın giderildiği bölümdür. Bazı romanlarda sonuç, okuyucunun hayal gücüne bırakılabilir.
Roman Çeşitleri
Romanlar bağlı oldukları akıma, işledikleri konulara ve iç yapılarına vb. göre sınışandırılır.
Akımlarına göre; romantik roman, realist roman, natüralist roman gibi.
İşledikleri konulara göre; sosyal roman, tarihî roman, polisiye roman gibi.
İç yapılarına göre; aksiyon romanı, psikolojik roman gibi çeşitli türlere ayrılır.
Romanın Öğeleri
a. Kişiler: Romanda anlatılan olayları gerçekleştiren kişilerdir. Kişilerin olağanüstü nitelikleri yoktur; gerçek yaşamda gördüğümüz kişilere ya tip ya da karakter olarak benzemelidir. Bunlardan belirli bir sosyal sınıfı ya da eğilimin özelliklerini üstünde taşıyan kişiye tip denir. Cimri tip, içe dönük tip, sevecen tip vb. Karakter ise kendine özgü tutum ve davranışları olan kişidir. Romanda betimlemelerle kişilerin iç ve dış yönleri tanıtılır, çevre ile bağlantıları ortaya konur.
b. Olay: Roman kişilerinin yaptığı eylemlere olay denir. Romanda ana olay çerçevesinde pek çok küçük çapta olaylar gelişir. Bu olayların her biri roman kişilerinin bir yönünü tanıtır. Romanda gereksiz olaylara yer verilmemelidir. Gereksiz olay ve ayrıntılar eserin değerini düşürür.
c. Zaman: Romanda işlenen olaylar belli bir zaman diliminde geçer. Olayların başlaması ile bitmesi arasında bir süreç vardır. Bu sürece zaman denir.
ç. Dil ve anlatım: Roman yazarının, kendine özgü dili kullanma becerisi vardır. Kimi uzun cümleler kurar, kimi de kısa cümleleri benimseyebilir. Kimi de devrik tümcenin ya da atasözü ve deyimlerin anlatım gücünden yararlanır. Bu anlatım biçimine üslup denir.
Olaylar ya roman başkişisinin ya da üçüncü kişinin ağzından anlatılır. İlk durumda yazar olayları yaşarken ikinci durumda yazar olaylar karşısında gözlemcidir, tanıktır.
Yazarlar roman yazarken anılarından, kişisel gözlemlerinden ve alınan küçük notlardan yararlanır.
4. Göstermeye Bağlı Edebî Metinler (Karagöz ve Seyirlik Oyunlardan Modern Tiyatro Metinlerine)
a. Göstermeye Bağlı Edebî Metinleri Tanıma (Tiyatro)
Tiyatro
Günlük hayatta karşılaşabileceğimiz olayları sahnede göstermek amacıyla yazılan eserlere tiyatro denir. Drama, dramatik edebiyat gibi sözler de tiyatro anlamına gelir. Dilimizde tiyatro sözcüğü sahne eseri, sahne eserlerini oynama sanatı ve sahne eserlerinin oynandığı bina anlamlarında da kullanılır.
Tiyatro, olayları dekorlar ve kişiler yardımıyla günlük hayatta olduğu gibi gözümüzün önünde canlandırır. Bunun için hem göze, hem de kulağa hitap eden güzel sanatlardan yararlanır. Söz ve hareketler birbirini tamamlar. Oyuncu ile seyirci bütünleşir. Bu bakımdan edebî türler arasında en canlı, hayata en yakın olanıdır.
Tiyatro eserinde başlıca iki öğe bulunur: olay ve kişiler. Olay anlatılmaz oyuncular tarafından canlandırılır.
Tiyatro eserinde olay bir mücadeleden, yani iki kuvvetin çarpışmasından doğar. Çarpışan güçler insanın insanla; insanın hayvanla ya da insanın doğayla mücadelesi şeklinde geçer. İnsanın kendi kendine mücadele ettiği oyunlar da varır. Bu tür psikolojik konuların ele alındığı oyunlarda görülür. Kişiler, olayları yaşayan ya da olaydan etkilenen varlıklardır. Olayları ön planda yaşayan varlığa olayın başkahramanı denir.
