ÜNİTE I
GÜZEL SANATLAR VE EDEBİYAT
GÜZEL SANATLAR VE EDEBİYAT
Eğitim amacıyla tarih, coğrafya, biyoloji, fizik, kimya vb. alanlarda yazılan eserler bilimsel eserlerdir. Bilimsel eserlerde gözleme, deneye ya da sayısal değerlere yer verilir.
İnsanda bir takım güzel duygular uyandıran, insana bir coşku ve heyecan veren eserlere sanat eseri denir. Sanat eserleri insanın duygu ve hayal dünyasını geliştirir, zenginleştirir.
Sanat eserleri insanın maddî ve manevî pek çok gereksinimini karşılar. Bunların bir kısmı göze, bir kısmı da kulağa hitap eder. Bu sanat dallarından şiir, edebiyat, müzik kulağa; resim, fotoğraf, mimarî, heykel de göze hitap etmektedir. Bunlar arasında hem göze hem kulağa hitap eden sanatlar da vardır. Tiyatro, opera, bale, sinema vb.
Sanat dalıyla uğraşan kişiye sanatçı denir. Sanatçı ortaya koyacağı esere duygu, düşünce ve hayal gücüyle birlikte el becerisini ve emeğini katar. Sanatçı, insanların ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla yapılan bir eğitimin yanı sıra ve deneyim ve ustalık (beceri) gerektiren el emeğine dayanan faaliyetlere zanaat denir. Terzilik, berberlik, demircilik vb.
Edebiyat, resim, müzik, mimarlık ve heykeltıraşlık gibi güzel sanatların arasında yer almaktadır. Duygu ve düşüncelerimizi söz veya yazı ile dile getiririz. Ancak bu dile getirişte sözün güzel ve etkili söylenmesine özen gösteririz.
Edebiyat, Arapça “edep” sözcüğünden türemiştir. Edep sözcüğü “eğitim, iyi terbiye, naziklik, incelik” gibi anlamlara gelir; ancak burada kastedilen, ruhun eğitilmesidir. İşte şiir, öykü, roman, tiyatro ve sinema (film) gibi eserler karşısında bir heyecan ve coşku duyar ve ruhumuzun dinginliğini hissederiz.
Duyguları, düşünceleri, olayları söz veya yazı ile güzel ve etkili bir biçimde anlatma sanatına edebiyat denir.
Edebiyat; duygu, düşünce, sevinç, umut, üzüntü, tasa, kaygı gibi bireysel duyguları ve toplumsal hayattaki olayları yansıtan bir sanat dalıdır.
Öte yandan belirli bir bilim alanında yazılmış eserlerin tümü için de edebiyat sözü kullanılır: tıp edebiyatı, hukuk edebiyatı gibi. Bu anlamda bilim adamları arasında “literatür” sözcüğü yaygın olarak kullanılır. Bunun yanında edebiyat ile ilgili kuralları öğreten bilim dalına da edebiyat denir. Örneğin nazım, nesir, ölçü, gazel, koşma gibi kavramların öğretildiği bilim dalının adı edebiyattır. Ayrıca belirli bir döneme ya da sanat anlayışına bağlı kalınarak yazılan eserlere de edebiyat denir. Halk edebiyatı, Tanzimat edebiyatı, Klâsik edebiyat gibi.
Dilimizde kullanılan “edebiyat yapmak” sözü ise herhangi bir konuda güzel ve etkili bir şekilde konu dışı gereksiz konuşmalarda bulunmak demektir; ancak bu tutum, edebiyatın amacı ile ilgili değildir.
Arapçada ilmül edep (edep bilimi) adı altında “söz ve yazıda yanlış yapmamayı öğreten bilim” anlamında kullanılan edebiyat sözü bizde Tanzimat Döneminden sonra kullanılmaya başlanmıştır. Daha önce bu anlamda şiir ve inşa (nesir) sözleri kullanılmakta idi. Edebiyat terimini ilk kez Şinasi bir yazısında “fenni edep” (iyi ahlak öğrettiği için) edep anlamında kullanmıştır. Daha sonra Namık Kemal, Recaîzade Mahmut Ekrem gibi yazarlar tarafından kullanılan bu sözcük zamanla, iyi ahlak öğreten bilim anlamından sanat öğreten bilim anlamını kazanmıştır.
Sanat eseri olarak edebiyat: Duygu, düşünce, hayallerin söz veya yazı ile güzel ve etkili bir biçimde anlatılmasına denir.
EDEBİYATIN BİLİMLERLE İLİŞKİSİ
Güzel sanatların bir dalı olan edebiyatın diğer bilim dallarıyla ilgisi vardır. Bir sanatçının ortaya koyduğu eser psikoloji, sosyoloji, felsefe ve tarih vb. bilimlerle ilgili olabilir. Sanatçı sosyal bir çevre içerisinde yaşar; eserini ortaya koyarken de bu çevreden etkilenir. Ele aldığı eserde kişisel duygu, düşünce ve izlenimlerini anlattığı gibi toplumun gelenek, görenek, inanç gibi değerlerini de ele alabilir. Bir sanatçının yaşamı da ortaya konan eser kadar önemlidir. Örneğin Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu” adlı romanı incelenirken; yazarın içinde bulunduğu ruhsal durumu belirlerken psikolojiden, sanatçının yetiştiği sosyal çevreyi incelerken sosyolojiden; yazarın etkilendiği akımları ve dünya görüşünü belirlerken felsefeden, eserin yazıldığı dönemi incelerken de tarih biliminden yararlanılır.
DİLİN İNSAN VE TOPLUM HAYATINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ
Dil bir iletişim aracıdır. Duygu, düşünce ve istekler dil ile aktarılır. Duygu ve düşüncelerin aktarılmasında sözü söyleyen kişi kaynak, söylenen bir söz (mesaj, ileti), iletilen sözü alan alıcı ve bir de iletişimin yapıldığı iletişim ortamı vardır. Bu düzeneğe iletişim sistemi denir. Bu yönüyle dil en etkin bir iletişim aracıdır.
Her sanat dalının kendini ifade ediş tarzı farklıdır. Ressam renklerle, müzisyen seslerle, mimar ana maddesi toprak ve taş olan maddelerle sanatını yerine getirir. Edebiyatın da ana malzemesi dildir. Dil sayesinde duygular, düşünceler, sevinçler, üzüntüler dile getirilir. Bu bakımdan dil olmadan edebiyat olmaz; dil edebiyatı, edebiyat da dili besler, geliştirir. Edebi eserler sayesinde dil gelişir; anlam zenginliği kazanır ve sözcük sayısı artar. Bu yönüyle dil altına, şair ve yazarlar da bu altını işleyen kuyumcuya benzetilir. Hikâyeler, romanlar, şiirler, tiyatro türündeki eserler dil ile yazılır.
Dilin diğer önemli bir yanı da ulusal birlik ve beraberliği sağlamasıdır. Aynı dili konuşan, aynı duygu düşünce ve zevkleri paylaşanlar, kederde ve kıvançta birlikte hareket ederler.
Bir ulusun maddî ve manevî alanda ortaya koyduğu tüm eserler kültürü oluşturur.
Edebiyat da kültürün içerisinde yer alan bir sanat daldır. Örneğin İslâmiyet’ten önceki dönemde yazılmış olan ürünlerden destanlar, koşuklar, savlar sayesinde biz o dönemin kültürünü, yaşam biçimini, inançlarını öğreniriz.
Dil bir kültür taşıyıcısı olarak önemli bir işlevi yerine getirmektedir. Dil ve kültür edebiyata bir derinlik, bir canlılık katmaktadır.
Bir dil, konuşan kişinin kültür düzeyine göre farklılıklar gösterir. Bir kişinin bakkalda, alışverişte ya da sokakta konuştuğu dil ile resmi çevrelerde kullandığı dil farklıdır. Bu nedenle günlük yaşamda alışverişte, eş dost arasında, bakkalda kullandığımız dile konuşma dili denir. Konuşma dilinde duygu ve düşünceler kısa cümlelerle anlatılır, anlatımda devrik cümlelere yer verilir. Konuşma dilinde noktalama işaretlerine pek uyulmaz. Onun yerine vurguya ve tonlamaya dikkat edilir. Çoğu zaman cümlede öğelerin yerleri değişir; yüklem başta ya da ortada olur. Duygu ve düşünce daha belirgin olarak söylenir. Nerde kaldın, ayol? “İş olur mu burada?” vb. cümleleri buna örnek olarak gösterilebilir.
Bir rapor, bir makale, fıkra ya da bilimsel içerikli yazı hazırlarken kullanılan dile de yazı dili denir. Günlük resmî yaşamda, gazetelerde, dergide ve kitaplarda kullanılan dil yazı dilidir. Yazı dilinde cümlelerin açık, akıcı, sade ve dil bilgisi kurallarına uygun olmasına dikkat edilir. Yazıda yazım kurallarına ve noktalama işaretlerine uyulur.
METİN OLUŞUMU
Bir metin cümlelerden oluşur. Cümle, bir duyguyu, bir düşünceyi bir isteği ya da bir olayı tam olarak anlatan ve bir yargı bildiren söz grubudur. Cümlede kesin bir yargı bulunur; kaç sözcükten oluşursa oluşsun yargı bildirmeyen söz grubuna cümle denmez. Yargı bildiren tek bir söz de olsa cümle sayılır. Bu nedenle bir metnin en küçük anlamlı öğesi cümledir.