Tiyatro eserleri de hikâye ve romanda olduğu gibi üç bölümden oluşur: Serim
düğüm ve çözüm. Serim (giriş bölümünde olay ve olayla ilgili kişiler kısaca ele alınır. Düğüm (gelişme) bölümü olaydaki kişilerin çatışması ve çatışmanın merak uyandıracak bir hâl aldığı bölümdür. Çözüm (sonuç de ise olay bir sonuca bağlanır.
Tiyatronun Doğuşu
Tiyatro (Drama), Eski Yunanda (Antik Çağda) bağ bozumu tanrısı Dionisos adına düzenlenen dinsel törenlerden doğmuştur. Eski Yunanda her yıl doğanın canlanışını, bereket ve bolluğu kutlamak için törenler düzenlenirdi. Törenlerde halkın duygu ve düşüncelerini dile getiren bir koro ilâhiler okurdu. Daha sonraları (MÖ 5.yy). Aiskhylos (Ayskilos) ilahiler okuyan koronun karşısına ikinci bir oyuncu çıkarttı. Oyun koro ile aktör adı verilen iki kişinin konuşmaları üzerine kuruldu. Böylece tiyatro doğmuş oldu. Ayskhylos’tan sonra yetişen Sophokler (Sofokler) oyuna üçüncü kişiyi kattı.
Bu dönem tiyatrosunda trajedi ve komedi olmak üzere iki tür vardı.
Tiyatro Eserlerini Sınışandırılması
Tiyatro eserleri klasik ve modern tiyatro olmak üzere ikiye ayrılır:
A. KLASİK TİYATRO
Klasik tiyatro klasizm akımının kurallarına bağlı kalınarak yazılan eserlerdir. Trajedi ve komedi olmak üzere ikiye ayrılır.
Trajedi: Eski Yunan’da, seyircideki acıma ve korkuya bağlı duyguları ortaya çıkarmak amacıyla yazılan tiyatro eseridir. Bu dönemde bağ bozumu tanrısı Dionisos (Diyonisos) adına düzenlenen törenlerden doğmuştur. Din törenlerinde keçi kılığına giren koronun törenin anlamına uygun bir şekilde şiirleri şarkı biçiminde okuyup dans etmesiyle oluşur.
Trajedi oyununun kahramanları soylu (asil) kişilerden seçilir; Yüksek bir üslup kullanılır ve üç birlik (yer, zaman ve konu) kuralına uygun olarak yazılır.
Komedi: Toplumun ve insanların gülünç yanlarını ortaya koymak amacıyla yazılan tiyatro türüne komedi denir. Komedi de Eski Yunan’da bağ bozumu tanrısı Dionisos adına düzenlenen törenlerden doğmuştur. Komedide oyun kahramanları halktan kişilerdir. Bu nedenle birtakım şakalara, kaba sözlere yer verilir, halkın söyleyiş özellikleri sahnede gösterilir.
Komediler fars, vodvil, komedi santimantal vb. türlere ayrılır.
Anlatmaya Bağlı Türlerle Göstermeye Bağlı Türlerin Karşılaştırılması
* Tiyatroda oynanan oyunu seyirci karşısında görür. Hikâye ve romanda ise okuyucu olayı iç dünyasında kurgular.
* Tiyatroda olaylar, dekor, ışık, ses, aksesuarlar sayesinde gerçek hayatta oluyormuş gibi canlandırılır.
* Tiyatroda dil çok önemlidir. Bunun için konuşma dilinin canlılığı sahnede verilir. Duygu düşünce ve ruhsal eğilimler dil sayesinde anlaşılır. Bunu sağlamak için uzun cümlelerden kaçınılır.
B. MODERN TİYATRO
1. Dram
18. yüzyıl sonlarına doğru komedi ile trajedi türlerinin karışmasıyla meydana gelmiştir. Hayatın hem acıklı, hem gülünç yanlarını bir arada veren oyundur. Genellikle orta tabaka insanının özel hayatındaki çatışmaları ile günlük mücadelelerini ele alır.
Seyircilerin duygularına seslenerek onu etkilemeye çalışır. Güzel ile iyiyi, faydalıyı bir arada gösterir.
Dram sözü dilimizde duygulu, ciddi oyun anlamında da kullanılır. Türleri şunlardır: piyes, melodram vb.
2. Müzikli Tiyatrolar
Sözleri bestelenmiş tiyatro türüdür. Tamamen bestelenen tiyatro türleri olduğu gibi, yarısı beste yarısı söze dayanan tiyatro türleri de vardır. Bunlar; opera, operet, komedi müzikal ve bale gibi türlere ayrılır. Şimdi bu türleri görelim.
Müzikli Tiyatrolar
Opera: Müzik eşliğinde söylenen şarkılı oyunlara opera denir. Lirik dram olarak da bilinir. Tamamen nazım (şiir) şeklinde yazılır ve bestelenir. Eserde şiir, müzik, ışık, kostüm, raks (oyun) ve estetik zenginlik tam bir uyum içerisinde bulunur.
Opera 17. yy başlarında İtalya’da doğmuş ve oradan, önce Fransa’ya sonra da Avrupa ülkelerine yayılmıştır.
Operet: Halka hitap eden müzikli komedidir. Halk şarkılarına dayalı, sade üslupla hafif ve coşkun eğlenceli konularda yazılıp bestelenmiş sahne oyunudur. Daha çok eğlendirici yanı vardır.
Komedi Müzikal: Sözlerinin arasında müzikli parçalar bulunan vodvil ya da komedilere denir. Acıklı, gülünç sahnelere yer verilir. Müzikli bölümlerde halk şarkılarından yararlanılır.
Bale: Konusunu, müzik eşliğinde hareketlerle anlatan tiyatro türüdür. Balede konuşma yoktur. Her şey danslı hareketlerle anlatılır.
TİYATRO TERİMLERİ
 adaptasyon: 1) Yabancı dille yazılmış bir tiyatro eserini, yöresel koşullara göre uygun biçimde kişi ve yer adları dahil kendi diline çevirme. 2) Bir roman ya da öyküyü tiyatro türüne uyarlama işi.
 aksesuvar: 1) Dekora yardımcı olan küçük eşyalar. 2) Oyuncunun oyun gereği kullandığı eşyalar.
 aktör: Tiyatro oyunundaki erkek oyuncu.
 dekor: Oyunun geçtiği yeri canlandırmak amacıyla kullanılan renk, ışık, eşya vb. araçların tümü.
 dramatik örgü: Tiyatro eserinde olay örgüsüne verilen ad.
 figüran: Bir oyunun kalabalık sahnesini doldurmak için kullanılan konuşmayan ya da birkaç sözcük söyleyen kişi, kişiler.
 jest: Rol gereği yapılan el, kol ve vücut hareketleri.
 makyaj: Rol gereği yüzü güzelleştirmek ya da başka biçime sokmak için yapılan boyama.
 mimik: Rol gereği yapılan yüz ifadeleri.
 perde: Olayların gelişmesine göre oluşan bölümlere perde denir.
 piyes: Tiyatro eserlerine verilen genel adı.
 rol: Oyuncunun sahnede canlandırdığı kişilik.
 sahne: 1) Tiyatro eserinde perde içindeki bölüm. Kişilerin girip çıkmasıyla oluşan daha küçük bölümlere denir. Fıkra, meclis sözcükleri de sahne anlamında kullanılır. 2) Oyun için ayrılmış yer.
 suşör: Oyunun akışını metinden takip eden ve unutulan cümle ve sözleri fısıldayarak oyuncuya hatırlatan görevli.
 tuluat: Oyuncuların metne bağlı kalmadan zekâ ve kavrayışlarına göre başarı sağladıkları konuşma ve davranışlar.
a. Göstermeye Bağlı Edebî Metinler
1. Geleneksel Türk Tiyatrosu: Göstermeye bağlı metinler, günlük hayatta karşılaşabileceğimiz olayların sahnede gösterilmesiyle oluşur. Bunlara dramatik metinler adı da verilir. Geleneksel
Türk tiyatrosu, modern tiyatro ve müzikli oyunlar olmak üzere iki kısımda incelenir.
Geleneksel Türk tiyatrosunda Karagöz, orta oyunu ile meddah yer alır.
a. Karagöz
Karagöz, bir gölge oyunudur. Oyun deriden kesilmiş birtakım şekillerin (insan, hayvan, bitki, eşya vb.) arkadan ışık verilerek beyaz bir perde üzerine yansıtılmasıyla oluşur. Bu oyuna eskiden hayal-i zill, zıll-ı hayal, hayal-i sitare gibi adlar verilirdi.
Oyun karanlık bir yerde seyircinin olduğu bir mekânda oynanır. Oyun başlıca dört bölümden oluşur: Giriş, Muhavere, Fasıl ve Bitiş.