Metinde cümlelerin arka arkaya anlamsal bir bağlantı kurularak sıralanmasından paragraşar oluşur. Paragrafta bir ana fikir etrafında sıralanmış cümleler bulunur. Metinde paragraşar düşünce birimidir. Bir paragraftan diğerine geçerken dil, düşünce ve anlam birliği sağlanır. Metindeki paragrafın içinde giriş, gelişme ve sonuç bölümleri bulunur.
Metinde paragraşar anlatılan konunun boyutuna göre uzunluk ya da kısalık gösterir. Birkaç cümleden oluşan paragraşar olduğu gibi tek cümleden oluşan paragraşar da vardır.
Paragraşarın bir araya gelmesinden de bir metin (makale, fıkra, söyleşi, deneme, hikâye, roman vb.) oluşur. Her metnin bir ana düşüncesi vardır. Metinde ana düşünceyi destekleyen yardımcı düşünceler paragraşarda dile getirilir. Ana düşünce metinde bir cümle olarak belirtilebileceği gibi yazının bütününden de çıkartılabilir. Metin giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşur. Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi metinler bir duygu, düşünce, istek ya da olayı anlatmada araç olarak kullanılır.
Edebiyat alanına giren eserler kesin olmamakla birlikte belirli niteliklerine göre “sanat eserleri” ve ‘’düşünce eserleri” olmak üzere ikiye ayrılır.
Sanatçıların duygu, düşünce ve hayallerini güzel ve etkili biçimde anlatması sonucu oluşan eserlere sanat eserleri denir. Şiir, hikâye roman, tiyatro, söylev bu tür eserlerdir. Okuyucuyu aydınlatmak, düşündürmek onlara bazı bilgiler vermek amacıyla yazılan eserlere de düşünce eserleri denir. Makale, fıkra deneme, eleştiri, söyleşi, anı, günlük türündeki eserler düşünce eserleridir.
Sanatçının veya yazarın ortaya koyduğu eser zaman zaman düşünce eseri; düşünce eseri de sanat eseri niteliği gösterebilir. Örneğin şiir, hikâye, roman ele alınan konunun özelliğine göre düşünce eseri sayılabilir.
ANLATIM YOLLARI (İFADE ŞEKİLLERİ

Edebiyat ürünleri sözlü ve yazılı olmak üzere iki türlü dile getirilmektedir.
SÖZLÜ ANLATIM
Duygu düşünce ve hayallerin sözle dile getirilmesine sözlü anlatım denir. Sözlü anlatımda isteğin doğru, düzgün, yalın ve etkili bir biçimde söylenmesi önemlidir. Ses tonu, söyleyiş, vurgu, jest ve mimikler sözün etki gücünü artırır. Gereksiz heyecan ve telaş ve yerinde yapılmayan jest ve mimikler de sözün etki gücünü düşürür. Liderler, siyasetçiler, komutanlar sözlü anlatımın gücünden yararlanırlar. Mustafa Kemal Atatürk’ün Çanakkale Savaşı’nda; Kurtuluş Savaşı’nda ve Cumhuriyet Devri’nde yaptığı konuşmalar sözlü anlatımın başarılı örnekleridir.
Günümüzde kitle iletişim araçlarının: özellikle radyo ve televizyon kanallarının artması, toplu yaşamanın getirdiği zorunluluklar, demokratik bir ortamda karşılıklı hoşgörü ve güvenin oluşmasında sözlü anlatım önemli bir rol oynamaktadır. Sözlü anlatım; nutuk, konferans, panel, açıkoturum, sempozyum gibi türlere ayrılır.
YAZILI ANLATIM
Duygu ve düşünce hayallerin güzel ve etkili biçimde yazıyla dile getirilmesine de yazılı anlatım denir. Günlük hayatta, bir mektup yazmak, not çıkarmak, bir yazı hazırlamak zorunda kalabiliriz. Duygu düşünce ve özlemlerimizi, sevinçlerimizi dizeler halinde ölçülü, uyaklı söyleyebiliriz. Ayrıca cümle ve paragraşar halinde bir fıkra, makale, deneme yazabilir; hatta öykü, roman, tiyatro eseri yazmak isteyebiliriz. O zaman yazılı anlatıma başvururuz.
Yazılı anlatımda yazım (imlâ

kurallarına ve noktalama işaretlerine dikkat edilir. Yerinde kullanılmayan noktalama işaretleri, yazım hataları sözün anlamını değiştirir.
Nesir hâlinde yazılan düşünce yazılarında giriş, gelişme ve sonuç bölümleri bulunur. Yazının konu ile ilgili ilk bölümüne giriş; düşüncelerin açıklanıp örneklendiği, karşılaştırmaların yapıldığı bölüme gelişme; düşüncelerin bir sonuca, bir yargıya varıldığı bölüme de sonuç bölümü denir. Hikâye, roman, tiyatro gibi türlerde bu bölümlere serim, düğüm ve çözüm adı verilir.
Her yazının bir ana düşüncesi ya da ana duygusu (tema) vardır. Bir yazıda yazarın okuyucuya vermek istediği temel düşünceye ana düşünce denir. Ana düşünceyi destekleyen ve diğer paragraşarda yer alan düşüncelere de yardımcı düşünce denir. Yazı düşünceler arasında bir bağ kurularak geliştirilir.
Türk edebiyatında nesir (düz yazı

biçiminde yazılan eserlere mensur, nesir yazıcılarına nasir, küçük nesir parçalarına da mensure denir.
Klasik edebiyatta nesre inşa, nesir yazıcılarına da münşi adı verilir.
Yazılı anlatım nazım ve nesir olmak üzere ikiye ayrılır.
a. NAZIM:
Duygu, düşünce ve hayallerin ölçülü, uyaklı dizeler hâlinde anlatılmasına nazım denir.
b. NESİR:
Duygu düşünce ve hayallerin cümle ve paragraşar hâlinde dil bilgisi kurallarına uygun olarak anlatılmasına nesir denir. Nesir sözü Arapça dağıtmak, saçmak, yaymak anlamlarına gelir. Burada kastedilen duygu ve düşüncenin açılması, yayılması, yani açık seçik anlaşılır hâle gelmesidir. Nesirde düşünceler ifade edilirken noktalama işaretlerine, yazım (imlâ

kurallarına uyulur. Yerinde kullanılmayan işaretler cümlenin anlamını bozar.
Güzel bir cümlede şu nitelikler bulunur:
Açıklık: Söylenmek istenen düşüncenin herkes tarafından aynı şekilde kolayca anlaşılmasıdır.
Duruluk: Düşünce ve duygunun gerektiği kadar sözcükle anlatılmasıdır. Duru bir cümlede gereksiz sözcüklere ve öğelere yer verilmez.
Yalınlık (sadelik) : Süse ve gösterişe kaçmadan, az sözle duygu ve düşüncelerin dile getirilmesidir.
Akıcılık: Yazıda dile takılacak pürüzlerin olmamasına akıcılık denir.
EDEBİ METİN
Sözlü ve Yazılı Anlatım Arasındaki Benzerlikler
Her iki anlatım yolu da iletişim aracı olarak dili kullanır. Gerek sözlü, gerekse yazılı anlatım duygu ve düşüncenin güzel ve etkili söylenmesine önem verir.
Sözlü ve Yazılı Anlatım Arasındaki Farklılıklar
Sözlü anlatımda sözlerin daha iyi anlaşılmasını sağlamak için ses tonu, vurgu, tonlama ve söyleyiş biçimi ile jest ve mimiklere yer verilir. Yazılı anlatımda ise yazım kurallarına, noktalama işaretlerine uyulur. Sözlü anlatımda kısa cümlelere yer verilirken yazılı anlatımda daha uzun cümleler kullanılır. Sözlü anlatımda günlük konuşma dilinin olanaklarından yararlanılır, kısa ve devrik cümlelerle sözün gücü artırılır. Sözlü anlatımda dinlenilen konunun tekrarı yoktur; yazılı anlatımda tekrar tekrar metni okuma olanağı vardır.
Sanatçı toplum içerisinde yaşayan bir birey olarak birtakım duygular ve heyecanlar duyar ve bunları ifade etmek ister. Önüne geçilmez bir “yaratma, ortaya koyma” arzusu içerisindedir. Sanatçı duygu ve heyecanlarını eserinde dile getirir ve ruhunun derinliklerindekileri bizimle paylaşır. Böylece ortaya konan eserde sanatçının kişilik özellikleri görülür. Sanatçı eserini ortaya koyarken duygu düşünce ve hayalleriyle birlikte az çok kendi hikâyesini de anlatır. Sanatçılar başka insanlar gibi etrafındakilerle dertleşmek yerine duygu düşünce ve hayallerini kafasında canlandırır, kurgular sonra da eserini yazar. Sanatçılar eserlerinde, söyleyeceklerini ya kendisi doğrudan söyler ya da kahramanlarına söyletir. Bazen bu iki tarzı bir arada kullanır.
Edebi eser nedir?
İnsanda estetik duygular uyandıran, insanların duygu düşünce ve hayal dünyasını zenginleştiren dil ürünü eserlere edebî eser denir. Bu anlamda hikâyeler, romanlar, şiirler, tiyatro eserleri, masallar vb. türlerinde yazılanlar birer edebi eserdir. Biz bu eserleri okuduğumuzda içimizde bir coşku, bir heyecan duyarız.
Edebî eserlerin özellikleri şöyle söylenebilir:
İnsanların duygu, düşünce ve hayal dünyasını geliştirir, zenginleştirir.
İnsanlar arasında dostluğun kurulmasını sağlar. Çevremizdeki güzellikleri bize gösterir.
Kişinin hissettiği ancak tanımlayamadığı duyguları tanımlar.
Bir edebî eseri okuyan kişi psikolojik yönden rahatlar, o eserin kahramanıyla empati kurar, onunla bütünleşir.
Edebî eserler yazıldıkları çağın dil, kültür ve sanat anlayışınını yansıtır. Örneğin Tanzimat Edebiyatı şair ve yazarlarından Namık Kemal’in eserlerinde o devrin sanat anlayışını, aile, gelenek, görenek ve evlenme gibi konularını görebiliriz.
Edebî eserlerin yararları nelerdir?
Çağlar boyunca insanlar edebî metinlerle her mekânda ve zamanda anlatma, gösterime ve coşku ile dile getirme biçiminde kendilerini ifade etmişlerdir. Destan, hikâye, roman türleriyle anlatma; komedya, tragedya, dram, opera vb. türleriyle gösterme; şiirle coşku ve heyecanlarını dile getirmişlerdir.
EDEBİYAT VE GERÇEKLİK
Yazarlar günlük hayatta karşılaştığımız ya da karşılaşabileceğimiz nitelikteki olayları oldukları gibi değil kendi iç dünyalarında kurguladıktan sonra dışa yansıtırlar. Ele alınan hikâyenin kahramanları da çevremizdeki kişilere benzer. Yazarlar çok iyi tanıdıkları bir kaç kişinin özelliklerini bir kişi üzerinde toplayabilir. Olayları ve kişileri iyice kurguladıktan sonra eserini yazar.
Edebî metnin konusu, doğa ile ilişki hâlinde olan, duyan, düşünen, tasarlayan ve yaşayan insan’dır.
1. Aşağıdakilerden hangisinde fonetik sanat dalları doğru olarak verilmiştir?
a) edebiyat, resim b) resim, mimari c) müzik, resim d) müzik, edebiyat
2. Aşağıdaki sanat dallarından hangisi edebî eserler arasında yer alır?
a) resim b) tiyatro c) müzik d) mimarlık
3. Aşağıdakilerdin hangisinde bir sanat dalı olarak edebiyatın tanımı yapılmıştır?
a) Edebiyat ile ilgili kuralları öğreten bilim dalıdır.
b) Herhangi bir bilim dalıyla ilgili eserler bütünüdür.
c) Duygu düşünce ve hayallerin söz veya yazı ile güzel ve etkili bir biçimde söylenmesidir.
d) Belirli bir dönem ya da sanat anlayışına bağlı kalınarak yazılan eserlerdir.
4. Aşağıdakilerden hangisi edebî eser sayılmaz?
a) tarih b) şiir c) roman d) tiyatro
5. Edebiyatla ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Edebiyat temelde insanı konu olarak ele alır.
b) Edebiyat araç olarak dili kullanır.
c) Edebiyatın ana malzemesi renktir.
d) Edebiyatı oluşturan bir metin kendi arasında organik bir yapıya sahiptir.
YANIT ANAHTARI: 1. A, 2. B, 3. A, 4. D, 5. A
ÜNİTE II
COŞKU VE HEYECANI DİLE GETİREN METİNLER (ŞİİR)
1. ŞİİR İNCELEME YÖNTEMİ
A. ŞİİR VE ZİHNİYET
“Zihniyet” terimi ile bir dönemdeki soyal, siyasî , idarî, adlî, askerî, dinî güçlerin, sivil toplum örgütlerinin, ticarî hayatın, eğitim etkinliklerinin birlikte oluşturdukları ortam ve bunların hiçbirine indirgenemeyen duygu, anlayış ve zevk bütünü kastedilmektedir.
Her sanat eseri yazıldığı dönemin izlerini taşır. Sanatçılar da sosyal bir çevre içerisinde yaşarlar ve içinde yaşadıkları sosyal ve kültürel olaylardan etkilenirler. Şiirlerinde içinde yaşadıkları çağın zihniyetini yansıtırlar.
Türk edebiyatı başlangıçtan bu güne gelinceye dek kültür, sanat, siyasî ve sosyal alanda pek çok aşamalar geçirmiştir. Bunlar arasında en önemlisi İslamiyetin kabulü ve Batı uygarlığına dönüş hareketidir. Bu iki olay toplumun yaşamında sosyal, siyasî
kültürel ve ekonomik değişikliklere neden olmuştur. Başlangıçtan bu güne dek gelişen Türk edebiyatı şöyle sınıflandırılır:
a) İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı
b) İslamî Devir Türk Edebiyatı
c) Batı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı
a) İslâmiyet Öncesi Türk Edebiyatı ( 5. yy. - 10. yy.)
İslâmiyet öncesi Türk Edebiyatının ne zaman başladığı hakkında kesin bilgiler yoktur. Ancak diğer ulusların edebiyatlarında olduğu gibi Türk edebiyatında da destan devrine dayanan zengin sözlü bir edebiyatın olduğu bilinmektedir. 5. yy.- 10. yy. arasını kapsayan bu dönem edebiyatı ürünleri destanlar, koşuklar, sağular ve savlar ile (5.y.y. ile 9. yy. arasında yazılan) Yenisey mezar taşları, Göktürk Anıtları ve Uygur Türklerine ait metinlerdir.
Bu dönem edebiyatI sözlü ve yazılı edebiyat olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Sözlü Edebiyat
Sözlü edebiyat Türkler arasında yazının kullanılmadığı devirlerde başlayan, ağızdan ağıza ve kuşaktan kuşağa sürüp giden bir edebiyattır. Belli başlı ürünleri şunlardır: destan, koşuk, sağu ve sav.
2. Yazılı Edebiyat
Yazılı edebiyat Türkler arasında yazının kullanıldığı devirlerde başlayan bir edebiyattır. Elimizdeki en eski örnekler 8. yüzyılda diktirilen Göktürk Yazıtları ile Uygurlar döneminden kalan bazı metinlerdir. Göktürk Yazıtları şunlardır: Tonyukuk Anıtı (720), Kül Tiğin Anıtı (732) ve Bilge Kağan Anıtı (735)’dır.
b) İslâmî Devir Türk Edebiyatı (10. yy. - 19. yy.)
Türkler 10. yüzyıldan itibaren topluluklar hâlinde İslamiyeti kabul etmeye başladılar. Özellikle Karahan hükümdarı Abdulkerim Satuk Buğra Han’ın 932 yılında İslamiyeti kabul etmesiyle daha da yayıldı. Bu hareket 11 ve 12. yüzyıllarda da sürdü. Türkler yeni din ve kültürün etkisinde mimarî, bilim, edebiyat ve sanat alanında önemli eserler ortaya koydu. Edebiyat alanında Yusuf Has Hacip “Kutadgu Bilig”, Kaşgarlı Mahmut “Divanû Lûgati’t Türk”, Edip Ahmet ”Atabetü’l Hakayık”, Hoca Ahmet Yesevi de “Divan-ı Hikmet “ adlı eserini bu dönemde yazdı.
Anadolu sahasında ise 12 ve 13. yüzyıllarda Ahmet Fakih “Çarhname”, Şeyyat Hamza “Yusuf ile Züleyha”, Yunus Emre “Risalat - al Nushiye “ ve “Divan” adlı eserlerini yazdı.
Türkler yeni dini öğrenmek amacıyla Arapça, Farsça öğrendiler. Dilimize bu dillerden din yoluyla çok sayıda sözcük girmeye başladı. Bu tutum ileriki yüzyıllarda daha da arttı.
İslamî Devir Türk Edebiyatı üçe ayrılır:
a. Tasavvuf Edebiyatı (11. yy. - 19. yy.)
b. Klasik Edebiyat (13. yy. - 19. yy.)
c. Halk Edebiyatı (13. yy. - 19. yy.)
1. Âşık Edebiyatı
2. Anonim Halk Edebiyatı
c. Batı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı (19 ve 20. yy.)
Osmanlı Devleti, 18. yüzyıldan başlayarak yönetim, siyaset, eğitim ve askerlik alanlarında hızla gerilemeye başlamıştır. Bu çöküşü önlemek için 19. yüzyıldan itibaren zaman zaman birtakım düzenlemeler (ıslahat) yapılmıştır. Eğitim, ordu, maliye gibi kurumlarda yapılan bu düzenlemeler yeterli olamamıştır.
I. Abdülmecit (hüküm. 1839–1861) devrinde Hariciye Nazırlığına (Dışişleri Bakanlığı

getirilen Mustafa Raşit Paşa, devletin bütünlüğünü ve gücünü koruyabilmesi için içinde yaşanan devrin ihtiyaçlarına uygun Batı esasları doğrultusunda yeniden yapılanması gerektiğini dile getirmiştir. Bunun için yapılması gereken yenilikleri belirten bir fermanı, 3 Kasım 1839’da Gülhane Parkı’nda (İstanbul) halka okumuştur. Bu fermana, Tanzimat Fermanı ya da Gülhane Hattı Hümâyûnu adı verilmektedir.
İşte bu fermanla o güne kadar dağınık olarak yapılan düzenlemeler derli toplu hâle getirilerek, devlet kurumları Batı esaslarına göre yeniden yapılandırılmıştır.