1. Giriş: Giriş bölümünde göstermelik adı verilen bir süs (gemi, ağaç, çiçek) perdeye yansıtılır. Nekare zırıltısı denilen bir düdük sesi duyulur. Hacivat müzik eşliğinde bir semai okur, “Hay Hak” diyerek söze başlar, arada bir perde gazeli okur, bölüm sonunda dua ederek Karagöz’ü perdeye davet eder. Karagöz, Hacivat’ın çıkarttığı gürültüye kızar, kavga ederler.
2. Muhavere: Karagöz’le Hacivat’ın aralarında geçen konuşmaların yer aldığı bölümdür. Asal oyunla ilgisi yoktur.
3. Fasıl: Asıl oyun, fasıl bölümünde yer alır. Oyunun konusuna göre çeşitli tipler perdeye yansıtılır. Genellikle yöresel şiveyle konuşanlar ile azınlıkları temsil eden tipler arasında geçen olaylar gösterilir. Efe, sarhoş, külhanbeyi vb. başından geçenler anlatılır. Onların Karagöz’le olan konuşmalarına yer verilir.
4. Bitiş: Bu bölümde perdede sadece Hacivat ile Karagöz bulunur. Karagöz Hacivat’a saldırır. Hacivat’ın “Yıktın perdeyi eyledin viran, varayım sahibine haber vereyim heman.” sözleriyle oyun biter.
Karagöz oyununda müziğin ayrı bir yeri vardır. Ele alınan tiplerin sahneye gelmesinde ve oyun aralarında mutlaka müzik vardır.
Karagöz oyunun asıl kahramanları Karagöz ile Hacivat’tır. Karagöz, işsiz, fakir, zeki, cahil ancak nükteden bir kişidir. Hacivat ise biraz okumuş bilgiçlik gösteren yarı aydın bir tiptir. Oyun ikisi arasındaki konuşmalara dayanır. İkisi arasındaki anlaşamamazlık, Hacivat’ın sözlerini Karagöz’ün yanlış anlaması güldürmeye yetmektedir.
Karagöz oyunu fasıl bölümünde yer alan konulara göre ad alır. Abdal Bekçi Aşçı, Bahçe, Kanlı Kavak, Kanlı Nigar, Yalova Sefası vb. bunlardan birkaçıdır.
b. Orta Oyunu
Orta oyunu dört tarafı seyircilerle çevrili bir alanda oynanır. Oyun, Karagöz oyununun canlı olarak gösterisidir. Oyunda belli bir bölüm yoktur; doğaçlama olarak oynanır. Oyun belli bir konu etrafında çalgı, raks, şarkı, taklitler ve konuşmalardan meydana gelir. Oyun, Pişekâr’ın şakşak (Pastav) adı verilen aletiyle başlar. Oyunun oynandığı alana planga denir. Dekor olarak yeni dünya adı verilen bezsiz paravan ile dükkân adı verilen alçak hasır iskemleler kullanılır. Oyunun iki önemli kişisi vardır:
Pişekâr ile Kavuklu. Pişekâr, Karagöz oyunundaki Hacivat’ın, Kavuklu da Karagöz’ün karşılığıdır. Oyunun diğer kahramanları şunlardır: Çelebi, Tuzsuz, Sarhoş, Külhanbeyi,Zenne, Cüce vb.
Karagöz oyununda olduğu gibi burada da konuya uygun meslek, iş, yöre ve ulustan kişilerin şive taklitleri yapılır. Kahramanlar birer tip olarak temsil edilir, karakter özellikleri verilmez.
Orta oyunu şu bölümlerden oluşur:
1. Giriş: Pişekâr’ın izleyicileri selamladığı, zurnacı ile konuştuğu ve oyunu açtığı bölümdür.
2. Muhavere: Kavuklu ile Pişekâr’ın birbirleriyle tanış çıkmasıyla ilgili karşılıklı konuşmaların yer aldığı bölümdür.
3. Fasıl: Belli bir olayın anlatıldığı bölümdür. Asıl konu bu bölümde işlenir.
4.
EBULLAKLAKA (Ziyaretçi)
06.03.2008 18:45 (UTC)[alıntı yap]
ÜNİTE IV
ÖĞRETİCİ METİNLER
1. Öğretici Metinleri İnceleme Yöntemi
Öğretici metinler, bilgi verme amacıyla düzenlenir. Bunlarla sağlanan iletişim amacı, bilinmeyen bir hususu açıklamak; bir yer veya olay hakkında bilgi vermek, bir düşünceyi, bir duyguyu, kanaati bildirmektir. Günlük hayatın gerçeklerini, tarihi olayları, felsefi düşünceleri bilimsel gerçekleri ifade eden metinler bu guruba girer.
a. Metin ve Zihniyet
Düşünce eserleri olarak da adlandırılan öğretici metinler, bilgi ve haber vermek, kanıları değiştirmek, uyarmak, düşündürmek, yönlendirmek ve tanıtmak gibi amaçlarla yazılır.
b) Yapı (Plan)
Diğer metinlerde olduğu gibi öğretici metinler de giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden meydana gelir. Metinde cümleler ve paragraflar arasındaki ilgi kendi içinde anlam bütünlüğü sağlar. Anlam bütünlüğü olan birimlerin bir düzene bağlı olarak birleşmesi sonucu da metnin yapısı oluşur.
c. Ana Düşünce
Okuyucuya verilmek istenen temel düşünceye ana düşünce, ana düşünceyi destekleyen ve diğer paragraflarda yer alan düşüncelere de yardımcı düşünce denilir.
Ana düşünce okuyucuya iletilmek istenen düşüncenin en kısa ve yalın ifadesidir. Bir metinde ana düşünce genelde açıkça ifade edilmez. Yazının tamamından okuyucunun çıkartması beklenir. Ancak az da olsa ana düşüncesi giriş, gelişme ya da sonuç bölümünde yer alan metinler de vardır.
Bir metindeki ana düşünce çevresinde gelişen başka metinler yazılabilir. Bu metin yazarın görüş açısına göre değişir.
ç. Dil ve Anlatım
Coşkuya Dayalı Metinler ile Olay Çevresindeki Metinler Öğretici Metinler
Kelimeler ve cümleler yan anlam değeri bakımından zengindir. Okuyucuya bilgi vermek amacıyla yazıldıkları için kelimeler ve cümleler ilk anlamlarıyla kullanılır.
Öğretici metinlerin bu şekilde yazılması metnin açık ve anlaşılır olmasını sağlar. Denilebilir ki, öğretici metinlerde dil bir nesneyi bir kavramı, bir olayı anlatmak, açıklamak, bildirmek ve okuyucuyu uyarmak, harekete geçirmek üzere kullanılır.
Öğretici metinlerde metnin dili anlatılmak istenen düşünceye, anlatım türüne ve hitap edilen okuyucuya göre değişiklik gösterir.
 Metnin dili, anlatım türüne göre farklılık gösterir: Sohbetin, makalenin, denemenin, felsefi bir yazının yada felsefi hayatı konu alan bir metnin dili birbirinden farklıdır.
 Dil hitap edilen okuyucuya göre farklılık gösterir: Çocuklar için yazılan bir metin ile üniversite öğrencisi için yazılan metin birbirinden farklı olacaktır.
 Dil yazarın bulunduğu duruma ve konuma göre farklılık gösterir: Aynı manzara farklı açılardan bakan insanlar aynı şeyi göremezler farklılık bulunduğumuz yerden kaynaklanır.
Dil, daha çok göndergesel işleviyle kullanılır.
d. Metin ve Gelenek
e. Anlam:
Yazarlar öğretici metinlerde hayal gücünden hemen hemen hiç yararlanmaz. Genellikle mantık ölçüleri içinde gelişen ve açıklamaya dayanan anlatım biçimi söz konusudur. Öğretici metinlerde anlamı, özü doğrudan, ve kestirme söyleme esastır. Bunun için dil duygusal ve çağrışıma dayalı değildir. Bu tür metinlerde farklı anlamlar bulunmaz. Yani metinler okuduğunu anlayabilen herkese aynı anlamı verirler.
f. Metin ve Yazar
Öğretici metinlerde bilginin aktarılması ve yorumlanması esastır. Bu bilgi de yorum da yazara aittir. Her yazarın dili kullanımı birbirinden farklıdır. Yani dil yönünden yazarla metni arasın bir ilişki vardır. Bu ilişki üslup için de geçerlidir. Bu metinlerde yazar öğretici ve açıklayıcı durumdadır.
g. Yorum
Öğretici metinler güncel metinler oldukları için yazıldıkları dönemin şartlarıyla değerlendirilmelidir. Öğretici metinler genelde kelimelerin ilk anlamlarıyla oluşturuldukları için, bu metinlerin okuyucuda uyandırdığı anlam da aynıdır. Yalnız deneme ve fıkralarda okuyucuya farklı anlamlar sezdirilebilir. Okuyucu sezdirilen bu anlamlar etrafında metinleri yorumlar.