Toplum hayatındaki bu değişiklikler kısa bir süre sonra kültür, sanat ve edebiyata da yansımıştır. Batı kültürüyle yetişen kuşak, yeni bir edebiyat çığırını başlatmıştır.
Batı etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı altı döneme ayrılır:
a. Tanzimat Devri Türk Edebiyatı (1860–1895)
b. Edebiyat-ı Cedide (1896–1901)
c. Fecr-î Âti Topluluğu (1909–1912)
ç. Millî Edebiyat Dönemi (1911–1923)
d. Millî Mücadele Dönemi Edebiyatı (1918- 1922)
e. Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı (1923–1950)
Türk Edebiyatının dönemlere ayrılışı şema hâlinde şöyle gösterilebilir:
B. ŞİİRDE AHENK (SES VE RİTM)
Şiirde ahenk sağlayan öğeler şunlardır: Ölçü, uyak, aliterasyon, vurgu ve tonlamadır.
Ölçü tüm ulusların şiirinde önemli bir yer tutar. Ölçüyü şöyle tanımlayabiliriz: Nazımda dizelerin uyduğu kalıba ölçü denir. Nazımda dizeler ya hece sayılarına göre ya da dizedeki hecelerin açıklık- kapalılık değerlerine göre alt alta sıralanır.
Türk şiirinde üç tür ölçü kullanılmıştır. Bunlar; hece, aruz ve serbest ölçüleridir.
1. Hece ölçüsü: Hece ölçüsü dizelerdeki hecelerin sayıca eşitliğine dayanır. Bir dizede kaç hece varsa, öteki dizelerde de o kadar hece vardır. Hece ölçüsü Türk şiirinin ulusal ölçüsüdür. İslâmiyet Öncesi Dönem ile halk ve tasavvuf şiirlerinde bu ölçü kullanılmıştır. Halk şairleri hece ölçüsüne parmak hesabı derlerdi. Çünkü dizedeki heceleri parmak sayarak hesap ederlerdi.
Gü-zel- ne- gü-zel -ol-muş-sun (8 hece)
Gö-rül-me-yi-gö-rül-me-yi (8 hece)
Si-yah-zül-fün hal-ka-lan-mış (8 hece)
Ö-rül-me-yi ö-rül-me-yi (8 hece)
Karacaoğlan
Durak: Halk şiirinde ahengi sağlamak amacıyla sözcüklerin gruplandığı yerlere durak denir. Örneğin yukarıda okuduğunuz şiirin birinci dizesi 5 + 3; ikinci, üçüncü ve dördüncü dizeleri 4 + 4 duraklıdır. Bir şiir boyunca aynı duraklar kullanılmayabilir. Durak halk şiirine doğal bir ahenk katar.
Akça kızlar göç eyledi yurdundan (11 hece) 4 + 4 + 4 duraklı
Koç yiğitler deli oldu derdinden (11 hece) 4 + 4 + 3 duraklı
Gün öğle sonu da belin ardından (11 hece) 6 + 5 duraklı
Saydım altı güzel indi pınara (11 hece) 6 + 5 duraklı
Karacaoğlan
2. Aruz ölçüsü: Şiirde dizelerdeki hecelerin açıklık- kapalılık (uzunluk-kısalık) bakımından değerlerinin eşitliğine dayanır. Yani dizedeki hecelerin sayılarına göre değil seslerine göre düzenlenmesidir. Aruz ölçüsü Araplardan, İranlılara ve oradan da Türk edebiyatına geçmiştir. Türk şairleri aruzu kendi dil ve zevklerine göre işleyerek yepyeni bir Türk aruzu oluşturmuşlardır.
Açık-kapalı hece: Türkçede uzun ya da kısa hece yoktur. Ses bakımından Türkçe sözcükler aynı değerdedir. Ancak onun yerine açık ve kapalı heceler vardır. Türkçede ünlüyle biten heceye açık, ünsüzle biten heceye de kapalı hece denir. Açık heceler ( . ), kapalı heceler ( – ) işareti ile gösterilir.
Be nî can dan u san dır dı ce fâ dan yar u san maz mı
. – – – . – – – . – – – . – – –
Fe lek ler yan dı â hım dan mu râ dım sem’i yan maz mı
. – – – . – – – . – – – . – – –
Birleşik hece: Arapça ve Farsçadan dilimize giren bazı sözcükler bir uzun bir kısa hece değerindedir. Bunlara birleşik hece denir ve (– .) ile gösterilir.
“Dost, çeşm, âb, aşk, yâr” bu tür hecelerdir.
Aruz ölçüsünde göz önünde bulundurulması gereken bazı kurallar vardır. Bunlar şöyle sıralanabilir:
* Dize sonlarındaki bütün heceler açık da olsa kapalı sayılır.
* Kısa bir heceyi ölçü gereği uzun okumaya imâle (uzatma) denir.
* Uzun bir heceyi ölçü gereği kısa okumaya zihaf (kısma - kısaltma) denir.
* Kapalı bir heceden sonra ünlüyle başlayan açık bir hece geliyorsa, ölçü gereği kapalı hece açık hece durumuna getirilebilir. Buna ulama denir.
* Bir şiiri aruz ölçüsüne göre okumaya takti denir.
Serbest ölçü: Duygu, düşünce ve hayallerin dizelerin ölçü ve uyak kuralına bağlı olmadan şairin isteğine göre kullanılmasıyla oluşan ölçüye serbest ölçü denir.
Bu tür şiirlerde ahenk; dil müziğinden, kompozisyon düzeninden, ustaca seçilmiş sözcüklerden, vurgudan ve tondan alır.
Uyak (kafiye) ve redif: Nazımda dize sonlarındaki ses benzerliğine uyak denir.
Gurbet o kadar acı
Ki, ne varsa içimde,
Hepsi bana yabancı,
Hepsi başka biçimde.
Kemalettin Kamu
Yukarıdaki dörtlükte dize sonlarında geçen “acı, yabancı” sözcükleri arasında ses benzerliği bulunmaktadır. Aynı şekilde “içim, biçim” sözcükleri de ses bakımından birbirine benzemektedir. Burada olduğu gibi, ses bakımından benzeyen sözcüklere uyak (kafiye) denir. “içimde”, biçimde sözcüklerinde “-de” ekleri dize sonunda aynen tekrar edilmekte ve aynı görevi görmektedir.
Dize sonlarında aynen tekrar edilen ve aynı görevi gören ek, takı ve sözcüklere de redif adı verilir.
Aramızı kesti dumanlı dağlar
Tepesinden aşan yollar yücedir
Artıyor efkârım yine bu çağlar
Bilmiyorum nazlı yârım nicedir
Âşık Veysel
Yukarıdaki dörtlükte “dağlar, çağlar” sözcüklerinde dağ, çağ sözcükleri kendi aralarında uyaklıdır. Bu sözcüklerdeki -lar çokluk eki aynı görevi üstlendikleri için rediftir.
“Yücedir, nicedir” sözcüklerinde de yüce, nice uyaklı; -dır ekleri ise rediftir.
Türk şiirinde uyak, seslerine ve düzenlerine göre ikiye ayrılarak incelenir.
1. Seslerine göre uyak
Yarım uyak: Dize sonlarındaki ses benzerliği tek sese dayanıyorsa bu uyağa yarım uyak denir.
Yürü bre Dadaloğlu’m yürü git
Dertli dertli Çukurova yolun tut
Bunda suçun varsa Hak’a tövbe et
Dadaloğlu
Yukarıdaki parçada “git, tut, et” sözcüklerinde ses benzerliği, t sesine dayanmaktadır. Bu tür uyağa yarım uyak adı verilir.
Tam uyak: Ses benzerliği bir ünlü ve bir ünsüz harfe dayanıyorsa buna tam uyak denir.
Dedem koynunda yattıkça benimsin ey güzel toprak
Neler yapmış bu millet, en yakın tarihe bir sor bak.
Süleyman Nazif
Orhan zamanından kalma bir duvar
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Ahmet Hamdi Tanpınar
Zengin uyak: Dizelerin sonundaki ses benzerliği iki sesten daha fazla ise buna zengin uyak denir.
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı
...
Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı
Mehmet Âkif Ersoy
Bir zafer müjdesi burda her isim
Yekpare bir anda gün, saat, mevsim
Ahmet Hamdi Tanpınar
Tunç uyak: Uyaklı olan sözcüklerden biri diğerinin içerisinde aynen tekrar ediliyorsa buna tunç uyak denir. Tunç uyak, zengin uyağın bir çeşididir ve bize Fransız edebiyatından geçmiştir.
Gel ey mahbube Çin’den
O şirin köşk içinden
Yahya Kemal Beyatlı
Cinaslı uyak: Dize sonlarında yazılışları ve söylenişleri aynı, anlamları ayrı (farklı

olan sözcüklere cinaslı uyak denir. Cinaslı uyak, özellikle cinaslı mânilerde kullanılır.
Asmaya
Niçin kordun a bülbül
Kapımdaki asmaya
Ben yarimden ayrılmam
Götürseler asmaya
2. Düzenlerine göre uyak (uyak örgüsü, uyak düzeni)
a. Düz uyak ( a a a a): Nazım birimindeki dizeler kendi aralarında uyaklanmışlarsa buna düz uyak denir.