2 Öğretici Metin Örneklerini İnceleme ve Karşılaştırma
a. Tarihî Metin: Geçmişe ışık tutmaya yarayan ve belgeye dayanan metinlerdir. Bu metinlerde yazar belgeler ışığında olayları yorumlar.
b. Felsefî Metin: Felsefe kelimesi, sevgi anlamına gelen Yunanca ‘’Philia’’ deyimiyle, bilgi anlamına gelen Yunanca ‘’Sophiya’’ deyiminden meydana gelmiştir. ‘’Bilgi sevgisi’’ demektir. Felsefenin üç temel problemi olan varlık, bilgi, değer konularında felsefi dikkatle kaleme alınmış metinlere felsefi metin denir.
c. Bilimsel Metin: Bilimsel buluşları iletmek için yazılan metinlerdir. Bu yazılarda açıklık ve kesinlik önemlidir. Alanında donanıma sahip kişiler tarafından anlaşılacak şekilde yazılır. Bu yazıların en önemli amacı bilimsel iletişimi gerçekleştirmektir. Bilimsel yazılar başlık, özet, giriş, asıl metin, sonuç ve tartışma bölümlerinden oluşur.
Bilimsel metinler araştırma, inceleme ve gözlem sonucu yazılır ve bilimsel gerçeklere yer verilir.
ç. Gazete Çevresinde Gelişen Metin Türleri:
Gazete ve dergi çevresinde gelişen metinler makale, fıkra, deneme, eleştiri, sohbet ve röportaj vb. türlerden meydana gelir.
I) Makale: Makale herhangi bir konuda bilgi vermek, açıklama yapmak, gerçeği savunmak ya da topluma yol göstermek amacıyla yazılan gazete ve dergi yazısıdır. Makalede esas olan düşüncedir.
Makalede ele alınan konu derinlemesine incelenir, konu ile ilgili kanıtlar bulunarak düşünceler ispatlanır. Makalede okuyucuyu ikna etme, onu inandırma çabası vardır.
Makale yazmak için geniş bilgi ve kültür birikimine ihtiyaç vardır. Ele alınan konu okuyucunun anlayacağı bir düzeyde işlenmeli, gereğinden fazla uzun olmamalıdır. Anlatımda açık anlaşılır bir dil kullanmalıdır.
Her konuda makale yazılabilir. Bilim sanat, edebiyat, ekonomi siyaset vb. Ele alınan konu işlenirken tarafsız olmalı bilimsel görüşlere yer vermelidir. Bu yönüyle makale diğer edebi türlerden ayrılır.
Gazete makalelerinde genellikle günlük olaylar, dergi makalelerinde ise akademik konular ele alınır.
Gazetelerin baş sayfalarında yer alan makalelere başmakale; yazarına da başyazar adı verilir.
II) Fıkra: Fıkra, bir yazarın herhangi bir konuda ya da günlük olaylarla ilgili kişisel görüş ve düşüncelerini güzel bir üslupla anlattığı gazete ve dergi yazılarıdır. Türkçede fıkra sözcüğü 1. Gazete yazısı, 2. Küçük nükteli hikâye, 3. Kanun maddelerinin alt bölümleri anlamlarında kullanılır. Ancak gazete ve dergi yazısı olan fıkra diğer fıkralarla karıştırılmamalıdır.
Fıkra, gazete ve dergilerin belirli bir köşesinde yayımlanır. Ortaya konan düşünceler kısa ve öz olarak incelenir ve bir sonuca varılır. Daha çok yalın bir dille alaylı, zaman zaman eleştirel, zaman zaman da samimi sohbet tarzında yazılır.
Fıkra ile makaleyi karıştırmamak gerekir. Bu iki türü ayıran en önemli özellik makalede ele alınan düşüncenin kesin olarak kanıtlanması, fıkrada ise güzel, hoş ve etkili bir sonuca varılmasıdır. Fıkra makaleye göre daha kısa boyutlu bir yazıdır.