Çün bildi kim olduğunu Leyli a
Ruhsarına aktı eşk seyli a
Fuzûlî
Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım a
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım a
Kükremiş sel gibiyim bendimi çiğner aşarım a
Yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım a
Mehmet Âkif Ersoy
b. Sarma uyak (a b b a) : Birinci ile dördüncü, ikinci ile üçüncü dizeler kendi aralarında uyaklanmışsa buna sarma uyak denir.
Her şey yerli yerinde havuz başında servi a
Bir dolap gıcırdıyor uzaklarda durmadan b
Eşya aksetmiş gibi tılsımlı bir uykudan b
Sarmaşıklar ve böcek sesleri sarmış evi a
Ahmet Hamdi Tanpınar
c. Çapraz uyak (a b a b) : Birinci ile üçüncü dize, ikinci ile dördüncü dizenin kendi aralarında uyaklanmasına çapraz uyak denir.
Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış a
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle b
Gece bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış a
Eski Şiraz’ı hayâl ettiren ahengiyle b Yahya Kemal Beyatlı
Aliterasyon: Bir dizede, beyitte aynı ses ya da ses grubunun tekrarlanmasından doğan ahenge aliterasyon denir.
Karşı yatan karlı dağlar karıyıptır
Dede Korkut
“ka” hecesi ile “a” ünlüsü birkaç kez yinelenmektedir.
Dest busu arazusuyle ölürsem dostlar
Kuze eylen toprağım, sunun anınla yare su
Fuzûlî
Yukarıdaki dizelerde k, ka ile z, s, u” sesleri birkaç kez yinelenmektedir.
Vurgu ve tonlama: Bir şiirde bazı sözcükler diğerlerine oranla daha baskın okunur. Buna vurgu denir. Tonlama ise sesin alçalıp yükselmesidir. Böylece sesin rengi değişir. Ses tonu ile sesimiz sertleşir, yumuşar veya incelir.
Vurgu ve tonlama, şiire ahenk yanında anlam gücü katar, duygu değeri kazandırır.
C. ŞİİR DİLİ
Şairler, yazarlar duygu ve düşüncelerini doğrudan doğruya söylemezler. Sözlerinin gücünü artırmak için bir takım imgelerden, edebî sanatlardan yararlanırlar. Bu nedenle günlük hayatta kullandığımız sözcüklere daha farklı anlamlar yüklerler. Bazen somut olan sözcükleri soyutlaştırırlar; bazen de soyut olanları somutlaştırırlar. Böylece bizim duygu ve hayal dünyamızı zenginleştirirler.
Şair duygu düşünce ve hayallerini sözcüklerle anlatır. Günlük konuşma dili ile şiir dili birbirinden farklıdır. Şair günlük dildeki sözcükleri özenle seçer, onlara yepyeni anlamlar kazandırır. Olayları, nesneleri bizden farklı biçimde algılar. Onları anlatırken hayallerden, imgelerden ve izlenimlerden yararlanır. Sözcükleri kullanırken şiirin biçim, uyak, ölçü, ahenk, vurgu ve tonlama gibi özellikleri yanında birtakım benzetmelerden, mecazlardan yararlanır. Somut varlıkları soyutlaştırır, soyutları da
somutlaşatırarak, duygu ve düşüncelerine bir anlam derinliği katar. Şiirde sözün gücünü arttırmak amacıyla bir takım söz sanatlarına başvurulur. Söz sanatları şiirde anlama bir derinlik ve duygulara incelik katar.
Türk edebiyatında kullanılan edebî sanatlardan bazıları şunlardır:
Cinas: Yazılışları aynı anlamları farklı olan sözcüklerin dize sonlarında kullanılmasına cinas denir. Cinaslar Türkçedeki sesteş sözcüklerle yapılır. Cinas sanatına özellikle cinaslı mânilerde rastlanır.
Kuleden
Ses geliyor kuleden
O kaş o göz değil mi
Beni sana kul eden
Yukarıdaki dizelerde “kuleden” sözcüğü önce “kule” sonra da “kul etmek” anlamında kullanılmıştır.
Benzetme (teşbih) : Aralarında ortak nitelik bulunan iki varlıktan zayıf olanı güçlü gibi gösterme sanatına benzetme denir.
“Ahmet aslan gibi güçlüdür.” cümlesinde güçlülük bakımından Ahmet aslana benzetilmektedir. Benzetme sanatında ikisi temel, ikisi de yardımcı öğe olmak üzere dört öğe bulunur.
Yukarıdaki cümlede;
Ahmet : Benzeyen, aslan : Kendisine benzetilen (Temel öğeler)
gibi : Benzetme edatı (ilgeci) güçlüdür : Benzetme yönü (Yardımcı öğeler)
Benzetmenin dört öğesiyle yapılan benzetmeye tam benzetme (teşbih-i mufassal) denir. Benzetmenin temel öğeleriyle kurulan benzetmeye ise güzel benzetme (teşbih-i belig) adı verilir. Yukarıdaki cümle “Aslan Ahmet” biçiminde söylenirse güzel benzetme yapılmış olur.
“Gider oldum kömür gözlüm elveda”
Karacaoğlan
Dizede “kömür gözlüm” sözü güzel benzetmedir. Şair sevgilinin gözlerini renk yönüyle kömüre benzetmektedir.
Benzetmenin temel öğelerinden biriyle yapılan benzetmeye istiare (iğretileme) denir. İstiarede sözcük benzetme amacı güdülerek kendi anlamı dışında başka bir anlamda kullanılır. İstiare, açık ve kapalı istiare olmak üzere ikiye ayrılır.
a. Açık istiare: Benzetmenin öğelerinden sadece kendisine benzetilen ile yapılan istiareye açık istiare denir.
Yüce dağ başında siyah tül vardır.
Rıza Tevfik Bölükbaşı
Yukarıdaki dizede bulutlar siyah tüle benzetilmiştir. Benzeyen “kara bulut” kullanılmamış ve kendisine benzeyen” siyah tül” bulut anlamında kullanılmıştır. Bu tür sanata açık istiare adı verilir.
b. Kapalı istiare: Benzetmenin öğelerinden sadece benzeyen ile yapılan istiareye kapalı istiare adı verilir. Kapalı istiarede benzetme yönü kullanılır.
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor.
Faruk Nafiz Çamlıbel
Yukarıdaki dizede benzeyen “tekerlek” ile benzetme yönü “anlatmak” kullanılmış ve kendisine benzetilen “insan” kullanılmamıştır. Bu tür sanatlara da kapalı istiare denir.
Tenasüp: Aralarında anlam bakımından ilgi ve uygunluk bulunan sözcükleri dizede ya da beyitte bir arada kullanma sanatına tenasüp denir.
Bahar mevsimidir hemdem-i saba olalım
Gül ile dost kokusuyla âşina olalım.
Şeyhî
Yukarıdaki beyitte şair, “Bahar mevsimidir, sabah rüzgârıyla arkadaş olalım; gül ile dost ve kokusuyla da tanıdık olalım.” diyor. Bu beyitte “bahar, saba, gül” sözcükleri ilkbahar mevsimiyle ilgili oldukları için tenasüp sanatı vardır. Öte yandan hemdem, dost ve aşina sözcükleri arasında da bir uygunluk bulunduğu için tenasüp sanatı vardır.
Tevriye: İki anlama gelebilen bir sözü, yakın anlamını göstererek, uzak anlamını da düşündürecek biçimde kullanma sanatına tevriye denir.
Sordum nigarı; dediler ahbap
Semt-i Vefa’da, Doğru Yol’dadır.
Cahit Sıtkı Tarancı
Dostlara sevgiliyi sordum; Vefa semtinde Doğru Yol caddesinde (oturduğunu) söylediler.
Yukarıdaki beyitte “Semt-i Vefa” ve “Doğru Yol” sözcükleri tevriyeli kullanılmıştır. Sözcüklerin yakın anlamı “sevgilinin Vefa semti”nde Doğru Yol caddesinde oturduğudur. Uzak anlamı ise vefalı, doğru tutum ve davranış içinde olduğudur.
Kinaye: Bir sözü aynı anda hem gerçek hem de mecaz anlamıyla birlikte kullanma sanatına kinaye denir.
Ey benim sarı tanburam
Sen ne için inilersin
İçim oyuk derdim büyük
Ben anınçün inilerim.
Pir Sultan Abdal
Yukarıdaki dörtlükte “içim oyuk” sözü hem gerçek hem de mecaz (değişmece) anlamda kullanılmıştır. Tanburanın içi gerçekten oyuktur. Öte yandan mecaz anlamda tanburanın çok dertli olduğu, ızdırabının büyük olduğu belirtilmektedir.
Hüsn-i ta’lil (güzel nedene bağlama) : Bu şeyin oluşunu gerçek oluş nedeni dışında daha güzel bir nedene bağlama sanatına hüsn-i ta’lil adı verilir.
Güzel şeyler düşünelim diye
Yemyeşil oluvermiş ağaçlar.
Cahit Sıtkı Tarancı
Yukarıdaki beyitte ağaçların yeşil olmasını şair, doğanın düzenine değil de güzel şeyler düşünebilme nedenine bağlamaktadır.
Teşhis ve intak (kişileştirme ve konuşturma sanatı

: İnsan dışındaki canlı ve cansız varlıklara insan benliği verme sanatına teşhis (kişileştirme) denir. Teşhis sanatında benzetme, istiare ve değişmece gibi diğer sanatlardan yararlanılır. Teşhis (kişileştirme) sanatındaki varlıkların konuşmasına da intak (konuşturma) adı verilir.
Karlı dağların başında
Salkım salkım olan bulut
Saçın çözüp benim için
Yaşın yaşın ağlar mısın?
Yunus Emre
Yukarıdaki dörtlükte buluta insan benliği verilerek teşhis (kişileştirme) sanatı yapılmıştır.
Kurnaz tilki sesini yumaşatarak, ona
Dedi ki: Kardeşçiğim, artık dostuz;
Müjde getirdim sana, in de bir öpüşelim;
Barış oldu hayvanlar arasında.
La Fontaine (La Fonten)
Yukarıdaki dizelerde tilkinin konuşturulmasına intak (konuşturma) denir. Fabl öykülerinde teşhis ve intak sanatı vardır.
Abartma (mübalâğa) : Duygu ve düşünceleri daha güçlü göstermek için, bir şeyi gerçek oluşundan ya çok fazla ya da çok küçük gösterme sanatına abartma (mübalâğa) denir.
Beni candan usandırdı cefadan yar usanmaz mı
Felekler yandı ahımdan muradım şem’i yanmaz mı
Fuzûlî
“Beni sevgili canımdan usandırdı; cefa etmekten o usanmaz mı? Ahımdan bütün gökyüzü yandı, acaba benim murat mumum yanmaz mı (dileğim yerine gelmez mi)?”
Şair ah edişinden bütün gökyüzünü yandığı hâlde, murat mumunun hâlâ yanmadığını söylüyor. Burada “Ah” ın şiddeti abartılmaktadır.
Tezat (karşıtlık) : Birbirine karşıt (zıt) anlamlı kavramları bir arada kullanma sanatına tezat denir. Tezat aralarında ortaklık ya da bir ilgi bulunan kavramlar veya sözler arasında yapılır. Yoksa karşıt anlamlı her sözcük tezat sanatını oluşturmaz.
“Ak akçe kara gün içindir.” atasözünde ak ve kara sözcükleri arasında tezat sanatı yoktur; burada “Ak akçe” para ile “kara gün” sıkıntılı gün arasında tezat sanatı vardır.
Tariz: Söylenen sözün ya da kavramın gerçek ve mecazlı anlamı dışında büsbütün tersini kastetme sanatıdır. Tarizde sözün gerçek anlamı doğru gibi görünse de asıl amaç sözün ters anlamının anlaşılmasıdır. Tariz sanatı bir kişiyi ya da durumu alaya almak amacıyla yapılır.
Huzurî’nin “Ters Öğüt Destanı” bu sanata güzel bir örnektir.
Bir nasihatım var zamana uygun
Tut sözümü yattıkça yat uyanma
Meşhur bir kelâmdır sen kazan sen ye
El için yok yere ateşe yanma.
Huzurî
Telmih: Bir dizede ya da beyitte kullanılan bir sözle geçmişteki bir olayı anımsatma sanatına telmih denir.
Ey dost senin yoluna
Canım vereyim Mevlâ
Aşkını komayayım
Oda gireyim Mevlâ
Yunus Emre
Yukarıdaki dörtlükte “oda gireyim” sözüyle Tanrı aşkını bırakmayan Hz İbrahim Peygamberin ateşe atılması olayına telmih yapılmaktadır. Telmih sanatında aynı zamanda benzetme de yapılır.
İrsalı mesel: Söze güç katmak amacıyla bir dize ya da beyitte atasözü niteliğinde özlü söz kullanma sanatına irsalı mesel denir. İrsali mesel sanatında ortaya konan söz hiçbir zaman atasözü değil, atasözü değerinde, doğruluğu herkes tarafından kabul edilen, üzerinde tartışılmayacak kadar açık olan bir sözdür.
Fani Karac’oğlan fani
Veren alır tatlı canı
Yakışmazsa öldür beni
Yeşil bağla ala karşı
Karacaoğlan
Yukarıdaki dörtlükte “Veren alır tatlı canı.” sözü irsalı mesel’dir.
Tekrir: Sözün etkisini güçlendirmek amacıyla sözcük ya da sözcük öbeklerini yinelemeye tekrir denir. Tekrir aşırı bir duygulanmanın sonunda yapılır.
Yazık, sana ağlamayan şiire,
Yazık, sana titremeyen vicdana;
Yazık, sana uzanmayan ellere,
Yazık, seni kurtarmayan insana!
Mehmet Emin Yurdakul
Yukarıdaki dörtlükte şair, “yazık” sözcüğünü yineleyerek anlatıma bir coşku ve güç katmaktadır.
D. ŞİİRDE YAPI
Genel anlamda duygu, düşünce ve hayallerin ölçülü, uyaklı dizeler hâlinde örülmüş biçimine nazım denir. Nazım, anlam ve ses kaynaşmasından oluşan birimlerin birleşmesiyle meydana gelmiştir.
Nazımda (şiirde) kendi arasında anlam bütünlüğü taşıyan en küçük bölüme nazım birimi denir. Duygu ve düşüncelerin anlamı nazım birimi içerisinde tamamlanır. Halk şiirinde nazım birimi dörtlük, divan şiirinde beyittir. Çağdaş Türk şiirinde ise dize, nazım birimi olarak kullanılmaktadır.
a. Türk edebiyatında kullanılan nazım birimleri şunlardır:
Dize (mısra): Şiirin her bir satırına dize (mısra) denir. Duygu ve düşünceler en yalın biçimde dizede dile getirilir.
“Ben gidersem sazım sen kal dünyada”
Aşık Veysel
“Uzun ince bir yoldayım”,
“Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden” satırları birer dizedir.
Bir şiirin en güzel dizesine mısra-ı berceste (güzel mısra) adı verilir; Mısra-ı bercesteler kolay ezberlenen dizelerdir.
“Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer”
Hayâlî
“Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş”
Baki
sözlerinin her biri güzel dizeye örnek gösterilebilir.
Öte yandan hiçbir nazıma bağlı olmayan ve tek dizeden meydana gelen nazımlar da vardır. Bunlara da azade mısra denir.
“Güleriz ağlanacak hâlimize”
“Türkçe ağzında annemin sütüdür.”
Yahya Kemal
Beyit: Aynı ölçüyle söylenmiş aralarında anlam bütünlüğü bulunan iki dizeye beyit (ikilik) denir. Klasik Türk şiirinde nazım birimi olarak beyit kullanılmıştır.
Örnekler
Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası
Dostunun yüz karası düşmanının maskarası
Mehmet Akif Ersoy
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi
Muhibbi “Kanunî”
Klasik Türk Şiirinde hiç bir nazıma bağlı olmayan tek beyitten meydana gelen nazımlar da vardır. Bunlara müfret denir. Müfrette dizeler kendi aralarında uyaklı olabileceği gibi uyaksız da olabilir. Dizeler uyaklı olursa musarra adını alır.
Üçlük: Üç dizeden oluşan nazım birimine üçlük denir. Üçlük nazım birimi edebiyatımıza batı edebiyatının etkisiyle girmiştir. Klasik şiirimizde üçlük nazım birimi çok az kullanılmıştır.
Yarın dudağından getirilmiş
Bir katre alevdir bu karanfil
Ruhum acısından bunu bildi.
Ahmet Haşim
Dörtlük: Dört dizeden oluşan nazım birimine dörtlük denir. Duygu ve düşüncelerdeki anlam dört dize içerisinde tamamlanır. Ulusal edebiyatımızın nazım birimidir. Bu nedenle İslâmiyet Öncesi Dönemden başlayarak halk ve tasavvuf edebiyatlarında nazım birimi olarak çokça kullanılmıştır.
İncecikten bir kar yağar
Tozar elif elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer elif elif diye
Karacaoğlan
Aşkı olmayan gönül
Misalî taşa benzer
Taş gönülde ne biter
Dilinde ağu tüter
Yunus Emre
Bend veya kıt’a: Şiiri oluşturan dörder, beşer, altışar ve daha fazla dizelik kümelere bend veya kıt’a denir. Bentler dize sayılarına göre beşlik, altılık gibi adlar alır.
Yaş otuz beş, yolun yarısı eder,
Dante gibi ortasındayız ömrün,
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Cahit Sıtkı Tarancı
Girin satıcılar evimin bülbülleri
Girin girin aydınlık bahçemden içeri
Üzüm satın, armut satın, nar satın bize,
Dağlar görünürken kapıda aramızdan
İndirin tüy gibi küfeyi sırtınızdan
Bir elmada bir mevsim dolsun evimize
Oktay Rıfat
b. Nazım biçimi: Nazım biçimi bir şiirin dış yapısıdır. Nazımda dizelerin kümelenişi, ölçüsü ve uyak düzenine göre aldığı biçimdir. Türk şiirinde kullanılan nazım biçimleri şöyle kümelenebilir:
1. Halk şiiri nazım biçimleri: koşma, semaî, mâni, ilâhî, türkü vb.
2. Klasik Türk şiiri nazım biçimleri: gazel, kaside mesnevî, müstezat, terkib-i bend, terci-i bend, rubaî, murabba, şarkı, tuyug.
3. Batı etkisinde gelişen Türk edebiyatı nazım biçimleri: serbest nazım, sone, terzarima vb.
E. ŞİİRDE TEMA
Şiirde üzerinde durulan, ele alınan her şey konudur. Yeryüzünde ne kadar varlık, olay, olgu varsa hepsi şiire konu olabilir. Aşk, ayrılık, özlem, kahramanlık vb. Bunların yanında insanların karşılaşabileceği olaylar ile insanların birbirleri arasındaki ilişkiler de konu olabilir.