III) Deneme: Deneme bir yazarın herhangi bir konu üzerine görüş ve düşüncelerini kanıtlama gereği duymadan, kesin yargılara varmadan anlattığı yazı türüdür. Deneme yazarı konu ile ilgili duygu ve düşüncelerini samimi bir biçimde dile getirir. Âdeta kendisi ile konuşur gibi yazar.
Denemede konu sınırlılığı yoktur. Genelde sanat, bilim, edebiyat, felsefe vb. konularında yazılır. Makale fıkra uzunluğunda olur. Deneme okumaktan ve düşünmekten hoşlananların üzerinde durduğu bir türdür.
Fransız edebiyatında Montaigne, İngiliz edebiyatında Bacon ve Huxley bu türün başarılı yazarları arasındadır. Türk edebiyatında Nurullah Ataç, Suut Kemal Yetkin, Oktay Akbal, Cevdet Kudret deneme yazarlarındandır.
IV) Eleştiri: Eleştiri bir sanat eserinin, bir sanatçının gerçek değerini ortaya koymak amacıyla inceleme sonucu yazılan yazılardır. Eleştiride incelenen konu güçlü ve zayıf yönleriyle birlikte ele alınır. Eleştiri yapan kişiye eleştirmen (münekkit) denir. Eleştirmen geniş bir bilgi birikimine sahip olmalı ve geniş bir felsefi görüşle hareket etmelidir.
İncelediği eserin bütün olarak ele almalı, peşin yargılardan kaçınmalıdır. Eserde alışılmışın dışındaki güzellikleri bulup ortaya çıkarmalı, eseri okurlara tanıtmalıdır.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren eleştiri alanında büyük gelişmeler olmuştur. Bu süre içinde eleştiride bilimsel eleştiri ve izlenimci eleştiri olmak üzere iki akım (görüş oluşmuştur.
a. Bilimsel (nesnel) eleştiri: Bilim alanındaki gelişmeler, bu alanda uygulanan yöntemlerin edebiyatta da uygulanmasına yol açmıştır. Eleştiri yöntemi gelişi güzellikten kurtarılarak birtakım değişmeyen nesnel ilkelere ve kurallara bağlanmıştır.
b. İzenimci eleştiri: Sanat eserleri karşısında eleştirmenin öznel tutumunu belirtme anlayışıdır. İzlenimci eleştiriye göre insanın huyu, beğenisi zamanla değişir, sanat eserini incelemede değişmez kural ve ilkeler uygulanamaz. Bugün sevilen beğenilen eser yarın beğenilmeyebilir. Sanat eseri sadece dış nedenlere göre değerlendirilemez. Eleştirmen eserden duyduğu zevkleri de belirtmelidir.
d. Kişisel Hayatı Konu Alan Metinler
Kişisel hayatı konu alan metinler anı, gezi biyografi, mektup ve günlük adı verilen türlerden oluşur.
I) Anı: Bir yazarın veya önemli kişilerin başından geçen ya da yaşadıkları devirde tanık oldukları, duydukları olayları anlattığı yazıdır.
Anılar kişilerin yaşadıkları devirdeki olayları hatırladıkları biçimiyle yazılır. Ancak günü gününe tutulan notlardan, mektuplardan ya da o devirle ilgili başka yazarların görüşlerinden yararlanılarak yazılan anılar da vardır.
Tanınmış kişilerin sanat, bilim, siyasetle ilgili anıları, o devri aydınlatması bakımından birer belge niteliğindedir.
II) Gezi: Gezi, bir yazarın ya da sanatçıların gezip gördükleri yerleri edebî bir anlatımla ele aldığı yazılardır. Gezi yazılarında gezip görülen yerlerin doğal güzellikleri, tarihî dokusu, kültürü ile orada yaşayanların gelenek ve görenekleri anlatılır.
Gezi yazısına eskiden seyahatname, gezi yapan kişiye de seyyah denirdi.
III) Mektup: Başka bir yerde bulunan bir kimseye, bir kuruma ya da bir topluluğa bir maksadı bildirmek amacıyla yazılan yazılara mektup denir.
Mektup bir haberleşme aracıdır.
Mektupların birçok çeşidi vardır: Bunlar özel mektup, iş (resmi) mektup, edebî ve felsefi mektup vb.
• Özel mektup: Birbirini tanıyan iki kişi arasında özel konularda yazılan mektuptur.
Eşe, dosta, arkadaşa ve akrabaya yazılan mektuplardır. Özel mektupların en belirgin niteliği her türlü yapmacıktan uzak, özentisiz ve içten geldiği gibi yazılmalarıdır.