Bir (aynı

konunun şairlerce farklı şekillerde ele alınma tarzına tema (ana duygu) denir.
EVİM
Dedemden yadigar olan bu evi
Kışın fırtınası, yazın alevi
Daha ben doğmadan ihtiyarlatmış...
Fikrim bir hulyaya bazı dalar da
Düşünür derim ki: bu odalarda
Kim bilir kaç kişi oturmuş, yatmış...
Yusuf Ziya Ortaç
EVLERLE SAVAŞ
Körükler cılız olmak
Evlerin hiddetini
Evlerle savaş
Savaşların çetini
Evler her gün yollar bizi dışarı
- Git getir!
Emredilen ekmeği akşamları
Alın terlerimiz getirecektir.
Nedir anlamıyorum
Evlerdeki hırsı:
Cansızlarla birlikte
Canlılara karşı.
Tencerenin azgınlığı başta,
Sofralarla beraber: -Getir!
Dünya durdukça
Tencere pişirecek, sofra eritecektir.
Behçet Necatigil
HACİVATIN EVİ
HACİVAT’ın evi
Köşede ufaraktan
Bir tüfek atımı duraktan
Kapı pencere elekten
Döşemeler zemberekten
Dökülmekten
Sökülmekten
İncelmiş süprülmekten
Salah Birsel
Yukarıdaki metinlerde de ele alınan konu evdir. Ancak ev konusu şairlerce farklı yönlerden ele alınmıştır.
İlk metinde şair dedelerinden kalan evde onların anılarını bulmaya çalışıyor. Zamanla kışın fırtınası, yazın alevi bu evde yaşayanları ihtiyarlatmıştır. Şair derin düşüncelere daldığında bu evde yaşayan geçmişlerini anımsamaktadır.
İkinci metinde günlük yaşam da evi geçindirme mücadelesi anlatılmaktadır. Bu mücadelenin savaşlar kadar zor olduğu belirtilmektedir.
Hacivatın Evi adlı şiirde ise Karagöz ile Hacivat oyunundaki Hacivat’ın dekordan olan evi tanıtılmaktadır.
Örneklerde olduğu gibi konu ev olduğu hâlde şairler bu konuyu farklı yönleriyle ele almışlardır.
F. ŞİİRDE GERÇEKLİK VE ANLAM
Sanatçılar, şairler, yazarlar doğayı ve doğadaki olayları bizden farklı bir şekilde algılarlar. Onlar doğayı izlerken bizim göremediğimiz güzellikleri görürler, duyamadığımız sesleri duyarlar. Doğayı ve doğadaki olayları anlatırken izlenimlerinden ve deneyimlerinden yararlanırlar. Gerçekleri duygu, düşünce ve hayal dünyalarından geçirerek bize anlatırlar. Sözcüklere günlük anlamın dışında başka anlamlar yüklerler, mecazlar, imge, hayaller, duygu ve düşüncelerini süslerler.
G. ŞİİR VE GELENEK
Divan şiiri ile halk şiirini karşılaştırınız. Ayrılan yanları nelerdir? Söyleyiniz
Halk şiiri ile Klasik (divan) şiir geleneği yüzyıllar boyu devam etmiştir. Şairler kendilerinden önceki şairlerden etkilenmişler, aynı konu ve temada, aynı yapıda (biçim) yüzyıllar boyu şiirler yazmışlardır. Örneğin divan şiirinde aruz ölçüsü kullanılmıştır. Nazım birimi beyittir. Dili halk şiirine göre daha ağırdır. Arap ve Fars edebiyatlarının etkisi görülür. Yüzyıllar boyu aynı nazım biçimleri (gazel, kaside, mesnevî, tuyuk, şarkı rubaî vb) ve aynı konuları (aşk, tasavvuf, kahramanlık methiye, yergi vb.) işlenmiştir.
Halk şiiri ise, Türklerin İslâmiyeti kabul etmeden önceki dönemlerde başlamış ve günümüze kadar varlığını korumuştur. Bu süreçte şairler aynı sanat anlayışını sürdürmüşlerdir. Şiirlerde ulusal ölçümüz olan hece ölçüsü kullanılmıştır. Nazım birimi dörtlüktür. Konu olarak doğa güzellikleri, aşk, ayrılık, savaş, kahramanlık, özlem gurbet vb. işlenmiştir. Ürünler kam, ozan, âşık, saz şairi adları verilen kişiler tarafından saz eşliğinde söylenmiştir.
Divan ve halk şiirlerindeki ele alınan zihniyet yüzyıllar boyu aynı sanat anlayışının sürdürülmesi sonucu oluşmuştur.
Türk edebiyatının gelişim sürecinde Tanzimattan sonra çeşitli edebî topluluklar kurulmuştur. Tanzimat Edebiyatı, Serveti Fünun Edebiyatı, Fecr-î Âti Edebiyatı, Millî Edebiyat ve Cumhuriyet Devri Türk Edebiyatı, Beş Heceliler vb. Bu topluluklardan bazıları divan şiirinden bazıları da halk şiir geleneğinden etkilenmişlerdir.
H. YORUM
Aynı resme bakanlar farklı anlamlar çıkarır. Aynı şiiri okuyanlar da kendilerine göre farklı anlamlar çıkartabilir. Bir şiir, okuyucunun kültürüne, anlayışına, zevkine ve o an içinde bulunduğu psikolojik duruma göre anlam kazanır.
Bir şiir yorumlanırken şairin açıkça söylediklerinin yardımıyla söylenmeyenler belirlenir. Şairin anlatmak istediği kavranmaya çalışılır.
I. METİN VE ŞAİR
Şairler ile ortaya konan eserleri arasında bir ilişki vardır.
Şairin hayatı ile eserleri arasında bir ilişki vardır.
Şairler doğup büyüdükleri yer ile aldıkları eğitim, yetiştikleri sosyal çevre ve eserleri arasında doğrudan bir ilişki vardır.
TOPRAK
Dost dost diye nicesine sarıldım,
Benim sadık yârım kara topraktır.
Beyhude dolandım boşa yoruldum,
Benim sadık yârim kara topraktır.
Nice güzellere bağlandım kaldım,
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum.
Her türlü isteğim topraktan aldım,
Benim sadık yârim kara topraktır.
Toprak şiirinde, geçimini topraktan sağlayan bir çiftçi şairin toprakla ilgili gözlemleri izlenimleri dile getirilmektedir.
Şiirde kara toprak, sadık yar olarak nitelendirilmektedir. Şair pek çok güzele bağlanmış kalmıştır; ama onlardan ne bir vefa ne de bir fayda bulmuştur. Her türlü isteğini topraktan almıştır. Bu yönüyle toprak insanların rızkını veren, yaşamını sürdürmeye vasıta olan bir varlıktır.
Şiirin nazım birimi dörtlüktür. Ulusal ölçümüz olan hece ölçüsüyle söylenmiştir. Hecenin 11’li kalıbı kullanılmıştır. Uyak düzeni abab, cccb’dir. Saz eşliğinde beste ile söylenmiştir.
Yukarıda sözü edilen Şair Âşık Veysel’dir.
ŞARKI
Bir safâ bahşedelim gel şu dil-i na-şade
Gidelim serv-i revanım yürü Sa’da-bad’e
İşte üç çifte kayık iskelede amade
Gidelim serv-i revanım yürü Sa’da-bad’e
Gülelim oynayalım kâm alalım dünyadan
Ma-i Tesnim içelim çeşme-i Nev-peydadan
Görülem ab-ı hayat çıktığın ejderhadan
Gidelim servi revanım yürü Sa’d-abad’e
GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİYLE
Gel şu üzüntülü gönüle bir safa bağışlayalım,
Yürü servi boylum Sa’d-abad’a gidelim.
İşte üç çifte kürekle çekilen kayık hazır, bizi bekliyor,
Yürü servi boylum Sa’d-abad’a gidelim.
Gülelim oynayalım dünyadan mutluluk alalım,
Nev-payda adlı çeşmeden Tesnim suyunu içelim,
Ejderha biçimindeki musluklardan,
ab-ı hayatın (ölümsüzlük suyunun) aktığını görelim,
Yürü servi boylum Sa’d-abad’a gidelim.
Şarkıda geçen Sa’d-abad III. Ahmet zamanında, Lâle Devrinde (1718–7730) İstanbul’da Kâğıthane’ye verilen isimdir. Aynı zamanda Kâğıthane’deki eğlence yerlerinden birinin adıdır. Serv-i revan, yürüyen servi demektir. Mecaz olarak salınarak yürüyen, boyu posu, endamı serviye benzeyen güzel demektir. Şarkıda Lâle Devrindeki eğlencelerden biri anlatılmaktadır. Dili ağırdır, Arapça, Farsça pek çok sözcük kullanılmıştır. Nazım birimi dörtlüktür. Uyak düzeni koşmaya benzer abab, cccb’dir. Besteyle söylenir. Ölçüsü aruzdur.
Yukarıdaki açıklamalardan sözü edilen kişinin Lâle Devrinin ünlü şairlerinden Nedim olduğu anlaşılmaktadır.
2. MANZUME VE ŞİİR
Duygu, düşünce ve hayallerin ölçülü, uyaklı dizeler hâlinde anlatılan biçimine nazım denir. Nazım sözü Arapça dizmek demektir. Yani duygu ve düşüncelerin dizeler hâlinde alt alta dizilmesi, sıralanmasıdır. Edebiyatta nazım yazarına nâzım; nazım şeklinde yazılmış kısa eserlere manzume, uzun olanlarına da manzum eser adı verilir.
Ancak nazım şeklinde ölçülü, uyaklı ya da serbest ölçüyle yazılmış yüksek duygular ve heyecanlar içeren nazımlara şiir denir. Bu bakımdan her şiir nazım olduğu halde, her nazım şiir değildir. Bir nazmın şiir sayılabilmesi için sanat değeri taşıması, insan ruhunu okşayan bir yön bulunması, duygu, hayal ve imgelere yer vermesi gerekir. Ayrıca ses ahenk bakımından da uyum içinde olması gerekir.
Edebiyatımızda hikâyenin nazım şeklinde (ölçülü, uyaklı ve dizeler hâlinde) yazılmış biçimine manzum hikâye adı verilir.
Manzumeler işledikleri konular bakımından çeşitli türlere ayrılır.
LİRİK ŞİİR: İçten gelen duygu ve düşünceleri, coşkulu bir dille anlatan şiirlere lirik şiir denir. Uluslar ilk şiirlerini saz eşliğinde, duygu yüklü dizeler hâlinde söylemişlerdir. Batı edebiyatında lir adı verilen saz eşliğinde söylenen şiirlere lirik denilirdi. Halk edebiyatında semaî, koşma; klasik edebiyatta gazel, murabba, şarkılar lirik şiirin en güzel örnekleridir.
SERENAD
Yeşil pencerenden bir gül at bana,
Işıklarla dolsun kalbimin içi.
Geldim işte mevsim gibi kapına,
gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.
Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak,
ben aşkımla bahar getirdim sana.
Tozlu yollarından geçtiğim uzak,
iklimden şarkılar getirdim sana.
Ahmet Muhip Dıranas
EPİK ŞİİR: Epik, destan niteliğinde olan, destansı demektir. Savaş, kahramanlık, yiğitlik ve yurt sevgisi gibi konular ile tarihsel olayları coşkulu bir anlatımla dile getiren şiirlere epik şiir denir. Destanlar, manzum şekilde yazılan kahramanlık hikâyeleri bu türe girer. Batı edebiyatlarında destan türü eserlere epope adı verilmektedir.
MEHMETÇİK
Atıldı, bir Mehmetçik, büyüyü bozdu
Bir düşman süngüsüne, göğsünden,
Bu şahadetle kayalar yarıldı sanki
Dipçik gürültüsünden.
Soruyordu herkes birbirine,
Parlayan şey bu mu?
Muzaffer oluyordu bileklerimizde,
Tarihin ilk dipçik hücumu.
Hayran oluyordu koca gökyüzü,
Göğüslerimizde büyüyen bahta
28 Mart günü bir adsız tepede
Çeliğe karşı tahta.
Fazıl Hüsnü Dağlarca
DİDAKTİK ŞİİR: Didaktik şiir eğitici, öğretici şiir demektir. Herhangi bir konuda bilgi vermek, nasihat etmek, yol göstermek ahlakî bir ders çıkarmak amacıyla yazılan şiirlerdir. Türk edebiyatında manzum hikâyeler, fabller didaktik şiir türüne girer. Didaktik şiirlerin duygu yönü zayıftır.
KOŞMA
Dinle sana bir nasihat edeyim
Hatırdan gönülden geçici olma
Yiğidin başına bir iş gelende
Anı yad illere açıcı olma
Mecliste arif ol kelamı dinle
El iki söylerse sen birin söyle
Elinden geldikçe iyilik eyle
Hatıra dokunup yıkıcı olma
Karacaoğlan
PASTORAL ŞİİR: Doğa güzelliklerini, ormanları, kırları, yaylaları ve çoban hayatını anlatan ve bunlara karşı duyulan özlemi dile getiren şiirlere pastoral şiir denir. Pastoral şiir idil ve eglog olmak üzere iki türe ayrılır. Kır ve doğa sevgisini işleyen şiirlere idil; çoban hayatını ve çobanların karşılıklı konuşmalarını anlatanına eglog adı verilir.
KIR ŞARKISI
Tam otların sarardığı zamanlar,
Yere yüzükoyun uzanıyorum,
Toprakta bir telaş, bir telaş,
Karıncalar öteden beri dostum
Ellerime hanımböcekleri konuyor
Ne şeker şey onlar!
— Uç böcek, uç böcek diyorum
Uçuyorlar.
Pan’ın teneffüsü bile
Ilık okşamakta yüzü
Devedikenleri, çalılık vesaire,
Bir âlem bu toprakların üstü.
Tabiatla haşır neşir,
Kırlarda geçen ikindi vakti
Sakin dinlenmiş, rahat
Bir gün daha bitti.
Behçet Necatigil
SATİRİK ŞİİR: Kişilerin ya da toplumun kusurlarını, yanlış taraşarını göstermek amacıyla yazılan şiirlere satirik şiir (yergi) adı verilir. Bu tür şiirlerde iğneli ve alaysı bir dil kullanılır. Toplumun ve kişilerin yanlış yanları eleştirilirken aksaklıkların düzeltilmesi beklenir. Bu tür şiirlere Batı edebiyatında satirik, klasik edebiyatta hiciv, halk edebiyatında da taşlama adı verilir.
HAN-I YAĞMA
Bir sofracık efendiler, -ki yenmek üzere tam hazır,
Huzurunuzda titriyor-şu milletin hayatıdır;
Şu milletin ki muztarip ve ölmede ağır ağır.
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapur...
Yiyin efendiler, yiyin, bu yerde iştiha sizin
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!
VATAN İÇİN
Neler yapmadık bu vatan için
Kimimiz öldük,
Kimimiz nutuk söyledik
Orhan Veli KANIK
DRAMATİK ŞİİR: Manzum olarak yazılmış tiyatro türündeki eserler dramatik şiir türünü oluşturur. Eski Yunan ve Batı edebiyatlarındaki taragedya ve komedyalar bu türün örnekleridir. Bizim edebiyatımızda Abdülhak Hamit’in eserleri ile Faruk Nafiz Çamlıbel’in Canavar adlı tiyatro eseri bu dramatik şiir türündedir.
3. MANZUME VE ŞİİR ÖRNEKLERİNİ İNCELEME
HALK EDEBİYATI
Halk edebiyatı, İslâmiyet Öncesi Dönemde başlayan ve geniş halk kitleleri arasında varlığını sürdürerek günümüze dek yaşayan bir edebiyattır. Bu edebiyatta halkın özlemi, üzüntüleri sevinçleri dile getirilmiştir. Şairler (ozanlar) eserlerini saz eşliğinde söylemişlerdir.
Halk edebiyatının özellikleri şunlardır:
1. Dil, halkın kullandığı konuşma dilidir. İslâmiyetin etkisiyle Arapçadan, Farsçadan bazı sözcükler ve bu dillere ait kurallar dilimize girmiştir. Ancak bu tutum genel yapıyı bozacak ölçüde olmamıştır.
2. Ulusal ölçümüz olan hece ölçüsü kullanılmıştır.
3. Nazım birimi dörtlüktür.
4. Ürünler, saz şairi ya da âşıklar tarafından bağlama adı verilen saz eşliğinde söylenmiştir.
5. Genel olarak, yarım ya da cinaslı uyak kullanılmıştır. Redişere çokça yer verilmiştir.
6. Genelde; aşk, doğa güzellikleri, ayrılık, yiğitlik, özlem gibi konular işlenmiştir.
Halk edebiyatı üç ayrı koldan gelişmiştir.
a. Dinî Tasavvuf halk edebiyatı: Din ve tasavvuf konularını işleyen bir edebiyattır. Başlıca ürünleri; ilâhî, nefes, şathiye, hikmet, nutuk, deme ve devriyedir.
b. Anonim halk edebiyatı: Kimin tarafından söylendiği belli olmayan, halkın ortak malı olan bir edebiyattır. Başlıca ürünleri; türkü, mâni, ninni, tekerleme, bilmece, masal, atasözü, fıkra, halk öyküsü, karagöz ve orta oyunudur.
c. Âşık edebiyatı: Din dışı konuları, aşk, ayrılık, doğa güzellikleri, yiğitlik vb konular işleyen ve aşıklar (saz şairi) tarafından oluşturulan bir edebiyattır. Bu edebiyatta ürünlerin kimin tarafından söylendiği bellidir. Koşma, semâi, varsağı, destan vb. başlıca ürünleridir.
a. DİNÎ TASAVVUFÎ HALK EDEBİYATI
TASAVVUF DÜŞÜNCESİ
“ Tanrının niteliği nedir?”, “Evren nasıl oluşmuştur?”, “İnsan ve varlık nedir?” gibi sorulara yanıt arayan din felsefesine tasavvuf denir. Tasavvufun diğer bir adı Vahdet-i vücut’tur.
Tasavvuf düşüncesine göre evrende tek bir varlık vardır. O tek varlık da Tanrı’dır. Ezelî ve ebedî olan o tek varlığa salt varlık (vücud-ı mutlak) denir. Salt varlık aynı zamanda bütün güzellikleri üstünde topladığı için salt güzellik (hüsn-i mutlak) tir. O salt güzellik bir gün kendi güzelliğini görmek istemiştir. Bunun için bir aynaya akseder gibi yokluğa (âdeme) aksetmi