Sanat, bilim ve siyaset adamlarının özel mektupları onların duygu, düşünce ve hayatları yaşadıkları devrin aydınlatılmasını sağlar.
• İş mektupları: Kişilerin herhangi bir resmî kuruma iş amacıyla yazdıkları mektuplardır.
Resmî ve ticari kuruluşların kendi aralarında yaptıkları yazışmalar da bu türe girer.
• Edebî ve felsefi mektup: Herhangi bir düşüncenin, bir görüşün açıklanması amacıyla yazılan mektuplardır. Bunlardan kamuoyunu aydınlatmak amacıyla yazılarına açık mektup denir.
Mektupta açık, yalın ve anlaşılır bir dil kullanılır.
TEST
1. Aşağıdakilerden hangisi anlatmaya bağlı türlerden birisidir?
A) deneme B) eleştiri C) makale D) roman
2. Aşağıdakilerden hangisi öğretici metinler kapsamında değerlendirilir?
A) şiir B) tiyatro C) hikâye D) makale
3. Aşağıdaki yargılardan hangisi doğrudur?
A) Öğretici metinler herhangi bir konuda bilgi vermek, amacıyla yazılır.
B) Öğretici metinler sahnelenmek amacıyla yazılır.
C) Öğretici metinlerde serim, düğüm ve çözüm bölümleri bulunur.
D) Öğretici metinler kuşaktan kuşağa nakledilir.
4. “Herhangi bir konuda bilgi vermek, açıklama yapmak, gerçeği savunmak ya da yol göstermek amacıyla yazılan gazete ve dergi yazısıdır. Ele alınan konu derinlemesine incelenir, düşünceler kanıtlarla ispatlanmaya çalışılır.”
Yukarıda tanımlanan türe ne ad verilir?
A) deneme B) makale C) eleştiri D) sohbet (şöyleşi)
5. “ Bir yazarın herhangi bir konuda ya da günlük olaylarla ilgili kişisel görüş ve
düşüncelerini yansıttığı gazete ve dergi yazısıdır. Aynı zaman da kısa nükteli hikâye
ve kanun maddelerinin alt bölümlerini anlamlarına da gelir.”
Yukarıda tanımlanan türün adı nedir?
A) fıkra B) şöyleşi C) eleştiri D) röportaj
6. Aşağıdakilerden hangi kümede öğretici metinler doğru olarak sıralanmıştır?
A) fıkra, makale, şiir B) deneme, tiyatro, eleştiri
C) eleştiri, deneme, sohbet D) sohbet, hikâye, roman
7. “Bir yazarın herhangi bir konu üzerine görüş ve düşüncelerini kanıtlama gereği
duymadan, kesin yargılara varmadan anlatatığı yazı türüdür.”
Yukarıda tanımlanan türün adı nedir?
A) fıkra B) makale C) eleştiri D) deneme
8. “Bir eserin gerçek değerini ortaya koymak amacıyla inceleme sonucu yazılan
yazıdır. Eserin iyi ve zayıf yönleri birlikte ele alınır. Peşin yargılardan kaçınılır.”
Yukarıda öğretici metinlerden hangi türün tanımı yapılmıştır?
A) eleştiri B) deneme C) makale D) fıkra
9. “Bir yazarın ya da sanatçının gezip gördükleri yerleri edebi bir anlatımla ele aldığı
yazılardır.”
Yukarıda hangi türün tanımı yapılmıştır?
A) anı B) gezi C) sohbet D) mektup
10. Aşağıdaki türlerden hangisi kişisel hayatı konu olarak ele almaz?
A) mektup B) anı C) fıkra D) biyografi
YANIT ANAHTARI: 1. D, 2. D, 3. A, 4. B, 5. A, 6. C, 7. D, 8. A, 9. B, 10. C
yyt (Ziyaretçi)
18.05.2008 21:12 (UTC)[alıntı yap]
ya arkadaslar bunun ne olduqunu anlayan var mı?
ben (Ziyaretçi)
26.06.2008 18:57 (UTC)[alıntı yap]
helal olsun emeğine sağlık



Bütün konular: 250
Bütün postalar: 1115
Bütün kullanıcılar: 983
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
 
GÜZEL ŞİİRLER
 
 
 
 
531331 ziyaretçi (1597119 klik)
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol